Yapay zekaya yatırım yapan ABD’li teknoloji şirketleri ‘nükleer güç’ istiyor
On yıldır, yapay zeka ve meditasyon alanlarının iç içe geçtiği büyüleyici bir yolculuk içindeyim.
2013’te Google’da işe başlayınca kendimi heyecanla dolu bir Makine Öğrenme (Machine Learning) dünyasında buldum. Aynı dönemde, Google’ın çalışanlarına sunduğu ‘Search Inside Yourself’ eğitim programına katılarak meditasyon dünyasına da adım attım. O günlerden bu yana, meditasyon günlük rutinimin değerli bir parçası haline geldi.
Bu iki derin yolculuk, hayatıma çok çeşitli zenginlikler ve deneyimler kattı. İlginç bir şekilde, yapay zeka ve meditasyon bu on yıl boyunca daha geniş bir kitleye ulaştı. Belki de bu uyum tesadüf değildir. Dünya hızla yapay zeka ve birçok diğer teknolojinin etkisiyle dönüşürken, değişim ve belirsizlikle başa çıkma ihtiyacı artıyor. İşte bu noktada meditasyon, belirsizlikle başa çıkmamızı sağlayan ve sürekli değişen varoluşun doğasını kucaklamamıza olanak tanıyan etkili bir araç olarak parlıyor.
Meditasyon, sık sık ruhsal yaralara iyi gelen bir merhem veya sihirli bir reçete gibi sunulup yüceltilir. Stresi hafifletme, kaliteli uyuma, daha mutlu olma gibi birçok faydası konuşulur.
Benim kendi yolculuğum da benzer niyetlerle başlamıştı. Ancak bugün meditasyonun en büyük faydasını sorarsanız, büyük harflerle ÖZGÜRLÜK derim. Bu derin bağı aydınlatmak için mühendislik ve meditasyon deneyimlerimi birleştirdiğim bu yazıya sizi de davet etmek istiyorum.
Teknoloji gerçekten de baş döndürücü. Arka arkaya takla atan robotlardan, satrançta dünya şampiyonlarını yenen yapay zekalara kadar bir bilim kurgu filmi içinde yaşıyor gibiyiz. Bu gelişmelerin arkasındaki sırlardan biri, ‘Pekiştirmeli Öğrenme’ (Reinforcement Learning) denen bir yapay zeka algoritması.
Biraz daha sade bir dilde anlatacak olursak, bir ‘ajan’ (agent) düşünün. Bu ajan bir video oyunu karakteri ve amacı bir labirentten geçerek kocaman bir peynir parçasını bulmak. Bunun için de labirentin içerisinde en hızlı ve en çok bonus puanı toplayarak peynire ulaşmayı öğreniyor.
Ajanımızda labirentin haritası yok; çevresinde dolaşarak, duvarlara çarparak ve yavaş yavaş peynirin nerede olduğunu bulmayı öğrenerek bu işi yapıyor. Bu durum, yeni bir şehirde kaybolup oradaki kafe ve mağazaları keşfetmeye benziyor. Yani, ajan, gözlemlerine dayanarak çevresi hakkında bir model oluşturuyor ve bu modeli en doğru hareketi belirlemek için kullanıyor. Ne kadar çok keşfederse, kurduğu model o kadar doğru oluyor.
Bu durumu, çocukken dünyayı öğrenme sürecimize benzetiyorum. Çocukken her şeye öğrenme merakıyla bakarız. Zaman geçtikçe bu merakımız azalır. Belki de hayata bildiklerimizle devam etmek o kadar ‘rahat’ gelir ki, yeni şeyler öğrenmeye olan ilgimiz azalır.
‘Rahat’ tanımlaması sizi rahatsız etmiş olabilir. Bir çoğumuz hiç de rahat değiliz, bunu biliyorum. Buradaki ‘rahatlık’, “Araştırmaya ihtiyacım yok, dünyanın nasıl bir yer olduğunu biliyorum” anlamında bir rahatlık.
Halbuki ‘Biliyorum’ duygusu ve tavrı yerine, ajanımızın labirentin modelini güncellediği gibi, zihnimizdeki dünya modelini sürekli güncelleyerek yaşasak isteklerimizi daha kolay gerçekleştirmez miyiz?
Bir kişi lunaparkta treni görünce neşeyle dolarken, bir başkası aynı durumda korkabiliyorsa bu farklılığın nedeni, zihnimizde oluşturduğumuz dünya modeli. Zihnimizdeki model hayatımızı şekillendirme konusunda o kadar büyük rol oynar ki üzerinde daha fazla düşünülmeyi hak eder.
İşte meditasyon, zihnimizde oluşturduğumuz dünya modelini daha iyi anlamak ve gözlemlemek için harika bir araç. Meditasyon sayesinde kendi zihnimize karşı bir gözlemci olmayı öğreniriz. Gözlemcinin tek bir amacı vardır: Gözlemek. İyisi, kötüsü, doğrusu, yanlışı, olması gerekeni yoktur. Sadece ve sadece bilinçli bir şekilde gözlemlemek vardır.
Peki, tüm bu bilgiler özgürlük kavramıyla nasıl ilişkili? Meditasyon beni nasıl özgürleştirdi?
Robotlar, dışarıdan gelen ödül ve cezalarla öğrenir. Bizim zihinlerimizse, herhangi bir dış etkiye ihtiyaç duymadan, dünya modelimize dayanarak ödül veya ceza oluşturabilir. Bizim kaçındığımız bir durumu, başkası doğallıkla yapabilir. Mesela bir arkadaşımızdan yardım istemekten çekinebiliriz, onu rahatsız ettiğimizi düşünebiliriz. Ama başka biri yardım istemeyi arkadaşlığın doğal, hatta sevgi dolu bir yanı olarak görebilir.
Bu, korkularımızın, çekincelerimizin, arzularımızın bazen zihnimizdeki senaryoların sonucu olduğunu ve bu senaryoların gerçeklikle her zaman uyuşmayabileceğini gösterir bize.
Aslında zihnimizdeki bu senaryoların sadece birer simülasyon olduğunu fark etmek çok önemlidir. Bu simülasyonların gerçek olmadığını anladığımızda, başka birçok simülasyon alternatifinin olabileceğini fark ederiz. Başka bir deyişle, yaratabileceğimiz ve yaşayabileceğimiz başka dünyalar vardır. İşte bu, özgürlüğe doğru dev bir adımdır.
Kendinizi sıklıkla benzer şeylerden şikayet ederken, benzer şeylere doğru koşarken, benzer şeylerden kaçarken, benzer ilişkiler yaşarken buluyor musunuz? Belki de bu siz ya da çevrenizle değil, bir şekilde zihninizde oluşmuş ve yerleşmiş dünya modeliyle ilgilidir.
Eğer çocukluğumuzda oluşturduğumuz dünya modeline dayanarak kararlar veriyorsak, o modeli hiç incelememişsek, hatta o modelin farkında bile değilsek, bunu gerçekten ‘özgürlük’ olarak adlandırabilir miyiz?
Belki de özgürlük, kendi eskizimizin başka milyonlarca olası eskizden sadece biri olduğunu fark ederek, onu ‘ciddiyetle hafife almak’la başlar. Hayatın oyununda ve kendimizin ötesinde birçok labirent yaratmak ve keşfetmek muhteşem bir yolculuk. Büyük keşfe ve farkındalığa giden yola, nefesimizi izleyerek başlayabiliriz.
Not: Bu yazının bazı bölümlerini ChatGPT ile konuşarak yazdım. Yapay zeka, sen nelere kadirsin ve kim bilir daha ne sürprizlere gebesin!