Yedi filmlik vizyon haftasının öne çıkan filmi 'Transformers: Canavarların Yükselişi'. Macera yeniden başlıyor ve Transformers dünyasında üçlü masa kuruluyor. Bağımsız sinema kanadından 'Saint Omer' ve 'Korkuyorum' tercihler arasında. Ayrıca animasyon ve yerli film seçeneği de var.
Transformers serisi Michael Bay yönetiminde çok yol katettikten sonra son film ‘Transformers 5: Son Şövalye’ havlu atmıştı. Büyük bir metal yorgunluğu hissediliyordu. Eee Batı dünyası ne de olsa, başaramayan koltuğu bırakır. Michael Bay de yönetmen koltuğunu bıraktı. Yapımcı saflarına geçti. Ve bir karar alındı yeni yönetmenle yeni bir hikaye yazılacaktı Transformers evreninde.
‘Creed II: Efsane Yükseliyor’ filminden tanıdığımız yönetmen Steven Caple Jr. işte ‘Transformers: Canavarların Yükselişi’ ile seriye yeni bir başlangıç yapıyor. Bu yeni başlangıçta ilk göze çarpan insan kahramanlarımız. Tıpkı Örümcek Adam’ın animasyon macerasında olduğu gibi Transformers dünyasında da kahramanlarımız artık beyaz değil. Erkek kahramanımız hasta kardeşini tedavi ettirmek zorlanan ve ailesine yardım etmek için iş arayan Latin Amerika kökenli Noah Diaz (Anthony Ramos). Kadın kahramanımız ise sanat tarihi ve arkeoloji konusunda uzman ama başarılarını sürekli çalan bir yöneticiyle çalışmak zorunda kalan siyahi Elena Wallace (Dominique Fishback).
Bir başka yenilik ise hikayede hayvan formuyla karşısıza çıkan Maximallar adlı yeni bir metal ırk. Zaten hikaye de onların üzerine kurulu. Gezegen enerjisiyle yaşamını sürdüren Tanrı robot Unicron günün birinde Maximallar’ın gezegenini yok etmeye geliyor. Lakin onların elinde çok önemli bir boyut açıcı anahtar vardır. Maximallar bu anahtarı alıp dünyaya kaçarlar.
1990’lara gelene kadar dünyada kimliklerini gizlemişlerdir. Fakat sanat tarihçisi Elana’nın anahtarın bir parçasını keşfetmesiyle her şey değişir. Bu keşif sonucu ortaya çıkan enerji halen dünyada gizlice yaşayan Autobotları da harekete geçirir. Onlar için de bu anahtar kendi gezegenlerine dönmeleri için gereklidir. Lakin bu anahtarın peşinde olan bir başkası daha vardır. Gezegen yiyen Unicron güçlü tetikçisi Scourge ve ekibi…
Kardeşinin tedavisini karşılamak için araba hırsızlığı yapmak zorunda kalan kahramanımız Noah tam da o gün bir Porche çalmaya kalkar ama bu arabanın bir Autobot olduğunu tabii bilmiyordur. İnsan dostu Mirage adamımızı kaptığı gibi Optimus Prime’ın acil çağrısıyla toplanan Autobotlar’ın yanına götürür. Böylece o da büyük bir maceranın ortasında bulur kendini…
Aslına bakılırsa yeni seri ‘Bumblebee‘ filmindeki anlatı ve deneyim üzerine kurulu. Michael Bay’in hikayenin ne önemi var mühim olan aksiyon anlayışından vazgeçilmiş. ‘Bumblebee’deki gibi bir hikaye üzerinden anlatılıyor macera. Yorucu aksiyon yerine de daha kıvamında bir ritmle aksiyon zerk ediliyor hikayeye.
Filmin meselesi de bize çok da uzak değil. Güçlü bir rakibi yenmek ancak bütün insanların, Autobotların ve Maximalların bir araya gelmesiyle mümkün. Yani ‘Birleşe birleşe kazanacağız’ sloganı Transformers dünyasında da karşılık buluyor. Birleşmek de kolay değil. Karşılıklı güven ve fedakarlık gerektiriyor… Tüm macera boyunca biz de Scourge ve ekibine karşı bu üçlü masanın kurulmasını ve eyleme geçmesini izliyoruz. Nihayetinde kazanırlarsa dünya var olacak. Kaybederlerse dünya ile birlikte hep birlikte yok olacaklar.
Açıkçası yönetmen Steven Caple Jr. dersine iyi çalışmış ve ‘Bumblebee’nin dostluk hikayesini nasıl seyirci için önemli olduğunu görmüş. (Bu arada Bumblebee’nin önlenemez yükselişi sürüyor ama Mirage’ın da ondan aşağı kalır yanı yok) Makine ırkıyla insan ırkının dostluğu üzerinden de hikayesini anlatmış. Michael Bay’ın da tabii etkileri var. Onun aksiyon tarzını yorucu olmayacak şekilde revize ediyor, ki Bay de bundan memnun olmalı yapımcı olarak.
Tabii filmin sonunda önemli bir sürpriz bekliyor. Bu sürpriz filmin devamının geleceğini ve Transformers evreninin farklı bir seyir izleyeceğini gösteriyor. Onu da söyleyelim.
42. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen filmlerden biriydi ‘Saint Omer’. Fransa’nın Oscar adayı olan film, yönetmen Alice Diop imzasını taşıyor. Genç romancı Rama, 15 aylık kızını bir plajda yükselen gelgite bırakarak öldürmekle suçlanan genç ve siyah kadın Laurence Coly’nin duruşmasını izlemektedir. Yargılama sürerken, sanığın söyledikleriyle tanıkların ifadeleri Rama’nın inançlarını sarsar, kendi değer yargılarını sorgulamasına neden olur.
Kendi deyimiyle “adalet ritüellerini belgelemeyi takıntı hâline getiren” yönetmen Alice Diop, ‘Saint Omer’de gerçek olaylara dayanarak gerçek duruşma tutanaklarını yeniden canlandırıyor. Venedik’te Jüri Büyük Ödülü, Geleceğin Aslanı Ödülü’nü alan film, geçen yıl yılın en iyi Fransız filmi seçilmişti. Artık vizyonda.
Ari Aster’in yazıp yönettiği filmin başrolünde Joaquin Phoenix var. Otoriter annesi Mona ile çalkantılı bir ilişkisi olan ve babasını hiç tanımayan son derece gergin ve paranoyak bir adam olan Beau Wassermann’ın hikayesini anlatan film elbette Phoenix’in performansına bel bağlıyor.
Kaygı bozukluğundan ve korku ataklarından muzdarip olan Beau, annesinin ölümü üzerine cenazesine katılmak için eski evine gitmek zorunda kalır. Ancak yolculuk sırasında onu bekleyen kötü güçlerle yüzleşmek zorunda kalır. Beau için bu yolculuk, iç dünyanın gizemini ve annesiyle olan ilişkisini çözmeye çalıştığı bir keşif yolculuğuna dönüşür. Phoenix’e filmde Nathan Lane, Amy Ryan eşlik ediyor.
Beher Beki’nin yönettiği Kaan Turgut, Nilay Deniz, Mert Turak’ın rol aldığı ‘Maske: Nezaketle Tebessüm’ haftanın yerli filmlerinden. Filmin odağında bir işte dikiş tutturamayan ve başı da beladan kurtulmayan Barış var. Barış’ın bütün bunları yaşamasının sebebi geçmişte yaşadığı ağır travmalar olarak görülür. Ama durum farklıdır. Film ilerledikçe bunu öğreniriz.
Gelelim haftanın animasyonlarına… İlki ‘Mia ve Ben Centopia’nın Kahramanı’. Adam Gunn, Matthias Temmermans ikilisinin yönettiği film ailesini kurtarmak için zorlu bir mücadeleye girişen küçük bir kızın hikayesini anlatıyor.
Mia, küçük sevimli bir kızdır. Yaklaşık bir yıl önce ailesi gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuş ve o günden beri kimse onlardan bir haber alamamıştır. Mia, bir gün dedesi ile birlikte Centopia Efsaneleri adlı bir kitabı bakarken, kitabın içinden küçük bir kağıt düşer. Kağıdı incelemeye başlayan küçük kız, kağıtta üç sihirli bir taşın varlığından bahsedildiğini görür. Yazılanlara göre bu sihirli taşa sahip olan kişi sonsuz bir güce kavuşacaktır. Mia, okudukları karşısında şok olur çünkü kağıtta bahsedilen taşlardan bir tanesi, babasının kendisine armağan ettiği taştır. Diğer iki taşın da anne ve babasında olduğunu düşünen Mia, onların gizemli kayboluşunun nedeninin bu taşlar olabileceğini fark eder. Küçük kız vakit kaybetmeden ailesini kurtarmak için Centopia’ya gider. Burada bilemediği bambaşka bir dünya ile karşılaşan Mia, ailesini kurtarmak için Toxor adında kötü niyetli bir kurbağa ile savaşmak zorunda kalır.
Jules Verne klasiği ’80 Günde Devri Alem’ daha önce birçok kez sinemaya uyarlardı. Samuel Tourneux yönettiği animasyonda bu sefer kahramanımız bir maymun.
Passepartout, dünyayı dolaşmanın hayalini kuran bir marmoset maymunudur. Bir gün açgözlü bir kurbağa Phileas ile büyük bir iddiaya girer. İkili, 80 gün içinde dünyayı dolaşmak ve bu süreçte 10 milyon istiridye toplamak üzere birbirlerine meydan okur. Bu sayede dünyayı gezmek için fırsat yakalayan Passepartout, sürprizlerle dolu heyecan verici bir maceraya atılır.
20 Aralık 2024 - Ormanda yeni bir lider doğuyor, şımarık oğlan dersini alıyor!
13 Aralık 2024 - Yılın en iyilerinden ‘Hemme…’: Öfke ruhu kemirir!
6 Aralık 2024 - Babaların kızları için yaptığı yolculuk hiç biter mi!
5 Aralık 2024 - Keşanlı Ali 60 yaşında mikrofonlarımız Haldun Taner’de