20-06-2023
İsmet Berkan

İnsan olmayı unutup insanları rakam olarak gördüğünüzde bu oluyor işte

İnsan olmayı unutup insanları rakam olarak gördüğünüzde bu oluyor işte

Belki normal, kendi işlevini yerine getirse iyi kötü su üstünde kalacak, çıktığı limana geri dönebilecek bir tekne. Ama balıkçılık amacıyla ve en fazla 8-10 kişilik mürettebatta çalışacağına içine en azından 750 kişi balık istifi doldurulmuş.

Libya’dan yola çıkıyor, hedefi büyük ihtimal Adriyatik denizi, artık ya Yunanistan tarafına dümeni kıracak ya İtalya tarafına.

Şimdi anlaşılıyor ki hem Yunanistan’ın hem de İtalya’nın sahil güvenlik teşkilatları bu gemiyi epeydir takip ediyor ve korku içinde bekliyor: Ya bizim tarafa dümeni kırarsa?

Aslında iki tarafın da yaptığı belli: Göçmen taşıyan ama büyük ama küçük hangi deniz aracı olursa olsun o deniz aracını kendi karasularının dışına itiyorlar, içeri girmesine engel oluyorlar.

Hatırlayın, Aylan bebeğin ölü bedeni Bodrum’da kıyıya nasıl ve neden vurmuştu? Böyle sayısız vaka yaşamadık mı Ege’de? Bir ara neredeyse her gün ‘Türk Sahil Güvenliği Yunanistan tarafından itilen mültecileri denizden kurtardı’ diye haberler geliyordu.

Dahası var: Yunanistan sahil güvenlik teşkilatı, kazayla karaya kadar ulaşmayı başaran mültecileri de botlara doldurup Türk kara sularına geri bırakıyor. Mülteciler o yüzden bir Yunan adasına yaklaştıklarında hemen botlarını batırıyor ki sahil güvenlik onları geri yollayamasın.

Aslında Yunan sahil güvenliğinin yaptığı da, İtalyan ve İspanyol sahil güvenliklerinin yaptığı da en temel insan hakları yasalarına aykırı. Avrupa Birliği’nin kendi hukukuna da aykırı. Denizden gelen mülteciye hiç değilse ‘geçici koruma statüsü’ verilmek zorunda aslında.

O yüzden bir zamanlar işi denizden kazazede kurtarmak olan sahil güvenlik örgütleri artık mülteci teknelerini kara sularına sokmamayı başlıca işleri olarak görüyor.

Avrupa’nın sınır güvenlik örgütü Frontex bu yasa dışılıkları defalarca tespit etti. Ama bizzat kendisi de bunu yapmayı sürdürüyor. Çünkü bu düzensiz göç akımına karşı zayıf gözükmek istemiyorlar. Mülteciler, 2015’teki gibi karaya çıkmaya başlarsa arkadan çok daha büyük bir akımın geleceğini düşünüyorlar.

Ama bakın onlar zayıf gözükmesin derken Libya’dan yola çıkan ve 750 kişiyi taşıyan tekne denizde arızalandı. Şimdi anlaşılıyor ki saatlerce suda kalmış, motorları çalışmıyor ve sürükleniyormuş. Yunan ve İtalyan sahil güvenlikleri civardan geçen diğer gemilerden bu tekneye erzak yardımı yapmasını bile istemiş ama kendileri gidip tekneyi kurtarmaya kalkışmamış. Tekne sürüklenip Yunan kara sularına girmiş, Mora yarımadası açıklarında da alabora olup batmış. İddiaya göre tekne batarken Yunan sahil güvenliği onu kara sularının dışına doğru itiyormuş.

Şimdi bütün dünya ‘insanlık dramı’ndan söz ediyor ama bu dram bu biçimde yaşanmak zorunda değildi. O uyduruk balıkçı gemisi rahatça kurtarılabilir, içindeki en az 100’ü çocuk onca insan da bugün hayatta olurdu.

İnsanı insan olarak değil de bir rakam olarak gördüğünüzde, onları denizin ortasında öyle bırakacak kadar acımasız da oluyorsunuz işte.

‘Gitsin, başka yerde ölsün’ diyorsunuz, ‘Benim evimde ölmesin, evimin önünde de ölmesin, başka yerde ölsün.’

Peki ama niye ölsün? Niye yaşamasın? ‘Yaşayacaksa da gitsin başka yerde yaşasın, benim evimde değil.’

Denizin ortasında kalakalmış insanları kurtarmak, onları yaşatmak ‘zayıflık’ olarak görülebilir mi?

Ailecek Afganistan’dan, Pakistan’dan kim bilir hangi şartlar yüzünden kopup taa Libya’ya kadar geliyor insanlar, sonra da belki hayatlarında ilk defa açıldıkları denizde ölüp gidiyorlar.

Neresinden baksanız insanı insan olmaktan utandıran şeyler bunlar.

Sizin, benim güvenli bir hayata ne kadar ihtiyacımız varsa, o insanların da o kadar ihtiyacı var.

Göçmen meselesi, çağımızın en büyük insanlık imtihanı.

İstanbul’un trafiği ve hava kirliliği

İstanbul’un trafiği ve hava kirliliği

Yanlış bilmiyorsam ilk Londra’da uygulandı. Şehrin merkezi bölgesine dışarıdan otomobille girmek ücrete bağlandı. Ardından Londra bu uygulamayı genişletti, otomobillerden yarattıkları hava kirliliğine bağlı olarak ayrıca ücret alınmaya da başlandı.

Uygulama, Londra’da şehir merkezindeki trafiği belirgin biçimde rahatlattı. Hava kirliliğine ise sınır getirdi.

Sonra Paris benzer bir uygulamaya girişti, şimdi anlıyoruz ki New York’ta Manhattan da aynı şeyi yapacak.

Her üç şehirde de amaç aynı aslında: Özel araç sahiplerini şehrin merkezi bölgelerine kendi araçlarıyla gelmekten caydırmak istiyorlar.

Ben uzun yıllardır İstanbul’da köprü ve otoyol ücretlerine ve şehir merkezindeki otoparklara fahiş zamlar yapılmasını savunanlardanım. İki kıyı arasında özel araçla geçişi mümkün olduğu kadar caydırmak gerektiğini düşünüyorum, şehir merkezindeki trafiği rahatlatmanın yegane yolu bu bence.

Ama mesele sadece trafik de değil. İstanbul’da son derece kirli bir havada yaşıyoruz; aldığımız her nefeste ciğerlerimize ciddi miktarda partikül de çekiyoruz. Şehirde hava kirliliğinin en büyük sebebi taşıt araçlarının egzoz gazları. Trafiği azaltmak, doğal olarak hava kirliliğini de azaltacak.

İstanbul da, şehir merkezine otomobille girmeyi ücrete bağlamayı düşünmeye başlamalı; şehrin belli bölgelerine araçla girmek isteyen İstanbullular bunun  için para ödemeli.

Geçen gün haberi vardı, New York şehri Manhattan adasının belli bölümlerine girişi ücretli yapma kararını alırken bu bölgedeki trafiğin hızının saatte 10 kilometrenin altına düşmesini dikkate almış. İstanbul’un pek çok yerine saatte 10 kilometre ortalama hız yüksek hız kabul ediliyor; örneğin Harbiye’den Mecidiyeköy’e yürüyerek daha hızlı varabiliyorsunuz.

Seçim geçti, Türkler ansızın kötümserleşti

Seçim geçti, Türkler ansızın kötümserleşti

Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK’in her ay açıkladığı Tüketici Güven Endeksi aslında bir bileşik endeks. Bunun için tüketicilerin önümüzdeki 12 ayda tasarruf yapmayı düşünüp düşünmedikleri, bundan 12 ay sonra kendilerini ekonomik olarak daha iyi bir durumda görüp görmedikleri ve yine 12 ay içinde dayanıklı tüketim malı almayı düşünüp düşünmediklerine ilişkin anketler yapılıyor. Bu anketlerin sonuçlarının ortalaması da ‘tüketici güveni’ olarak yansıyor. Kabaca bu endeksin geleceğe ilişkin iyimserlik duygusunu ölçtüğünü söylemek mümkün.

Uluslararası kabul görmüş bir analize göre endeks rakamı toplamda 100’ün üzerindeyse toplumda yaygın bir iyimserlik var; 100’ün altındaki rakamlar ise kötümserliğin derecelerini ölçüyor.

Türkiye yakın zamanda en kötümser pozisyona Haziran 2022’de düşmüş, geçen yıl endeks 63,4’e kadar gerilemişti. O dönem siyasi anketlerde de Millet İttifakı’nın oy toplamı Cumhur İttifakı’nı 10 puan geride bırakıyordu.

Ama o aydan sonra tüketici güveni toparlanmaya başladı, seçimin yapıldığı Mayıs 2023’te, yani geçen ay 91,1’e çıktı. Tüketici güvenindeki bu yükseliş, yani geleceğe ilişkin olumlu beklentiler Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın seçimi kazanmasının arkasındaki ana mekanizmalardan biri oldu.

Şimdi Haziran rakamları açıklandı, geleceğe ilişkin iyimser beklenti bir ay önceye göre keskin biçimde düştü, 85,1’e geriledi.

Geçen ay insanlar neden iyimserdi, bu ay neden daha kötümserler, endeksteki keskin kaybı izah edecek büyük bir değişiklik yaşamadık aslında.

Yaşanan tek şey, seçim ortamının hemen hemen herkese hayal kurdurması, seçim sonrası ise gerçeğe geriş dönüş oldu.

Abdüllatif Şener vakasında son durum

Abdüllatif Şener vakasında son durum

Abdüllatif Şener, 90’lı yılların ortalarından beri siyaset sahnesinde olan bir isim. Refah Partisi’nden milletvekili oldu, RefahYol hükümetinde bakanlık yaptı. Ardından Fazilet Partisi’ne katıldı, burada ‘Yenilikçi’ hareketin önde gelen üyelerinden biri olarak Necmettin Erbakan’a karşı bayrak açanlar arasında yer aldı. Derken Ak Parti kurucusu oldu, Ak Parti’de bakanlık yaptı. Sonrasında buradan da ayrıldı, geçen dönem CHP’den milletvekili olarak Meclis’teydi, bu dönem listeye alınmadı. Alınmayınca önce kızdı, eleştirel açıklamalar yaptı, sonra geçenlerde çıktı ‘Zaten Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermedim’ dedi. Günlerdir CHP çevresi Şener’i konuşuyor. Derken Şener dün bu kez ‘Kılıçdaroğlu’na oy vermedim’ açıklamasını ‘kafa bulmak’ için yaptığını söyledi. İlginç bir şaka anlayışı.

Amerika ile Çin hiç değilse konuşmayı başardı

Amerika ile Çin hiç değilse konuşmayı başardı

Biz Türkiye’de çok ilgili değiliz belki ama dünyanın en önemli gündem maddelerinden biri, Amerikan Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’in Çin’e gitmesi ve burada Cumhurbaşkanı Şi tarafından kabul edilmesi.

Bu görüşmeden herhangi bir somut sonuç çıkmadı. İki ülke aralarındaki ayrılıkları yeniden teyit etti. Ama burada önemli olan iki ülkenin konuşmaya devam edebilmesi.

Bu görüşmeyi en yakından izleyen isimlerden biri herhalde Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’di. ABD ile Çin’in birbiriyle konuşabiliyor olması, Rusya’nın Ukrayna ile savaşında Çin’den yardım görme ihtimalini azaltıyor.