‘Şeytan’ festivalde ortaya çıkacak!
Nobel ödüllü Fransız yazar Annie Ernaux, 42. İstanbul Film Festivali kapsamındaki İstanbul’a geldi. Önceki gün film gösterimine katılan yazar dün de gazetecilerle buluştu. Ernaux: Nobel edebiyat ödülümü aldığım zaman büyük bir öfke rüzgârı esti. Çünkü, Fransa'da Nobel Ödülü almış kadın yoktu.
İstanbul Film Festivali uzun yıllardır bizi birçok önemli isimle tanıştırdı. Bu isimler genelde sinema dünyasının öne çıkan simalarıydı. Nobel ödüllü Fransız yazar Annie Ernaux, 42. İstanbul Film Festivali kapsamındaki filmi ‘Super-8 Yılları’nın gösterimi için İstanbul’a geldi. Yazarın festival kapsamında İstanbul’a gelişi de heyecan yarattı.
Ernaux’nun, oğlu David Ernaux-Briot ile birlikte yönettiği film, Ernaux’nun yazarlığa adım atmadan önce çekilmiş 8 mm hatıra filmlerini bir araya getiriyor. 1972 ile 1981 yılları arasında çekilmiş super-8 filmleri, Ernaux ve ailesinin ağırlıklı olarak seyahatlerini takip ediyor. Ailecek Fransa banliyölerindeki tatiller ve özel günlerin yanı sıra Arnavutluk, Mısır, İspanya ve eski SSCB’deki gezileri yer alıyor.
Geçen perşembe Fransız Kültür Merkezi’ndeki film gösteriminin ardından izleyicilerle bir söyleşiye katılan yazar, dün de İstanbul Taksim’de Marmara Otel’de düzenlenen toplantıda basınla bir araya gelerek soruları yanıtladı. Bir saati aşan toplantının ardından basın mensuplarının kitaplarını imzalayıp fotoğraf da çektiren Annie Ernaux kendisine yöneltilen soruları yanıtladı.
“Kişisel olan ile toplumsal olan birbirlerine çok zıt değiller diyerek başlayabilirim. Kitaplarımda daha çok duygulardan söz ediyorum. Burada toplumsal ögeler barındıran duygulardan da söz edebiliriz. Benim temel kıstasım duygular. Duyguları anlatırken değil de kelimeleri seçerken estetik kaygılar devreye giriyor. Kitaplarımın çoğunda, -henüz Türkçeye çevrilmeyen- ‘Utanç’ta da olduğu gibi bu duygudan bahsediyorum. Utanmak, aslında toplumsal bir duygu. Size hep dışardan dayatılır. Ben de bu dışarıdan aktarılan utanç duygusunu kitaplarımda anlattım. Buradan hareketle dünyayı ve toplumu okumaya çalıştım.”
“Benim buraya gelme nedenim elbette siyasete müdahalede bulunmak değil ancak duygunuzu anlıyorum. Geçen sene ben de herkes gibi kendimi benzer bi durumda buldum. İçimde bir şeylerin değişmesine dair bir istek vardı. Siyasi zafer aracılığıyla değişim olmasını istiyordum. Bu sayede demokraside, herkesin konuşabilecek birbirimizi tanıyacaktık. Bu önemli bir tecrübe, kolektif bir duygu. Bunu edebiyata bağlayacak olursam, ‘Seneler’i buradan hareketle yazdığımı söyleyebilirim. Metnin içine bakınca birçok toplumsal duygu var. Birinci tekil şahıstan hareketle bizi yazıyorum. Edebiyat tam da bu doğrultuda kurulan bir yol. Yaklaşmakta olan seçim de aynı duyguların bir araya gelmesidir aslında. Öngörüler için bana yönelmemek daha doğru olabilir.”
“Pandemi, herkeste olduğu gibi bende de büyük bir değişiklik yarattı. Fransa’da insanlar kendilerini sıkışmış hissettiler. Ancak bir yandan da çok büyük kolektif bir olayın parçasıydılar. Pusulamız şaştı, birçok alışkanlığımız ortadan kalktı. Öte yandan yukarıdan gelen bütün talimatlara uyma, boyun eğme gibi bir durum da oldu. Evet, pandemi sırasında tüm toplumlar, insani bir gerekçeyle, daha fazla insanı korumak için kapandı ancak bu bir yandan da boyun eğmek, itaat etmek ve her türlü talimatı kabul etmek oldu. İnsanlar kendi çıkarlarını öne almak istedi. Aşı olmayı reddedenler de oldu.”
“Bir aileye ait görüntüleri ‘ben’ demeden anlatmak çok zor olurdu. Çünkü karşınızda gördüğünüz bir kadın var. ‘Ben ekranda gördüğünüz kadın’ diyerek bir açıklama yapıyorum. Böylesi bir filmi kişiselleştirmeden yapmak çok zor olur aksini yapmak aklıma dahi gelmedi. Yazmadığım şeyleri anlatma istediği de vardı. İlk kitabımı nasıl yazdığım gibi mesela… Bu film, bazı şeyleri anlatmama vesile oldu.”
“Fransızca angaje dediğiniz siyasi bir yazar olduğumu söyleyebilirim. Ayrıca edebiyatımın da siyasi olduğunu söyleyebilirim. Edebiyat ve sanat topluma bir bakış sunar, siyasetten kaçmaz. Sanat, edebiyat acaba sosyal yapıları değiştirmeye katkı sağlayabilir mi? sorusuna gelince… Bu çok düşük tutulması gereken bir umut. Yaptığımız şey daha ziyade bir bilinç yaratmak. Daha önce üzerinde düşünmediğimiz meselelerle ilgili atıf yapmak. Simone de Beauvoir’un ‘İkinci Cinsiyet’ kitabını 18 yaşında okumak benim içsel bir devrim yaratmıştı. Kitabı okumadan önceki ben, ben değildim. Düşüncelerim değişmişti. Edebiyat böyle bir işleve sahip. Umutlar, duygulara bu şekilde üzerinde durduğumuzda değişiklik olur. Hemen bir çırpıda olmaz.”
“Bunu söylemek bana düşmez ama çok dürüst olacağım. Evet, böyle bir duyguya sahip oldum ben de (Simone de Beauvoir’e benzetilmesi hakkında) on yıllardır pek çok okur mektubu aldıktan sonra, evet böylesi bir duyguya kapıldığımı söyleyebilirim. Ancak Simone de Beauvoir’la aramızda şöyle bir fark olabilir. Benim etki yaratmak gibi bir arzum olmadı en başında, çıkış noktam bu değildi. En başta ve sıklıkla bir ihtiyaç hasıl olduğu için bu beni yazıya itti. En başında bir ihtiyaca cevaben yazdım. Kendim dahi yazmaya başlarken nereye doğru ilerleyeceğimi bilemiyorum. Bu bir süreç, edebiyat bir süreç. Bir kuram yazar gibi yazmıyorum. Ben de çok uzun uzun düşünerek yazarım. Yazdığım her paragrafta, her cümlede “bu benim hislerimi, gözlemlerimi yansıtıyor mu, kitabın sonunda ne buluyorum, bu yazılar neyi değiştirir?” diye sorarım. Her zaman da bu şekilde yazabilmeyi umut ediyorum böyle bir Nobel ödülünü öne çıkararak değil.”
(Eril yargılar size ket vurdu mu, sorusuna cevaben) “Hayır. Ama tabi bütün bunların kökekine gitmek gerekiyor. “Hayır” demenin ardındaki sebeplere bakmak lazım. Yazmaya çalışan birçok kadının önünde engeller var. Ben kendi çekirdek ailemden söz edeyim. Çok tipik bir anne babam yoktu. Annem çok güçlü kadınların olduğu bir kuşaktan geliyor. Annem hem dişi hem de erkeksi rolü üstlenmek zorundaydı. Annem de gücünü kendi güçlü annesinden miras aldı. Bana çok güçlü ve iradeli bir kadın örneği teşkil etmiş oldu. Bu edebiyatımda da var. Zor olana karşı olma.”
“Fransa’da geçmişte çok sayıda kadın çocuklar için kitap yazmıştır bu da toplum tarafından uygun görülmüştür. Kadınlar bu şekilde tanımlanır. 20. yüz yılda ise çok güçlü bir ivme olduğunu görüyoruz. 1970’lerde kadınlar doğrudan bedenleriyle ilgili yazdılar. Ben de bu kuşaktanım sadece gizlice yaptığım kürtajdan söz etmedim, vücutla ilgili olan tüm unsurları anlatırım kitabımda. Burada çok çarpıcı olan bir şey var, her zaman şöyle bir ayırım görüyoruz. Erkeklerin yazdığı gerçekliği yansıtır gibi görünüyor.
Erkekler gerçeği tek başına yazmıyorlar fakat bu alanda tekel kurmuşlar. Gerçeğin ne olduğuna dair bir tekel kurmuşlar. Sanki gerçeğin ne olduğu onların tekelindeymiş gibi oysa bu doğru değil. Fransa’da bu şekilde görülüyor. Erkek olmak, erkek yazar olmak… Yani, erkek yazar olduğunuzda bu edebiyat oluyor. Kadınlar ise kitap yazıyor özünde çok da edebiyat olarak tanımlanmıyor. Kadın kitap yazdı oluyor, edebiyatçı olarak görülmüyor. Ben Nobel edebiyat ödülümü aldığım zaman büyük bir öfke rüzgârı esti. Çünkü, Fransa’da Nobel edebiyatı almış bir kadın yoktu. Kadınlar halen daha edebiyatta meşru görünmüyor, bu çok kapsamlı bir konu.”
“Ara sıra notlar alırım elbette. Bu notları bazen kullanırım, bazen hiç kullanmam. Örneğin ‘Seneler’de ben de bir çocuktum. Her zaman belleğime başvurdum. Notlardan ziyade belleğim esas kaynağımdır.”
“(Film) Bugünden düne bakmak, bir aileye bakmak… Ben görüntüleri çok yavaş ağır bir biçimde seyrettim. Tabii ağır çekime alıp izlemekten bahsetmiyorum. Mesela belli bölümler üzerinde notlar alıyordum, bir aşamadan sonra artık görüntülere bakmadım. Ne gördüğümü düşüncelerle aktardım. Görüntüler benim için bir nesneydi. Ben o kadının düşüncelerine zihnine annemin zihnine giremem, ama annemle ilişkim nasıldı bundan söz edebilirim. Ailelerin kendi tarihleri olmayabilir aileler hep birlikte tarihin bir parçasını oluşturur. Bu düşüncelerle metni oluşturdum David de onları düzenledi. Ben de kendisini denetlemedim sonuçta yönetmen o.”
“Türkiye’ye ilk gelişim. Sokaklarda çok fazla yürüyemedim. Görebildiğim şeyler çok da derin tespitlerde bulunmama olanak vermedi. Bir ülkeyi anlamam için okumam, tanımam, izlemem gerekiyor. Ancak bazı şeyler hissettim. İstanbul’da bir özgürlük hissi hakim. Bütün dünyayı içinde barındıran bir şehir ancak bunları anlatarak size klişeler sıralamak istemem.”
“Sosyal medya çok zor benim için, mesafeli duruyorum. İnternete ve sosyal medyaya o kadar fazla bakmıyorum. Ancak illa kötücül bir etkisi olduğunu söylemeyebiliriz. Gençlerin sosyal medya kullanımıyla daha gelişmiş bir siyasi bilinç oluşturduğunu söyleyebilirim, en azından Fransa için böyle.”
“Yazdıklarımın hayata olabildiğince yakın olmasını istiyorum. Edebiyat etten, kemikten, kandan oluşur. Edebiyat hayata ne kadar yaklaşırsa o kadar edebiyat olur.”