İsmet Paşa’nın Lozan’dan çektiği ‘Barış Antlaşması imzaya hazır’ telgrafıyla başlayan Cumhuriyet’e 100 Gün dizimizin sonlarına geldik artık. Bundan tam 100 yıl önce bugün, akşam saatlerinde Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi.
Ama 29 Ekim 1923 sabahı, pek az kişi o gün Cumhuriyet ilan edileceğini biliyordu. Aksine büyük çoğunluk, üç gün önce Fethi Bey ve bakanların istifasıyla başlayan hükümet krizinin artık tatlıya bağlanmasını umuyordu.
29 Ekim 1923 tarihli gazetelere bakacak olursanız, bugün de medyanın yaptığı bir şeyi görürsünüz: Pek çok gazete (ki bunlara Halk Fırkası’nın resmi yayın organı Hakimiyeti Milliye de dahil) manşetlerinde ‘hükümet toto’ oynuyordu. Bazı gazeteler ‘kesin bilgi’ diyerek İsmet Paşa’nın başbakan olacağını yazıyor, bazı gazeteler farklı farklı bakanlar kurulu listelerini duyuruyordu. Tek bir gazete bile, tek bir köşe yazarı bile Cumhuriyet ilan edileceğinin farkında değildi.
Oysa Mustafa Kemal bir gece önce Çankaya Köşkü’ndeki bir yemekte ‘Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz’ demiş ve yemekte bulunan kişilere de çeşitli roller vermişti. Bu rol sahiplerinden biri Kemalettin Sami Paşaydı örneğin.
O gün sabah saat 10.00’da Halk Fırkası Meclis Grubu, parti yönetim kurulu başkanı ve müstafi başbakan Fethi Beyin başkanlığında toplandı.
Fethi (Okyar) Bey, gruba Ali Fuat Cebesoy başkanlığında bir bakanlar kurulu listesi okudu. Grupta tartışmayı başlattı. İlk söz alanlardan biri, bu yeni hükümette Ekonomi Bakanı olarak adı geçen Celal (Bayar) Bey oldu. Bayar kalktı kürsüye geldi, “Bu listede adları görülen kimseler çekilenlerden daha kuvvetli değildir. Bizden refah ve düzenleme isteyen bir millet vardır. Herhalde yeniler eskilerden daha kuvvetli olmalıdır. Seçimde acele etmeyelim. Hele Hükûmet Başkanı‘nı seçerken iyi düşünelim” dedi.
Ardından tartışmalar başladı. İsimler havada uçuşuyordu. Darmadağınık bir tartışmaydı ama ana görüşler, istifa eden hükümetteki bakanların şimdi yeni önerilenlerden daha kuvvetli olduğu yönündeydi. Çok sayıda insan söz aldı, konuştu o sabah.
Bir gece önce Mustafa Kemal’in sofrasında olup bugün Cumhuriyet ilan edileceğini bilen Kemalettin Sami Paşa’nın görevi, tartışmaların çıkmaza girdiği bir noktada bir önerge verip Meclis Grubuna Mustafa Kemal’in hakemliğini önermekti. Nitekim bunu yaptı.
Bu önerge de bir süre tartışıldı, sonra Fethi Bey tarafından oya kondu ve kabul edildi. Parti grubu, ortaya çıkan sorunu çözmesi için Mustafa Kemal’i Meclis’e davet ediyor ve ona çözüm için yetki veriyordu.
Çankaya Köşkü’nde oturmuş, Meclis’e davet edilmeye bekleyen Mustafa Kemal hemen Meclis’e geldi ve doğrudan kürsüye çıktı.
Nutuk’ta şöyle anlatıyor:
Efendiler! dedim, Hükûmet üyelerinin seçiminde görüş birliği sağlanamadığı anlaşılmıştır. Bana bir saat kadar müsaade buyurun. Bulacağım çözüm yolunu bildiririm. Başkan Fethi Bey, teklifi oya koydu. Kabul edildi.
Mustafa Kemal o 1 saati boşa geçirmedi. Meclis’teki odasına milletvekillerini bazen teker teker bazen grup grup çağırarak onlara bir gece önce İsmet Paşa ile birlikte yazdıkları yasa tasarısını gösterdi ve anlattı. Cumhuriyet ilan etmek, bu arada hükümetin kurulma ve güvenoyu alma biçimini de kökünden değiştirmek istiyordu.
Saat 13.30’da Halk Fırkası Grubu yeniden Fethi Bey başkanlığında toplanıyor ve Mustafa Kemal kürsüye geliyor.
Saygıdeğer arkadaşlar, üzerinde durduğumuz, meselenin çözümünde karşılaşılan güçlüklerin sebebi, bütün arkadaşlarca anlaşılmıştır. Sanırım eksiklik ve yanlışlık uygulamakta olduğumuz, yöntem ve şekildedir. Gerçekten de, yürürlükteki Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na göre bir hükûmet kurmaya giriştiğimiz zaman, bütün arkadaşların her biri bakanları ve hükûmeti seçmek mecburiyeti ile karşı karşıya kalıyor. Hepinizin birden hükûmet üyelerini seçmek zorunda kalmanızda görülen güçlüğün giderilmesi zamanı gelmiştir. Geçen dönemde de aynı şekilde güçlükle karşılaşılıyordu. Görülüyor ki, bu yöntem bazen birçok karışıklıklara yol açıyor. Yüksek kurulunuz bu güçlüğün çözülmesi için beni görevlendirdi. Ben de bilginize sunduğum bu görüşten hareket ederek düşündüğüm şekli tespit ettim. Onu teklif edeceğim. Teklifim kabul edilirse kuvvetli ve kendi içinde uyumlu bir hükûmet kurmak mümkün olacaktır. Devletimizin şekil ve niteliğini tespit eden ve hepimiz için bir gaye olan Teşkilât-ı Esasiye Kanunumuzun bazı noktalarına açıklık kazandırmak gerekir.” Teklif şudur, dedikten sonra, bilinen tasarıyı okutmak üzere yazıcı beylerden birine uzatarak kürsüden ayrıldım.
Burada, Mustafa Kemal’in yukarıya aldığımız sözlerinde kilit cümle şu: ‘Teşkilât-ı Esasiye Kanunumuzun bazı noktalarına açıklık kazandırmak gerekir.’
Çünkü aslında o sırada Meclis’te anayasayı değiştirmeye yetecek kadar milletvekili yok. Nitekim Mustafa Kemal’in önerisini duyurmasının hemen ardından parti grubunda hararetli bir anayasa tartışması başlıyor. O yüzden de, yapılanın ‘anayasa değişikliği’ değil ‘mevcut anayasaya açıklık getirmek’ olduğu formülü geliştiriliyor.
Gruptaki tartışmalarda bazı üyeler, ‘Önce hükümet bunalımını çözelim, Anayasayı sonra da değiştiririz’ diyerek Mustafa Kemal’in teklifini ertelemek istiyorlar.
Bunun üzerine İsmet Paşa kürsüye çıkıyor:
Parti Başkanının teklifini kabule ihtiyaç kesindir. Bütün dünya, bizim bir hükûmet şekli görüştüğümüzü biliyor. Bu görüşlerimizi bir sonuca bağlayıp açıklamamak, güçsüzlüğü ve karışıklığı sürdürmekten başka bir şey değildir. Bir tecrübemden söz edeyim. Avrupa diplomatları bu konuda beni uyardılar. Devletin başkanı yoktur, dediler. Şimdiki idare şeklinize göre başkan, Meclis Başkanıdır. Demek ki, siz bir başka başkan bekliyorsunuz. Avrupa’nın düşüncesi işte budur. Oysa, biz böyle düşünmüyoruz. Millet, hâkimiyetini ve mukadderatını fiilî olarak eline almıştır. O halde bunu hukukî olarak dile getirmekten neden çekiniyoruz. Cumhurbaşkanı olmadan Başbakan seçilmesini teklif etmek kanunsuz olur. Bunda şüpheye yer yoktur. Başbakanın seçilebilmesi için, Gazi Paşa Hazretleri’nin teklifinin kanunlaşması gerekir. Genelleşmiş olan bir yanlışlığın sürdürülmesinin anlamı yoktur. Partinin bütün millete karşı yüklendiği sorumluluğun gereklerine uygun olarak hareket etmek zorunludur.
İsmet Paşa’nın ardından son derece saygın bir hukukçu olan Abdurrahman Şeref bey kürsüye geliyor ve şöyle diyor:
“Hükûmet şekillerinin teker teker sayılmasına gerek yoktur. Hâkimiyet, kayıtsız şartsız milletindir dedikten sonra, kime sorarsanız sorunuz, bu Cumhuriyet’tir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad, bazılarına hoş gelmezmiş, varsın gelmesin.”
Bu konuşmadan sonra da bazı muhalif sesler geldi, teklifin aceleye getirilmemesini isteyenler oldu ama ardından yapılan oylamada teklif kabul edildi.
Bu kabulün ardından Halk Fırkası Meclis Grup toplantısı sona erdi ve Meclis Genel Kurulu açıldı. Saat 18.00’di ve Meclis’te başkanlık kürsüsünde İsmet Paşa oturuyordu.
Meclis Genel Kurulu önce gündelik ve sıradan işlerini görüşmeye başladı. O sırada cumhuriyet ilan eden teklif Meclis Anayasa Komisyonu’nda konuşuluyordu çünkü. Meclis bazı soru önergeleri ve tıp fakültesi öğrencilerinin durumu gibi şeyleri konuştuktan sonra o sırada Anayasa Komisyonunda kabul edilen Cumhuriyet ilanı teklifi genel kurula iniyor. Genel kurul hemen bu teklifin acele görüşülmesini oyluyor ve kabul ediyor. Sonra teklif üzerinde görüşmeler başlıyor ama o zamanın adeti teklifleri parti grubunda konuşmak olduğu için Meclis tutanaklarına pek tartışma yansımıyor.
Kanun, pek çok konuşmacının ‘Yaşasın Cumhuriyet’ diyerek bitirdiği konuşmaların ardından o sırada oturumda bulunanların oy birliğiyle kabul ediliyor. O sırada saat 20.30’dur.
Hemen ardından Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhurbaşkanı olması için teklif yapılıyor ve oylamaya geçiliyor. Oylama sonucunu Meclis oturumunu yöneten İsmet Paşa 20.45’te açıklıyor:
“Türkiye Cumhurbaşkanlığı için yapılan oylamaya yüz elli sekiz kişi katılmış ve Cumhurbaşkanlığı‘na yüz elli sekiz üye, oy birliği ile Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ni seçmişlerdir.”
Bu sonucun duyurulmasının ardından bu kez artık Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan Mustafa Kemal kürsüye geliyor ve bu sıfatla ilk konuşmasını yapıyor:
Saygıdeğer arkadaşlar, dünya çapında önemli ve olağanüstü olaylar karşısında, saygıdeğer milletimizin gerçek uyanıklığına ve şuurluluğuna değerli bir belge olan Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun bazı maddelerini açıklığa kavuşturmak için kurulmuş olan özel komisyon tarafından yüksek kurulunuza teklif edilen kanun tasarısının kabulü dolayısıyla, Türkiye Devleti’nin zaten bütün dünyaca bilinen, bilinmesi gereken özelliğini, milletlerarası adıyla adlandırıldı. Bunun doğal bir gereği olmak üzere bugüne kadar doğrudan doğruya Meclis Başkanlığı‘nda bulundurduğunuz arkadaşınıza, yaptırdığınız bu görevi, Cumhurbaşkanı ünvanıyla yine aynı arkadaşınıza, bu aciz arkadaşınıza yöneltiyorsunuz. Bu münasebetle, şimdiye kadar hakkımda gösterdiğiniz sevgi, samimiyet ve güveni bir defa daha göstermekle, yüksek değerbilirliğinizi ispat etmiş oluyorsunuz. Bundan dolayı, yüce kurulunuza gönlümün bütün samimiyeti ile teşekkürlerimi sunarım.
Efendiler, asırlardan beri Doğuda haksızlığa ve zulme uğramış olan Milletimiz, Türk Milleti, gerçekte soydan sahip bulunduğu yüksek yeteneklerden yoksun zannediliyordu.
Son yılarda milletimizin fiilî olarak gösterdiği yetenek, istidat ve kavrayış, kendi hakkında kötü düşünenlerin ne kadar gafil ve ne kadar gerçeği görmekten uzak, görünüşe aldanan insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz kendisinde var olan özellikleri ve değeri, hükûmetin yeni adıyla, medeniyet dünyasına çok daha kolaylıkla gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya devletleri arasında tuttuğu yere lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir.
Arkadaşlar, bu yüksek rejimi yaratan Türk Milletinin son dört yıl içinde kazandığı zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere kendini gösterecektir. Bendeniz, kazandığım bu güven ve itimada lâyık olmak için, pek önemli gördüğüm bir noktadaki ihtiyacı bildirmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, yüce kurulunuzun şahsıma karşı gösterdiği sevgi, güven ve desteğin devamıdır. Ancak bu sayede ve Tanrı‘nın yardımıyla, bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri en iyi şekilde yapabileceğimi ümit ediyorum.
Daima, sayın arkadaşlarımın ellerine çok samimi ve sıkı bir şekilde yapışarak, kendimi onların şahıslarından bir an bile uzak görmeyerek çalışacağım. Daima, milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve galip olacaktır.
100 yıl önceden gelen bu dileğe katılmamak elde değil: Türkiye Cumhuriyeti, mutlu, başarılı ve galip olacaktır.
Yaşasın Cumhuriyet!