Galatasaray’ın kasası Beşiktaş ve Bayern Münih maçlarında dolacak!
Şöyle bir bilmece olsa cevap ne olur? Son şampiyon ama ilk beşe giremiyor; başkan ve teknik direktör sezon bitmeden istifa etti; şampiyon olan kadronun neredeyse yarısı yok; lig biraz uzasa şampiyon olabilirdi, ama bu takımın epey bir bölümü seneye olmayabilir. Başka sorum yok sayın hakim.
Önce maçla ilgili aklıma/gözüme takılanları anlatayım. Başlıktaki baklayı sonra çıkaracağım. Çünkü o bakla ıslanınca yazının da tadı kaçabilir. Zaten Trabzonsporlular öfkelenmeye yer arıyor, bir de Beşiktaşlıların tepkisini çektim mi tamamdır. Neyse, dedim ya, asıl ‘meseleye’ sonra geleceğim, şurada iki paragraf ‘analoji’ değil düzgün yorum yapalım.
Futboldan başka bir vaadi olmaması gereken bir maçtı. Kötü bir şey olarak söylemiyorum. Tarihsel bir husumet yok. Aralarında ilk maçtan kalan bir nefret yok. Şampiyonluk yarışının biraz uzağındalar. Şenol Güneş bir nefret öğesi değil. Özel bir şahsi gıcıklık da yok. Peki o zaman ilk yarıyı neden harcadık? Devre arasında iki takımın toplam gol beklentisi (xG) 0,5 olarak açıklandı. Eski deyimle yarım gol etmez bir performans. Beşiktaş tel tel dökülerek, Trabzonspor ise şevkli olsa da etkisiz başladığında; şut atmamaları dert değil, kaleye bile bakmadıklarında; pas hataları ve monotonluk 1970’lerin kulaklarını çınlattığında neredeydiniz ey ikinci yarıdakiler! Sanırım odaklanma sorunu yüzünden heba oldu ilk yarı. Öyle olmasa ikinci yarı böyle tempolu ve istekli başlamazdı. Çekilen muhtemel azarların kulakları çınlasın.
Peki ikinci yarıdan razı mıyız? Elbette razıyız. N’apalım gol olmadıysa? Ama geri kalan her şey vardı. Kaleciler hep böyle oynarsa futbolda hiç gol olmaz zaten. Ne diyordu “The Blizzard” adlı saygıdeğer İngiliz dergisi: “Gol meselesi fazla abartılıyor, güzellik mücadeledir.”
Şimdi serbest çağrışıma geçelim:
⦁ Trabzonsporlular pek istemiyor ama bu sezonun lig performansı sonrasında geleceği kurtarmak için en iyi çözüm Abdülkadir’i, Uğurcan’ı satmak olabilir. Yeni bir şey kurulacaksa onların yaratacağı maddi imkân üzerine olmalı. İkisinin de yuvadan uçma zamanı geldi gibi gözüküyor.
⦁ Abdülkadir için bir not daha: Kendine oynamayı giderek azaltıyor. Bu da onun ilk çıktığı zamanlardaki değerine yaklaştırıyor. En iyi halini biraz ‘istikrarlarsa’ dünya klası olacak. Arda Güler’le birlikte memleketin de geleceğini kurtarabilirler.
⦁ Eski Türkiye olsa birileri kesin Ghezzal’ın performansını ramazan/oruç perspektifine indirger, öyle konuşurdu. Nitekim, takım adına ilk oyundan çıkanlardan biriydi Ghezzal. İki sezon önce şampiyonluğun kahramanıyken şimdilerde bayağı tekaüt gibi duruyor. Hatta Redmond’la beraber forma giydiğinde “Şifo-Sergen oynamaz” tartışmasını hortlatıyorlar. Toparlanmalı bir an önce.
⦁ Colley-Saiss ikilisini tutmak Beşiktaş için gelecek sezonun en büyük hedefi olabilir. Bu, Saiss’in en iyi maçlarından biri olmadı. Ama gene de kalitesi giderek demleniyor. Colley ise bazen o kadar seri ki ‘premier’ bir performansa yükselebiliyor.
⦁ Lazar Markoviç eski Türkiye’den kalma bir figür gibi değil mi? Fenerbahçe’de oynarken bile ‘olmayıp gelen’ tekaüt yıldıza benzerdi. Ki o sarı-lacivertli formayı giyerken buralar hep dutluktu. Şimdi bakıyorsun, adam 29 yaşında ama çok eskimiş bir imajı var. Geldiğinde de 22’ymiş. Şimdi ne kadar koşşa, ki o kadar koşamıyor, gene de yaşlı sanki. Yazık!
⦁ Salih’in büyük maç performansı giderek artıyor. Kaleci Mert’in de ‘upgrade’ olmuş haline bakınca daha da iyi anlıyorsunuz. Hakikaten Şenol Hoca’nın en büyük sihri bu. Vasata mahkum kalan büyük potansiyelleri kinetiğe taşıyor. Lucescu’dan beri bunu Türkiye’de en iyi yapan hoca.
⦁ İlk 11’e baktığınızda neredeyse Athletic Bilbao sanki Trabzonspor. Yerlilerinden sadece biri kendi altyapısından değil. Kalanlar da yabancı zaten. Azımsamamak lazım. Yusuf da oyuna girseydi etkili pozisyondaki dört futbolcunu kendi pişirmiş Trabzonspor. Bunun değeri paha biçilemez.
Gelelim şu ‘bakla’ mevzuuna. Trabzonspor da, Beşiktaş da bu sezonki halleriyle en çok Fenerbahçe’ye benzemiyor mu? Şöyle bir bilmece olsa cevabınız ne olur? Geçen sezonun şampiyonu ama ilk beşe giremedi; şampiyonluk performansında 11 maçın 10’unu kazanan kadro neredeyse aynı oyuncularla bu sezon üç maç üst üste kazanamadı; seriyi bırakın bu maçla birlikte dört maçtır galibiyet yüzü görmüyor; yılın ortasında şampiyon yapan başkanı ve teknik direktörü istifa etti; şampiyon olan kadronun neredeyse yarısı ilk 11’deki yerini kaybetti ve kulüp borç batağında. Bu genelde hangi takımdır? Başka sorum yok sayın hakim.
Beşiktaş’a bakarsak: Bu maça kadar öyle bir yüklendiler ki dizginlere, “lig biraz daha uzun olsa şampiyon olur bu kadro” diyebilir hale geldik. Potansiyelleri yüksek, kadro iyi. Ama gelecek seneye bunların kaçını elinde tutabilecek siyah-beyazlılar? Tam bir yol alınmışken gene sil baştan başlama ihtimali az mı? Mikrofonlarımız geçen sezonun sonundaki Fenerbahçe’de.
Demek ki nefret ettiğine dönüşüyor insan. Edebiyatta, sinemada bunun izlerini bulmak mümkün. Psikanalizin bayılacağı konular bunlar. E bir de diyalektik denen bi şey var. Zıtlıkların birbirini var etmesi, hatta beslemesi meselesi. Bu durumda iki taraf da belki çok kızmaz bu Fenerbahçe teşbihine. Sonuçta var böyle bir şey.
Değil mi?