Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile ilgili olarak gerek Nutuk’ta Mustafa Kemal ve gerekse Hatıralar’ında İsmet İnönü tarafından dile getirilen eleştirilerin başında bu partinin ‘Dinci gericiliğin partisi olduğu’ geliyor.
Partinin kurucu genel sekreteri Ali Fuat Cebesoy bu eleştirilere şiddetle karşı çıkıyor, partilerinin demokrat, liberal ve laik bir parti olduğunu söylüyor.
Cebesoy, Amerikalı bir Türkiye araştırmacısı olan Frederick P. Latimer’e oldukça geniş ve kapsamlı bir mülakat vermiş. Bu mülakatın bir yerinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduğunda CHP’den kendilerine 90 milletvekilinin gelmek istediğini söylüyor, ‘Ama biz kabul etmedik, içlerinden modern kafalı olan 39 tanesini aldık’ diyor. Almadıkları milletvekillerine örnek olarak da dini hassasiyeti yüksek kimi isimleri veriyor.
Mülakatın bir yerinde şöyle bir anı anlatıyor Cebesoy:
Birgün İsmet Paşa’nın kayınvalidesi vefat etmiş. Kendisine taziye etmek için doktor Adnan Beyle beni fırka gönderdi. Kendisi istasyonda oturuyordu. Hastaydı, zannediyorum sıtma tutuyor, ateşli, yatakta. Kendisine hem geçmiş olsun dedik hem de kayınvalidesinin vefatından dolayı hem kendisini hem haremini, madamı, taziye ettik. Tesadüf o esnada bir de baktık kapı çalmıyor. Buyurun dedik, Atatürk içeriye girdi. Biz de partiyi kuralı 30 gün ya olmuş ya olmamış, 25 gün kadar. Yani Atatürk’le daha karşı karşıya gelememiştik. Girdi içeriye, kalktık. Buyrun dedi, güzel bir tesadüf, dedi. İsmet dedi, İsmet Paşa dedi, ben de dedi belki arkadaşlar da seni taziyeye gelmişlerdir, ben de taziyeye geldim. Hem de hastasın, nasıl olduğunu öğrenmek, bizzat görmek istedim dedi. Fakat şimdi üçüncü bir şey ilave edeceğim dedi. Arkadaşların burda bulunması bize Türkiye’de parlamento hayatının başladığını gösteriyor dedi. Bu bir müjdedir dedi. Bu bizim fırkanın teşekkül mevzuu. Bu tabii o partiler hayatından ziyade inkılaplara çok ehemmiyet verirdi. Çünkü onun fiilleri inkılâplar memlekette yerleşmezse partiler yerleşmez. Şimdi ama bu inkılâpların da en mühimlerini yaptıktan sonra bakalım milletin fikrini anlayalım, yani memnun mudur bu inkılâplardan, yoksa bizim hatırımız için mi kabul ettiler.
Mustafa Kemal’in partinin ilk kuruluş günlerinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na Nutuk’ta anlattığı gibi bakmadığına dair bir başka anı da Kazım Karabekir’den. Karabekir, 26 Ocak 1925’te Günlük’üne şu cümleleri yazmış:
Reisicumhur Konya’da Konya Mebusu Fuad Bey ’le [Gökbudak] vuku bulan bir mükâleme esnasında nokta-i nazarlarını şöyle söylemiş: ‘Yeni fırkanın muhafazakâr olmasını isterdim ki bizim için nâzım olsun. O vakit onlara muavenet borçtu. Halbuki bizden daha terakkiperver olduklarını söylüyorlar. Bu yüzden nâzımlık vazifesi kalmıyor. Onun için muârız vaziyet almak mecburiyetindeyiz.’
Mustafa Kemal başlangıçtaki bu yumuşak tavrını izleyen günlerde değiştirdi, Şeyh Sait isyanının ardında Haziran 1925’te TCF kapatıldı. Atatürk, 1927 yılında okuduğu Nutuk’ta TCF ile ilgili çok ağır sözler söylüyor, bunları yayınladık. Atatürk’ün temel eleştirilerinden biri, TCF’nin programında yer alan ‘Parti, dini düşünce ve inançlara saygılıdır’ ifadesi. Nutuk’ta şöyle diyor:
‘Parti, dinî düşünce ve inançlara saygılıdır’ ilkesini bayrak olarak eline alan kimselerden iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyıllardan beri cahilleri, bağnazları ve hurafelere inananları kandırarak özel çıkarlar sağlamaya kalkmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi?
Ali Fuat Cebesoy, Frederick Latimer’e verdiği geniş mülakatta bu maddeye değiniyor:
Efendim, bizim bir maddemiz vardır, itikatta, şey, efkar-ı felsefe ve itikadat-ı diniyeye hürmetkarız. Sebebi nezaketen buna hürmet ederiz ama meşgul olmayız. Maddemiz de buydu. Ama bizim, düşmanlarımız demiyelim de, bizim mukabilimizde olan Halk Fırkası bu Terakkiperver dini siyasete alet ediyor dedi bu maddeylen. Halbuki bu maddenin aynen tercümesi, sizin (ABD’nin) Cumhuriyet Fırkasından alınmıştır. Biz bu fırkayı kurduğumuz zaman da dedik ki, tıpkı Amerika gibi olalım. Korktuk böyle üç dört beş parti. Bir Demokrat Parti olsun bir Cumhuriyet Partisi olsun. Ve ilk kurduğumuz zaman Cumhuriyet Partisi kurduk. Onlar da Halk Partisi. Cumhuriyet elimizden gidiyor diye bazı şarlatanlar bir isimden parti olmaz, iki isimden olsun dediler. Tuttular onlar Cumhuriyet Halk Partisi oldu, biz olduk Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası. Anlatabildim mi. Yani bu din bahsi, her iki fırka da tamamiyle laik. Çünkü biz aynen Amerika Cumhuriyet Partisinin o zamanki maddesini aldık. Çünkü şöyle düşündük; hiçbir şey yazmasak olmaz. Amma laikiz desek onu da anlamaz kimse. Öyle bir cümle kullanalım ki yani biz hepsine hürmet ederiz, meşgul değiliz manasına, hürmet ederiz. Bunu en iyi sizin Cumhuriyet Partisinde bulduk. Ve onu tuttuk aynen tercüme ettik. Oraya koyduk. Binaenaleyh tekmil inkılâplarla biz de tamamiyle laiktik ve tekmil bu inkılaplara rey verdik. Hepsine rey vermişizdir. Sonra bizim teşkilatımızı birçok yerlerde İstiklal Mahkemesi bastı. Kağıt bulmak için. En nihayet ne buldu biliyor musunuz? Hiçbir kağıt bulmadı bizim dini siyasete alet ettiğimiz hakkında. En nihayet bir kapıcı bulmuşlar şeyde, Beykoz fabrikasının kapıcısı varmış. Kendisi Boşnak, bizim partiye girmiş. Buna sormuşlar mahkemede, İstiklal Mahkemesinde, sen niye bu partiye girdin demişler… Vallahi bu parti daha dindardır. Dindardır, yani, öbüründen daha dindardır, onun için girdim demiş bu da. Tabii cahil bir adam. Biz bunu zaten ıslah etmek istiyoruz. O vakit bizim memlekette halkın hepsi laik değil ama yapa cağız. Değil mi ya. Kapıcı ne bilir ya.
TCF programındaki aynı maddeyle ilgili Rauf Orbay’ın görüşü ise şöyle:
Terakkiperver Fırkası kurulduktan sonra, daha o zaman bizleri dini siyasete âlet etmekle ittiham etmişlerdi. Bu ittiham hâlâ devam ediyordu. Halbuki Türkiye Cumhuriyetinin Teşkilât-ı Esasiye Kanununda, ‘Devletin dini, İslâm dinidir’ kaydı vardı. Programımızdaki ‘Dinler ve felsefî itikatlara hürmetkârız’ ifadesiyle biz de dini taassuptan ve bilhassa dini siyasete âlet etmekten uzak bulunduğumuzu tesbit etmiştik. Ve ayni zamanda bizi ittiham edenlerin bizzat kendileri, kendi sözleri ve kılık kıyafetleri ile öylesine mücessem birer dini siyasete âlet etme örneği idiler ki, biz bunları asla reddedilemiyecek şekilde vesikalarla isbat edebilecek bir vaziyette ve mevkide bulunuyorduk.