İki yıl süren müzik yasağı nihayet bitti
Altmıştan fazla film, yüzlerce şarkı, sayısı bilinmeyen ödül, hakkında yazılmış onlarca kitap ve daha pek çok şeyle Frank Sinatra tartışmasız biçimde 20. yüzyılın en önemli popüler figürlerinden biri. 25 yıl önce bugün aramızdan ayrılan Sinatra'nın hikâyesi orta sınıf bir İtalyan ailede başlamıştı.
Frank Sinatra ölümünün 25. yılında anılıyor. 14 Mayıs 1998’de hayatını kaybeden Sinatra, geriye unutulmaz bir müzikal miras bıraktı. Sinatra’nın bu mirasının onun geçmişindeki bazı ilişkilerle gölgelendiğini savunanlar da var. Adı karanlık isimlerle anılan Sinatra’nın Mario Puzzo romanı ‘Baba / The Godfather’ romanındaki Johnny Fontane olduğu da iddia edilmişti. Ancak Puzzo, bu iddiayı kesin bir dille yalanlayıp romanındaki ismin gerçek dünyada bir karşılığının bulunmadıığını belirtmişti.
Francis Albert Sinatra 12 Aralık 1915’te New Jersey’de dünyaya gelmişti. Ailesi, pek çok komşusu gibi İtalya kökenliydi. Boksör babası Saverio Antonino Martino Sinatra nam-ı diğer Marty O’Brien, İrlanda soslu takma adına rağmen Sicilya doğumlu halis muhlis bir İtalyan’dı. Pek çok hemşehrisi gibi daha iyi bir yaşam umuduyla Yeni Dünya’ya göç etmişti. ‘Baba’ ya da ‘Bir Zamanlar Amerika’da filmlerinin ambiyansını gözünüzün önüne getirdiğinizde Frank Sinatra’nın çocukluğu tam da öyle bir atmosferde geçmişti. Göçmen olmanın getirdiği çok sayıda zorluk, bir göçmenler ülkesinde dahi olsa Sinatra’nın hayatında izler bırakmaya yetmişti.
Hayatı üzerinde derin izler bırakan isimlerden biri de annesiydi. İtalya’nın kuzeyinde dünyaya gelen annesi Natalina Garaventa nam-ı diğer Dolly Sinatra, New Jersey’deki bir hastanede ebelik yapıyordu. Boş zamanlarında da eve ek gelir getirmesi için tercümanlık yapan Dolly, Frank Sinatra’nın hayatı boyunca en çok değer verdiği isim oldu.
1930’ların başında genç bir delikanlı olan Frank’ı annesi yerel bir gruba katılıp şarkı söylemesi için cesaretlendirir. Bazen küçük bir ısrar işte böylesi büyük olayların doğumuna yol açabiliyor. Daha lise yıllarındayken yerel kulüplerde şarkı söylemeye başlayan Sinatra, genlerine işlemiş olan Akdenizli sıcaklığı ve tutkusunu vokaline de yansıtmayı başarır. Her sahne performansı için 12.5 dolar ücret alan Frank Sinatra’nın kaderi 1938’de değişmeye başlar ve sesi radyoda duyulur. Radyoda seslendirdiği ilk şarkı ‘Our Love’dır.
Takvimler 26 Ocak 1940’ı gösterdiğin ilk büyük konserini veren Frank Sinatra’nın bundan beş ay sonra ilk çocuğu Nancy dünyaya gelecektirç Nancy de büyünce babasının yolundan gidecek ve hatta onunla birlikte düet yapacaktı. Nancy’nin adaşı olan annesi, Frank Sinatra’nın hayatı boyunca yapacağı dört evlilikten ilkiydi. Frank Sinatra’nın ilk eşi Nancy’den iki kızı, bir oğlu doğmuştu. Çapkınlığıyla bilenen Sinatra evlilikleri dışında farklı tarihlerde çok sayıda kadınla aşk yaşadı.
Hiç beste yapmadı
1940’larda müzikal kariyerinde hızlı bir ilerleme yakalayan Sinatra, bu başarısını mekteple taçlandırmak ister. 1950’lerin sonunda UCLA’de müzik eğitimi alan Frank Sinatra’ya dair ilginç bilgilerden biri; sanatçının kariyeri boyunca yüzlerce şarkı seslendirmesine rağmen hiçbir bestesi yoktur. Bunun yanı sıra sadece dört şarkısnın sözlerini kaleme aldı.
1960’lı yıllara geldiğimizde ise artık Frank Sinatra’nın tartışılmaz bir ağırlı söz konusuydu. Caz standartlarına da el atan Sinatra bu dönemde Duke Ellington gibi cazın efsane piyanistleriyle çalışma fırsatı buldu. 1968 yılına gelindiğinde ise 20. yüzyılın en sevilen şarkılarından birini Frank Sinatra’nın sesinden ilk kez duyacaktık. 1967’de Claude François’nın Fransızcasını meşhur ettiği ‘Comme d’Habitude‘ şarkısını ‘My Way’ olarak seslendiren Frank Sinatra bir nevi tüm hayat hikâyesini bir şarkıya sığdırmıştı.
İlki 1941’de olmak üzere toplamda 62 filmde oynayan Frank Sinatra üzerinde pek durulmasa da sayıdan görülecek üzere ciddi bir sinema geçmişine de sahip. Rol aldığı bazı filmlerin yapımcılığını da üstlenen Sinatra, 1965 yapımı ‘Non but the Brave’ filmini hem yönetti hem de başrolünde yer aldı.
Müzik ve oyunculuk kariyerini uzun yıllar boyunca bir arada götüren Frank Sinatra’nın günümüzde de tartışmalara neden olan yönü kuşkusuz yeraltı dünyası ile olan yakın temasıydı. Suç örgütü lideri Willie Moretti aynı zamanda Sinatra’nın vaftiz babasıydı. Moretti’nin örgütü, Sinatra’nın başının sıkıştığı zamanlarda illegal yöntemleri benimseyerek ünlü müzisyenin yardımına koştu. Bir diğer mafya babası Sam Giancana ile de yakın arkadaş olan Sinatra’nın, yeraltı dünyasından isimlerle finansal ortaklıklara da imza attığı iddia edildi.
ABD başkanı Harry Truman’ın kampanyalarına katılacak kadar aktivist bir Demokrat Partili olan Frank Sinatra, John F. Kennedy ile de çok sıkı bir dostluk kurmuştu. Bu dostluk, Kennedy’nin öldürülmesine kadar devam sürmüştü. Kennedy’nin ABD başkanı olduğu dönemlerde dahi Sinatra’nın Las Vegas’taki meşhur partilerine katıldığı biliniyor.
14 Mayıs 1998’de Los Angeles’ta peş peşe geçirdiği iki kalp krizi sonrası hayatını kaybeden Frank Sinatra, hem sağlığında hem de günümüzde Amerikan Rüyası’nın simge isimlerinden biri oldu. Göçmen ve orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak sadece Amerika içinde değil, tüm dünyada büyük bir şöhret kazanan ve plakları milyonlar satan Sinatra’nın müzikal mirası bugün hâlâ hafızalardaki tazeliğini koruyor. Kimi eleştirmenler tarafından 20. yüzyılın en büyük solisti olarak gösterilen Frank Sinatra’nın sahip olduğu ödüllerin sayısını muhtemelen kendisi de bilmiyordu. Amerika’nın onlarca caddesinde ismi yaşayan Frank Sinatra elbette Hollywood’daki Şöhretler Bulvarı’nda da yer alıyor.
https://open.spotify.com/playlist/37i9dQZF1DX4H3NUOwVLXj?si=1242ee1fc9a84619
La Diva Turca: Türkiye’nin dünya çapında yıldızı Leyla Gencer