18-05-2023
İsmet Berkan

Erdoğan-Kılıçdaroğlu referandumu

Erdoğan-Kılıçdaroğlu referandumu

Soran herkese aynı cevabı veriyorum: Evet 28 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunu yapacağız ama bu seçim 14 Mayıs’taki seçimden neredeyse tamamen bağımsız, ayrı bir seçim olacak.

Biz, başımıza ilk kez gelen bir şeyi yaşayacağız. Seçimin ertesi sabahı Karar gazetesinin manşetinde çok doğru bir biçimde tespit ettiği gibi, aslında ‘Seçmen bir kez daha düşünecek.’

Ve bu seçimin bir önemli özelliği var: Tayyip Erdoğan’ı bir çeşit plebisitle, bir çeşit referandumla oylayacağız.

Evet, yapacağımız seçim bir Erdoğan-Kılıçdaroğlu referandumu olacak.

‘E bunu zaten biliyoruz’ demeyin, kabul edelim ki aslında bilmiyoruz. Çünkü hepimizin kafası hala 14 Mayıs gecesinde. Ama iki gün önce de söyledim, 14 Mayıs gecesi elde ettiğimiz ve kafamızın bir yerine yazılan ‘bilgi’ bize elbette yol gösterici olacak 28 Mayıs’ta; fakat yegane belirleyici olmayacak.

Seçimde kime oy vermiş olursa olsun neredeyse herkesin gözünde ‘Erdoğan seçimi kazandı.’ Oysa seçimin henüz kazanılmadığını en iyi bilen insan bizzat Tayyip Erdoğan.

Daha o gece biliyordu seçimi kazanamadığını, o yüzden çıktı, partisinin balkonundan zafer konuşması yerine seçmenine motivasyon konuşması yaptı.

Bazıları 14 Mayıs’taki yüzde 49,5 ve 45 oya, aradaki 2,5 milyon farka bakıp 28 Mayıs’ta da Erdoğan’ın kazanacağını söylüyor ama bu hesap da yanlış. Hem Tayyip Erdoğan hem Kemal Kılıçdaroğlu bugün itibarıyla öyle milyonlarca oya değil kesinleşmiş 1’er oya sahipler, o da kendi kendilerine verecekleri oy.

Her iki aday da 15 Mayıs sabahından itibaren 28 Mayıs akşamına kadar o 1 oylarının üzerine kaç oy ekleyebileceklerini hesaplamaya ve bunu maksimize etmeye çalışmaya başladılar.

Çünkü en iyi onlar biliyor: 28 Mayıs seçimi yeni bir seçim. O seçimde, mesela sadece 14 Mayıs’ta Sinan Oğan’a ve Muharrem İnce’ye oy verenlerle şu veya bu sebeple oy vermeyen ya da oyu geçersiz sayılanlar sandığa gitmeyecek ki… Hepimiz gideceğiz.

Yani kartlar yeniden dağıtılacak.

28 Mayıs seçimiyle ilgili en temel gerçek budur.

İkinci gerçek, bu seçimin her şart altında bir ‘Tayyip Erdoğan’la devam mı, tamam mı’ referandumu olacağıdır.

Göreceksiniz, hem Tayyip Erdoğan hem Kemal Kılıçdaroğlu bu temayı işleyecekler, biri ‘Devam’ diyecek, diğeri ‘Tamam.’

O yüzden şu önümüzdeki 9 gün boyunca iki adayın birbirini kötülemesine tanıklık edeceğiz.

Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun SSK’yı batırdığını, bugün PKK ve FETÖ ile kol kola olduğunu söyleyecek, dini inancının zayıflığından dem vuracak; kendisinin ise tam bağımsız Türkiye’yi kurmak için nasıl çalıştığını anlatacak, seçim ikinci tura kaldı diye para piyasalarında yaşanan hareketliliği yabancı komplosuna bağlayacak vs vs.

Kemal Kılıçdaroğlu ise Tayyip Erdoğan’ın baskıcılığını, kötü yönetimini anlatacak, Türkiye’nin çok daha iyisini hak ettiğini söyleyecek. Kılıçdaroğlu kendisinin ne kadar milliyetçi ve vatansever olduğunu belirtecek, Türkiye’nin kendi bölgesinde ve dünyada söz sahibi olması için ekonomisini ve demokrasisini geliştirmesi gerektiğini anlatıp bunları yapacak insanın Tayyip Erdoğan değil kendisi olduğunu öne sürecek.

Daha başka kampanya temaları da ekleyebilirim ama ne demek istediğimi anlattım sanırım: Referandum iki aday arasındaki karalamaların ve kendini yüceltmelerin inandırıcılığı bağlamında geçecek.

Daha önce de yazdım, her iki aday açısından da en büyük zorluk, 14 Mayıs günü kendilerine oy vermiş olan seçmeni yeniden sandığa çekmek konusunda yaşanacak.

Eğer biz ikinci turu 28 Mayıs’ta değil mesela 4 Haziran pazar günü yapıyor olsaydık adayların işi nispeten kolaydı ama şimdi vakit çok dar ve her iki aday da aslında son derece kıymetli iki günü heba etti bile.

Dikkat edin, Tayyip Erdoğan 14 Mayıs’a giden süreçte bütün stratejisini seçimi ikinci tura bıraktırmak üzerine kurmuştu; daha ilk turda kazanmak istiyor olsa Muharrem İnce ve Sinan Oğan’a bu kadar destek vermezdi.

Ama bugün görüyoruz ki, aynen Kemal Kılıçdaroğlu gibi onun da aslında B Planı cebinde hazır değilmiş; o da iki günü boşa geçirdi.

Kaldı şurada propaganda yapmak, seçmeni motive etmek için 9 gün. 10. gün bizler kararımızı vereceğiz.

CHP çok tehlikeli bir silahla oyun oynuyor

CHP çok tehlikeli bir silahla oyun oynuyor

Seçimler bir yana, seçim gecesi başka yana. Bugün daha net görüyoruz, 14 Mayıs gecesi CHP son derece tehlikeli ve demokrasi dışı bir silahla oyun oynamış, o silahı durduk yerde kurcalamış.

Yüksek Seçim Kurulu’nun yayın yasaklarını kaldırdığı 18.30’dan dakikalar sonra televizyonlar iki ayrı kanaldan aldıkları verileri yayınlamaya başladı. Örneğin FoxTV aynı anda hem Anadolu Ajansı verisini hem de ANKA ajansının verisini ekrana getiriyordu.

İlk anlarda AA verisinde Tayyip Erdoğan açık farkla öndeydi; ANKA’da fark o kadar olmasa da Erdoğan önde gözüküyordu.

O dakikalarda CHP’nin kendi içinde kurduğu seçim izleme sisteminden bazı ekran görüntüleri sosyal medyaya ve cep telefonlarına düşmeye başladı. CHP verisine göre Kemal Kılıçdaroğlu önde gidiyordu.

Günlerdir tartışılıyor CHP bu verileri kendi örgütlerinden, onların derlediği ıslak imzalı sandık tutanaklarından aldığını söylüyor. Ama bugün biliyoruz ki o veriler doğru değildi.

CHP’nin sistemi mi hatalıydı yoksa bu partide kendi kendini kandırmaya dönük bir yalan mı söylendi?

O gece boyunca Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş defalarca televizyonlara çıkıp ‘Öndeyiz, kazanıyoruz’ dediler, AA’yı manipülasyon yapmakla suçladılar. Kemal Kılıçdaroğlu ‘Öndeyim’ diye tweet attı, seçimin artık ikinci tura kalmakta olduğunun anlaşılmaya başladığı saatlerde kameraların karşısına geçip Ak Parti’nin kendisinin önde olduğu sandıklara defalarca itiraz edip yeniden saydırdığını, bunların hala hesaba girmediğini söyledi. Yani aslında kazandığını ama Ak Parti’nin sistematik itirazlarının bu kazanma açıklamasını geciktirdiğini ima etti.

Ama şimdi biliyoruz ki bilgileri esas çarpıtan CHP idi. Bilmediğimiz, bunu bile isteye mi yaptılar, yoksa CHP’nin kendi iç sistemi tarafından mı yanıltıldılar…

Her ne olursa olsun sonuç değişmiyor: O gece, ‘seçimin çalındığını’ düşünen kalabalıklar sokaklara dökülebilirdi.

Bunlar çok tehlikeli şeyler.

Merkez Bankası’nın en zor 10 günü

Merkez Bankası’nın en zor 10 günü

Henüz sokağa yansımadı, yansıdığı kadarı da sineye çekildi diye siyaset üzerinde belki çok etkisi olmuyor ama Türkiye çok ciddi bir döviz dar boğazının içinde ve temel hatamızı düzeltmediğimiz için de bu dar boğazdan öyle kolay bir çıkış gözükmüyor.

Merkez Bankası’nın rezervleri çok ama çok düşmüş durumda; hatta bankanın borçlarını kasasındaki varlıklarından düşecek olursak bankanın aslında 70 milyon dolar kadar eksi bakiyede olduğunu görüyoruz.

Bu eksi bakiyenin pek çok sebebi var, şimdi onları tartışmayacağım. Mesele şu ki, Türkiye gündelik işleri için bile döviz bulmakta zorlanırken yine de ülkemizde ithalat artmaya devam ediyor, verdiğimiz dış ticaret açıkları devasa boyutlarda. Son bir yılda cari işlemler dengesi 55 milyar dolar açık verdi.

Kısacası şu: Kazandığımız döviz, harcadığımız paraya yetmiyor.

Aradaki açık normalde yurt dışından borçlanmayla ve yabancı sermaye girişiyle kapatılır ama bir süreden beri yurt dışından yüzde 10’a varan dolar faizleriyle ancak borçlanabiliyoruz; bırakın kalıcı yatırımlar için doğrudan yabancı sermaye girişini artık sıcak para bile gelmiyor.

Üstüne üstlük Türkiye vatandaşın ve şirketlerin Türk bankalarında ciddi büyüklükte döviz hesapları var. Merkez Bankası ne vatandaş ve şirketler bankadan döviz alıp bu hesaplarını büyütsün istiyor ne de bu dövizi çekmeye kalksın. Bankanın tek istediği dövizin bozdurulması.

Bu amaçla kur korumalı mevduat diye bir şey icat edildi; vatandaşın bankadaki TL’sine faiz ve üstüne de kur koruması getirildi. Ve bu hesaplarda biriken para 100 milyar dolar karşılığı TL’yi aştı. Yani devlet bütçesinin dolar kurundaki her 1 liralık artıştaki riski 100 milyar lira (5 milyar dolar).

Dolar kuru yükselmesin diye icat edilen bir finansal araç dönmüş dolar kurunu kontrol altında tutmanın en önemli bahanesi haline gelmiş durumda.

Şimdi seçimin ikinci tura kalması piyasadaki risk algısını tavana vurdurunca, Merkez Bankası gözünü vatandaşın dolar hesaplarına dikti.

Dikti ama bu çok tehlikeli bir kapıyı açma ihtimalini akla getirmek demek.

Merkez Bankası seçime kadar geçecek şu 10 günü çok zor geçirecek. Tabii bizler de…

‘Palyatif tedbirler…’

‘Palyatif tedbirler…’

Benim gençliğimde böyle bir laf vardı; herhangi bir sorun için meselenin köküne inmeyen, sadece o günkü yangını söndürmeye yönelik önlemlere ‘palyatif tedbirler’ denirdi.

Bir ara Türkiye’de de vardı, bilmiyorum belki hala vardır, Amerikan usulü bir oyun var, adı ‘Whack a Mole.’

Elinizde balyoz benzeri bir şey, karşınızdaki 9 delikten hangisinden dışarı bir kafa çıkarsa ona vuruyorsunuz. Giderek o kafaların dışarı çıkma hızı artıyor, siz vurmaya yetişemez hale geliyorsunuz.

Ben, ekonomi için gün aşırı açıklanan ‘palyatif tedbirler’i işte bu oyunu oynayan kişinin haline benzetiyorum.

Bir delikten bir kafa (bir sorun) çıkıyor, hop kafasına bir balyoz. Sonra bir başka delikten, sonra bir başka delikten…

Bir bankacı saymış, böyle 130’dan fazla ‘palyatif tedbir’ açıklanmış son bir yılda.

Hiç biri kök sebebi çözmeye yönelik olmadığı için de hepsi elbette geçici birer balyoz darbesi olmakla kalmışlar.

Futbol değil bir sanat formu

Futbol değil bir sanat formu

Manchester City’yi dün akşam izlemediyseniz çok şey kaçırdınız. Rakibi dünya devi Real Madrid’ten bence söz etmeye bile gerek yok; City öylesine üstündü ve topu rakibine o kadar vermiyordu ki, İspanyol takımının tarihinde böyle bir şey yaşadığını sanmıyorum.

Pep Guardiola daha Barcelona’yı çalıştırırken onun Manchester United’a karşı çıktığı bir Şampiyonlar Ligi finalini Roma’da statta seyretmiştim. Daha o zaman, ‘Bu futbol değil bir güzel sanatlar dalı’ diye düşünmüş, hatta yazmıştım.

Aynı şeyi dün akşamki tek kale maç için de söylemeliyim. City’nin oynadığına sadece futbol demek eksik ve yanlış olur bence. Şampiyonlar Ligi yarı finali seviyesinde bir takım rakibini bu kadar ezemez normalde.

Seyretmediyseniz bulun bir yerden seyredin maçı. Sonucu önemli değil, oyunu izleyin.