Türk dizileri bildiğimiz gibi: İspanya’da Melis Sezen’e büyük ilgi
Pablo Picasso aramızdan ayrılalı tam 50 yıl oldu. 20. Yüzyılın büyük ressamı yarattığı etki ve bıraktığı izlerle tartışılmaya devam ediyor. Şimdi sorulan bir soru daha var; Picasso neydi?
Güneşin tüm cömertliğini sergilediği Akdeniz’in Endülüs şehri Malaga, 20. yüzyılın dâhisinin doğum yeri olmakla haklı bir gurura sahip. Pablo Picasso, 25 Ekim 1881’de bu tarihi kentte dünyaya gelmişti. Fenikelilerin kurduğu bir koloni yerleşimi olan kentte Picasso’nun adını taşıyan müze şu an bu Lübnanlı denizcilerin kale kalıntılarının üzerinde kurulu. Roma, Arap ve İspanyol kültür katmanlarının bulundu şehrin havası elbette Picasso’yu da etkilemişti.
Tutkusu, sıcakkanlılığı, çabuk tepki veren yanı ve maçoluğu… National Geographic’in uğruna dizi çektiği Picasso’nun ölüm yıldönümünde The New York Times’ta Deborah Solomon ilginç bir yazı kaleme aldı. Solomon yazısında sanatseverlerin Picasso hakkında yaşadığı ikilemi ve “me too” hareketini de hatırlatıp soruyor: Picasso iyi miydi kötü müydü?
Kadınlarla olan fırtınalı ve şiddet dolu ilişkileri fırçalı Don Juan Picasso’nun karanlık tarafını yansıtıyor. Kadınlara karşı kaba davranışlarıyla bilinen Picasso, Afrika sanatı üzerine bir yazı yazması istendiğinde de “Afrika sanatı mı? Hiç duymadım” deyip alaycı ve küçümseyici bir tavırla dönemin ruhunu yansıtmaktan da kaçınmamış. Picasso’nun bir baba olarak ihmalkârlığını da söz konusuydu. Dört çocuğu, Picasso tarafından terk edilmeyi asla kabullenemedi. Gilot’nun çok satan “Picasso ile Yaşam” kitabını yayınladığı 1964’ten sonra, Pablo’nun çocukları Claude ve Paloma’nın ziyaretini ve hatta telefonla haberleşmeyi dahi kabul etmemişti. Deborah Solomon’un “kötü” Picasso’ya dair görüşleri böyle. Ancak artık genel kabul gören görüşe Solomon da katılıyor ve diyor ki: “sanat eserleri kusurlu insanlar tarafından yapılır”
Şimdi madalyonun diğer yüzüne bakalım. Elbette bu, işin daha çok dile getirilen tarafı. Sanat tarihi kitaplarında, resme nasıl bakmamız gerektiğini anlatan metinlerde ve ressama dair psikanalitik makalelerde bolca karşımıza çıkıyor. Peki Picasso tüm bunları hak ediyor mu? Şimdi bu sorunun cevabını arayalım.
Orhan Gencebay, yıllar önce bunu söylemişti: “Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni” Kuramsal ya da tarihi metinler sanatçı ve ürettiği sanatın birbirinden ayrılması gerektiği konusunda neredeyse fikir birliği içerisinde. Şimdi hazırsanız Picasso’yu övme servisine başlıyoruz. Karşımızda 20. yüzyılın kanlı diktatörlerinden Franco’ya direnen Picasso.
Pek çoğumuz için Picasso denince akla ilk gelen tablolardan biri ‘Guernica’. 1937 yılında Nazilerin bombaladığı Guernica’da 1600 kişi hayatını kaybetmişti. Bu trajik olayın asla unutulmaması için için Picasso 7 metre eninde devasa bir tablo yapmıştı. Picasso’nun başyapıtı günümüzde Madrid’deki Kraliçe Sofia Müzesi’nde sergileniyor. Franco, hem İspanya’da hem de Paris’te geçen yılları boyunca Franco’nun en büyük muhaliflerinden biri olmayı sürdürdü. Zaten bunun bedelini de bir nevi sürgün hayatıyla ödedi.
Picasso’nun kişiliği üzerinde bu denli durduktan sonra sanatı hakkında da bir şeyler daha söylemeliyiz. Bu konuda görüşlerine başvurduğumuz İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Üstünipek, ressam hakkında şunları söylüyor:
“Picasso kapıları yıkan 20.yüzyılın hemen başındaki devrimci atılımın öncü ismi oldu. Perspektifli mekân ve üç boyutlu figür/ nesne sunumuna ve aynı zamanda renk kompozisyonunun uyumuna dayalı estetik değerler sistemi Avignonlu Kızları resmetmesi ve Kübizmin doğuşunu ilan etmesiyle alt üst olmuş ve modern sanatın yolu açılmıştı.”
Picasso’nun sanatsal üslubu konusuna da değinen Üstünipek “Picasso’nun tam da bir sanatsal değişimin kırılma noktasında Kübizme öncülük ederek konumlanmış olduğu tarihsel rol, onun sanatçı kimliğini tanımlamak için yeterli olmaz. Yaşamı boyunca üreterek, yenilenerek, yeniyi deneyerek, Guernica örneğinde olduğu gibi toplumsal olaylar karşısında sanatçı kimliğiyle duruşunu göstererek modern ve çağdaş sanatın şekillenmesinde öncü bir sanatçı olarak kalmaya devam etmiştir” diyor.
Picasso’yu kübizme indirgemek elbette haksızlık. O her şeyiyle bir pop ikonuydu. Bu yönüyle de ondan sonra gelen sanatçılar yol açmış bir öncüydü. Picasso’nun bu öncü konumuna vurgu yapan Prof. Dr Üstünipek, Picasso’nun daha sonrasında Warhol’un pekiştireceği bir “marka sanatçı” modelinin oluşmasına da etki edip Damien Hirst, Jeff Koons, Takahashi Murakami gibi isimlerinin önünü açtığını belirtiyor. Üstünipek, son olarak herkesin kafasındaki soruyu soruyor: “Bu ‘marka sanatçı’ kimliğinin giderek piyasalaşan bir sanat ortamının baş aktörü haline gelmesinin olumsuz yönlerini de dikkate aldığımızda Picasso böyle bir modelin önünde yer almaktan hoşnut olur muydu?”
Bu soruya elbette herkes kendi durduğu yerden bir cevap verebilir. Ancak ne yazık ki Picasso’nun ne söyleyeceğini bilebilecek durumda değiliz. 8 Nisan 1973’te hayatını kaybeden Picasso, Franco’nun gidişini göremeden ölmüştü. Mezarı, Fransa’nın güneyindeki Côte d’Azur’daki Vauvenargues kasabasındadır. Kavafis’in “dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin yine” sözü ne yazık ki Picasso için mümkün olmadı. Ama coğrafyası itibarıyla Fransa’nın Malaga’ya en çok benzeyen yerinde şimdi sonsuzluk uykusunda.
Sanatta cinsel sansür: Kraliçe Victoria’nın sarayında yonca yapraklı bir Davut heykeli