Mehmet Şimşek, rasyonelden irrasyonele hızlı geçti
İster şirket yönetiyor olun ister bakkal dükkanı ister aile, fark etmez, hepimiz belli bir bütçe içinde hareket ediyor, gelirimizle giderimizi dengelemeye çalışıyor, eğer giderimiz gelirlerimizden fazlaysa bir yandan gider kısmaya çalışıyor bir yandan gelir arttırmaya…
Bu genel ilkeyi bilmeyenimiz yok; çünkü ister önümüze bir kağıt çekip bütün kalemleri alt alta yazalım, ister hesabı kafadan yapmaya çalışalım, sonuç değişmiyor.
Aynı şey aslında devlet için de geçerli. Devletin de bir bütçesi var. Devlet sonunda bizim paramızı harcadığı için de bu bütçesi, yani geleceğe ilişkin gelir ve harcama planları bizim temsilcilerimizden oluşan parlamentodan onay alıyor. Teorik olarak parlamentonun izin vermediği bir harcama yapılamaz; o yüzden bütçe kanunun içinde devleti yönetenlerin alabileceği borç miktarına ilişkin de kısıtlamalar var. Bu kısıtlamalar, onlar bütçede yazmayan bir parayı harcayamasınlar diye var.
Türkiye’de parlamento 2023 yılı için de bir bütçeyi onayladı, bu onay çerçevesinde devlet harcamalar yapıyor. Ama 2023’ün ilk yarısında bu bütçeyi derinden sarsan iki olay yaşandı.
Bunlardan birincisi 6 Şubattaki depremdi. Deprem, bütçe kanununda öngörülmemiş, öngörülmesi de mümkün olmayan olağanüstü yüksek yeni harcamalar yapılmasına neden oldu. Daha da olacak, para harcamaya yeni başladık.
İkincisi ise seçimlerdi. Bu seçime giderken siyaset vahim bir popülizm yarışına girdi; malum popülizm yarışının en kolay yolu, kalabalıklara bol keseden para dağıtmaktır. ‘Emekliliği yaşa takılanlar’ adı verilen ‘sorun’ oldukça pahalı bir yöntemle çözüldü; o yetmedi emekli maaşlarına yüksek zamlar verildi, o yetmedi memura ‘En düşük maaş 22 bin lira olacak’ dendi. Arada bir ay doğalgaz bedava yapıldı, elektrik fiyatı hala baskılanıyor, kur korumalı mevduat vs derken bütçede yazmayan dehşet verici harcamaların kapısı açıldı.
Burada defalarca yazdım, seçilen parlamentonun ilk işlerinden biri bu ekstra harcamalar için bir ek bütçe çıkarmak olacak dedim. Ama anlaşılan hükümet benim gibi düşünmüyor, bu harcamalar için parlamentodan izin alıp düzgün iş yapmak yerine yan yollara sapmaya niyetli.
Dün Meclis’e sunulan ve en düşük memur aylığının 22 bin lira olmasını öngören kanun birden bir ‘torba’ya dönüştü. Torbanın içinde devletin vergi gelirlerini (Erdal Sağlam’ın yazdığına göre) 300-400 milyar lira civarında arttırması umulan ek vergiler girdiği gibi beklenmedik bir başka şey daha torbada yerini buldu: Kur korumalı mevduat için bugüne kadar Hazine tarafından yapılan ödemelerin bundan böyle Merkez Bankası tarafından yapılması…
Toplamı epeydir 100 milyar doların hayli üzerinde olan bu KKM hesaplarında biliyorsunuz banka bir faiz veriyor, eğer dolar kuru bu faizin getirisinden fazla artarsa, aradaki fark mudiye ödeniyor. Bu ödemenin bir bölümünü, TL cinsinden açılmış olan KKM’ler için olan bölümünü Hazine ödüyordu, doğrudan dolar bozularak açılan hesapların ödemesi ise Merkez Bankası’ndan yapılıyordu.
Merkez Bankası bu türden hesaplar için 2022’de ne ödediğini Meclis’in ısrarlı sorularına rağmen açıklamadı. Karanlıkta kaldı Türkiye. Hazine ise yüklü miktarda ödeme yaptı.
Bu yıl ise durum biraz daha vahim; çünkü sadece son bir ayda kur yüzde 30’a yakın arttı. Bir hesaba göre bu yıl KKM’ye toplamda 800 milyar lira ödenecek. Şimdi bu paranın tamamı Merkez Bankası kasasında çıkacak.
Peki nasıl çıkacak? Merkez Bankası kâr edecek ve bu kârını mı 100 bin kadar hesap sahibine verecek? Hayır, Merkez Bankası bu parayı para yaratarak, yani karşılıksız para basarak verecek.
Geçmişte, en çok da Tansu Çiller döneminde, Hazine zaman zaman piyasadan TL bulmakta zorlandığında veya faizi beğenmediğinde Merkez Bankası’ndan ‘kısa vadeli avans’ adı altında para alırdı. Yani resmen karşılıksız para basılır, Merkez Bankası matbaasından Hazine finanse edilirdi.
Türkiye’yi 2001 krizine sürükleyen uygulamaların en vahimlerinden biriydi bu ve enflasyonu içinden çıkılamaz bir katılığa ve kalıcılığa bu karşılıksız para basma getirmişti.
2001 krizi sonrası gündeme gelen Kemal Derviş reformlarının en önemlilerinden biri, Merkez Bankası ile Hazine arasındaki bu para ilişkisinin kesilmesine ilişkindi. Kanunla Merkez Bankası’nın Hazine’ye avans vermesi yasaklanmıştı.
Şimdi, devlet bütçesinin ve dolayısıyla Hazine’nin üzerindeki 800 milyar liralık yük tek bir kalem darbesiyle Merkez Bankası’nın üzerine yıkılıyor.
Neden?
Ek bütçe çıkarmamak için. Oysa geçen yıl Tayyip Erdoğan bağrına taş basıp ek bütçeyi çıkartmıştı, aynı şeyi bu yıl da yapsa ne kaybederdi? Bence hiçbir şey.
Ama o ek bütçe çıkartmaktansa ekonomiyi kural ve akıl dışına (irrasyonele) çıkarmayı tercih etti, döndü Merkez Bankası’na ve ‘Çalıştır matbaayı’ dedi.
Evet bu sefer adı ‘avans’ olmayacak ve uygulama süresi de KKM’ye bağlı kalacak ama sonuç değişmiyor: Merkez Bankası para basıp Hazine’yi finanse edecek. KKM uygulaması devam ettikçe bu böyle kalacak. Üstelik biz Merkez Bankası’nın tam olarak kaç paralık ‘sübvansiyon’ yaptığını da bilemeyeceğiz, çünkü geçen yılki rakamlar da açıklanmadı zaten.
Hatırlayın, Mehmet Şimşek göreve başladığı gün, kurallı, şeffaf, öngörülebilir ve rasyonel bir ekonomi yönetimi vaat etmişti. Daha üstünden 6 hafta geçmeden ne şeffaflık kaldı, ne öngörülebilirlik ne de rasyonellik.