Enflasyon yüzde 6,70 ile son beş ayın zirvesine çıktı
10Haber, seçim sonrası ekonominin olası seyrini uzmanlardan aktarmaya devam ediyor. Prof. Dr. Fatih Özatay'ın yeni iktidarın 'makule dönmesi' halinde net tahminleri var: CDS bu yıl 250 baz puan, 2024 sonunda 150 baz puan iner. Enflasyon iki yıl sonunda yüzde 10'a düşer.
Seçime sayılı günler kala hemen herkesin aklında ekonomiyle ilgili sorular var. Zira kur şokunun yaşandığı Aralık 2021’den bu yana uygulanan politikalar nedeniyle ekonominin şirazesi kaymış durumda. Bugün de mevcut ekonomi politikasını, seçimden sonra ne olması gerektiğini eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı ve TOBB-ETÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatih Özatay’la konuştuk. Şu anda uygulanan ekonomi politikasının sürdürülebilir olmadığına dikkat çeken Özatay, durumu “Seçimden sonra temel soru şu: Ekonomi politikasında makule dönecek miyiz dönmeyecek miyiz?” cümlesiyle özetliyor ve seçim sonrası olası senaryoları şöyle anlatıyor:
-Seçimin bütçeye yansımaları olacak mı? Özellikle salgından sonra bozulan bütçe dengelerinde yeni sarsılmalarla birlikte ek bütçe ihtiyacının doğacağını düşünüyor musunuz?
Elbette olacak. Oluyor da. Bundan sonra asıl önemli olan, deprem harcamalarının bütçeye getireceği büyük yükün finansmanı. Finansman ihtiyacını azaltmak için, ek vergi toplamak ve seçim harcamaları gibi gereksiz harcamalardan kaçınmak gerekiyor. Uluslararası kuruluşlardan mümkün olduğu kadar destek alınması da elzem. Bunlar yapılsa bile, inşa edilecek tüm konutların ve işyerlerinin maliyetinin sadece bütçeden karşılanacağını kabul edersek, gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 10’u kadar bütçe harcamalarının artması söz konusu. 3 yıla yayılsa bu harcamalar her yıl GSYH’nin yaklaşık yüzde 3,3’ü kadar bütçe açığının artacağı ortaya çıkıyor. Bu harcamaların finansmanı, Hazine’nin borçlanmasıyla olacak. 2022 sonunda kamu borcu/GSYH oranı yüzde 27 düzeyindeydi. Oldukça düşük bir oran bu. Dolayısıyla bütçeyi, seçim harcamaları ile daha fazla bozmaz ve Türkiye’nin risk primini daha da artırıcı uygulamalardan (mesela kamu bankalarının bilançolarını bozucu uygulamalardan) kaçınırsak, deprem harcamalarını finanse etmekte önemli bir zorlukla karşılaşmayız.
–Seçimi mevcut iktidarın kazanması veya 21 yılın ardından Altılı Masa’nın kazanmasıyla birlikte yeniden parlamenter sisteme geçilmesi ekonomiyi nasıl etkileyecek? Her iki durum için ekonomik göstergelerde öngördüğünüz değişimleri tek tek sıralar mısınız?
Şu anda uygulanmakta olan ekonomi politikası sürdürülebilir değil. 2021 sonbaharında “Faizleri düşürelim, kur biraz yükselsin, rekabet gücümüz artsın, dış ticaret açığımız azalsın ve cari işlemler açığı zamanla fazlaya dönsün” şiarı ile çıktığımız yol, bizi çıkmaz bir sokağa getirdi. Önce kur patladı, ardından enflasyon. Bu sefer, kurdaki çılgın gidişatı durdurmak için peşi sıra bankaların, şirketlerin ve Hazine’nin bilançolarını bozan sayısız karar alındı. Geldiğimiz noktada; enflasyon çok yüksek, düşük faiz altın ithalatını sıçrattı, dış ticaret açığı ve cari açık rekorlar kırıyor, kura büyük baskı var ve risk primimiz çok yüksek. Kısacası, mevcut durum sürdürülebilir değil. Seçimden sonra temel soru şu: Ekonomi politikasında makule dönecek miyiz dönmeyecek miyiz? ‘Makul’den ne anladığımı şöyle özetleyeyim:
TCMB: Temel görevine dönecek; enflasyonla mücadele edecek.
Hazine: Vatandaşlarından döviz cinsi borçlanmayacak. Kur korumalı mevduat aşamalı olarak kaldırılacak. Gelir ve borç garantileri masaya yatırılacak ve bütçeye gelen yük azaltılmaya çalışılacak. Öncelik deprem harcamalarına verilecek. Bu yükü azaltmak için ek vergi -mesela servet vergisi- getirilecek.
BDDK: Bankaların röntgenini çekecek. Özellikle, bankaların sermaye durumları ve faiz artışına karşı hassasiyetleri önemli. Durum neyse, şeffaf biçimde ortaya çıkmalı. Bu, hem TCMB’nin para politikası açısından önemli olacak hem finansal istikrara ilişkin ek önlemler alınması açısından hem de risk primimiz düşürmek açısından.
Yapısal (ekonomi): TCMB yasası değişecek, tekrar bağımsız olacak (mesela yöneticilerinin görevden alınması son derece zorlaştırılacak). BDDK, SPK, TÜİK, Rekabet Kurumu gibi kurumların da bağımsızlığı önemli. İhale kanunu sil baştan yazılacak. Arazi rantı vergilenecek.
Yapısal (ekonomi dışı): Adil bir hukuk sistemi. Bağımsız ve hızlı çalışan bir yargı. Liyakata dayalı atamalar. Depreme dayanıklı inşaatlar yapılmasını, inşaat sürecinin her aşamasında sağlayacak bir sistem. Afet finansmanı için bir yapı. Güçlü sendikalar.
Peki, seçim sonrası için senaryolar neler?
M1: Millet İttifakı’nın açıkladığı program, yukarıda kısaca özetlediğim ‘makul’ programın çok daha ayrıntılısı. Hem Meclis’i hem de Cumhurbaşkanlığı’nı bu ittifakın kazanması ve açıklanan programın kesintisiz uygulanması halinde:
Risk primi: Önce yavaş, sonra hızlı biçimde düşer. 2023 sonunda 250 baz puan, 2024 sonunda ise 150 baz puana inebilir (şu anda 530 baz puan civarında).
Döviz kuru: Giderek daha fazla değerlenme baskısı oluşur.
Enflasyon: 2 yıl sonunda yüzde 10 civarına düşer.
Büyüme: 2024’te yüzde 5’in üzerine çıkar.
Riskler:
Dış: Küresel finansal piyasalarda bankacılık riski, ana ihracat pazarımız olan AB’de düşük büyüme.
Yerli: Tüketici enflasyonumuzda “Pardon yanlışlık yapılmış; daha yüksekmiş” denilmesi. Bu olursa, bütçeye ek yük gelebilir ve para politikası açısından sorunlar çıkabilir. Yerli paranın değerlenme baskısı altında kalması. Liranın değerlenmesine karşı, TCMB rezerv biriktirmeli ve BDDK özellikle kredi arzını kontrol edici önlemleri devreye sokmalı.
Cumhur İttifakı geçenlerde bir program açıkladı ancak açıklanan programın mürekkebi kurumadan ittifakın lideri düşük faiz politikasında ısrarcı olacaklarını belirtti. Dolayısıyla hem Meclis’i hem de Cumhurbaşkanlığı’nı bu ittifakın kazanması halinde farklı senaryolar oluşturmakta yarar var. Üç alt senaryo söz konusu:
C1: Yukarıda ‘makul’ olarak belirttiğim programın sadece istikrara ilişkin kısmının yapılması, yapısal reformlardan uzak durulması. Türkiye, düşe kalka yoluna devam eder. Risk primi 300’ler civarında dolaşır. Enflasyon orta vadede yüzde 10-20 arasında dalgalanır. Kısa vadede ise yüzde 30 civarında bir enflasyonla yaşarız. Büyüme dalgalı olur. Hep bir cari açık ve bu açığın finansmanı sorunu tepemizde olur.
Risk: Yukarıda belirttiklerim dışında bir de şu var: Geçmiş uygulamalar nedeniyle temelde büyük bir inandırıcılık sorunu olur: “Ya istikrar politikası yine bir tarafa atılırsa?” Risk primi, bu durumda sınırlı düşer.
C2: Sürdürülemez politikayı sürdürmeye çalışmak. Tahmine gerek yok; adı üstünde sürdürülemez. Bu senaryonun temel riski de bu zaten.
C3: Sermaye hareketlerini tamamen yasaklamak, faizleri, kredileri ve fiyatları merkezden kontrol etmek. Tüm bunları şimdiki gibi ‘sorun çıktıkça yeni sorun yaratan sözde çözümler’ gibi değil tutarlı ve iyi düşünülmüş bir çerçevede yapmak. Sonucu kestirmek zor. Bu da bu senaryonun temel riski.
Son senaryo ise şöyle:
K1: Cumhurbaşkanlığını bir ittifakın, Meclisi diğer ittifakın kazanması. Gergin bir ortam olacağı açık. Gerginliğin boyutu, bir ittifakın ne ölçüde bir diğerinin alacağı kararı engelleyebileceğine bağlı. Cumhurbaşkanlığını kazanan ittifak, Meclis’i kazanan ittifaktan Meclis’te çoğunluğu sağlayacak destek alırsa gerginlik azalabilir.
-Ekonomide son yıllarda derinleşen başta cari açık, enflasyon, rezervlerin azalması, döviz kıtlığı, uygulanan düşük faiz politikası nedeniyle yatırım araçlarının konut, otomobil, borsa gibi kanallara yönelmesi vb gelişmeler, kısa ve orta vadede ekonomik stabilitenin sağlanmasını zorlaştıracak mı?
Sorunun yanıtı bir önceki sorunun yanıtı aslında. Makule dönülürse, gidişatı tersyüz etmek mümkün. Elbette saydığınız nedenler tersyüz etmenin zorluklarını artırıyor ama ekonomiyi tekrar rayına oturtmak çok da zor değil. Unutmayalım; Türkiye’nin en azından iki temel avantajı var: Kamu borcu çok düşük düzeyde ve bankacılık sektörü her şeye rağmen sağlam.
-Son yıllarda yabancı yatırımcı sayısında ve yatırım miktarında gerileme gözleniyor. Seçimden sonra hem sıcak para hem de yabancı yatırım gelecek mi? Bunun gerçekleşmesi için ekonomide hangi göstergelerin düzelmesi gerekiyor?
Makul bir ekonomi politikasına dönersek (M1 senaryosu) ve küresel piyasalarda büyük bir çalkantı olmazsa, Türkiye’ye ilgi birden artacaktır. Bu durumda, temel sorunumuz akacak sermayenin (dövizin) lirada yaratacağı değerlenme baskısını azaltmak olacaktır. C1 senaryosunda da bir miktar sermaye girişi olur. C2’de temel sorun ‘döviz finansmanı bulamamak’ olarak karşımıza çıkar. C3’te ise durum belirsiz.
-Son zamanlarda piyasalarda yakın zamanda bir kur krizi yaşanabileceğine dair söylentiler dolaşıyor. Yabancı bankaların yayınladıkları raporlarda da her durumda seçimden sonra dövizde artış öngörüsü var. Sizce böyle bir durum mümkün olabilir mi?
Makul bir ekonomi politikasına dönersek (M1 senaryosu) böyle bir olasılık sıfır düzeyinde. C1 senaryosunda da bu olasılık düşük. Orada belirttiğim risk gerçekleşirse, düşük olan olasılık bir miktar artar. Bu olasılığın en yüksek olduğu senaryo C2 senaryosu. K1 senaryosunda ise gerginliğin nasıl yönetildiğine bağlı.
-Mevcut iktidarın değişmesi halinde kurulacak yeni hükümetin öncelikli olarak hangi adımları atması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Bunların ne olduğunu ‘makul ekonomi programı’ başlığı altında özetledim.
–Yeni hükümetin ihale yolsuzlukları ve liyakatsiz atamalar için yasa çıkarması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Elbette.