15-07-2023
İsmet Berkan

Menzil cemaatinin üçe bölünmesi ve bunun şimdilik barış içinde olması şaşırtıcı mı?

Menzil cemaatinin üçe bölünmesi ve bunun şimdilik barış içinde olması şaşırtıcı mı?

Herkes her yerde Menzil cemaatini konuşuyor. Adıyaman merkezli bu cemaatin bugün ‘çok büyük’ olduğunu görüyoruz ve duyuyoruz ama aslında cemaat hakkında bilgilerimiz çok sınırlı.

Geçmişi yüzyıllar öncesine dayalı olsa da esas örgütlenmesini 20. yüzyılda başlatıp yapmış bir cemaat bu. Ama tabii esas büyümesini, birkaç gün önce hayatını kaybeden son şeyhi Abdülbaki Erol’un döneminde, yani son 30 yılda yaşadı Menzil cemaati.

Bir tasavvuf tarikatı olan Nakşibendiliğin Halidiye kolunun Türkiye’deki cemaatlerinden biri Menzil. Hazreti Muhammed’in torunu Hazreti Hüseyin’in soyundan geldiğine inanılan ‘El Hüseyni’ ailesi, geleneksel olarak bu cemaatin liderliğini yapıyor. Hayatını kaybeden Abdülbaki Erol da bir ‘El Hüseyni’ idi.

Nakşibendiliğin Halidiye kolu, Irak’tan Türkiye’ye uzanan çok geniş bir coğrafyada en yaygın dini okullardan biri. Menzil de Türkiye’de bu kolun en büyük cemaati.

Ama şimdi, kendisine ‘Gavsi Sani’ ünvanıyla hitab edilen Abdülbaki Erol’un ölümü sonrası bu kalabalık cemaat üçe bölünmüş gibi duruyor.

‘Gavs’ tasavvufta geçen ve ‘en üst düzeyde olan’ anlamına kullanılan bir ünvan. Ama Abdülbaki Erol için cemaati bu ünvanla yetinmemiş, sonuna bir de Arapçadan gelen ‘sani’ kelimesini eklemiş. ‘Sani’ de ‘ikinci’ veya ‘sonra gelen’ demek. Yani merhum Abdülbaki Erol, ağabeyi merhum Muhammed Naci Erol’dan sonra gelen ‘gavs’ cemaatine göre.

‘Şeyh uçmaz, müritleri uçurur’ denir, şimdi bu eski sözün anlamının test edildiği günlerdeyiz.

Abdülbaki Erol’un cenazesinin hemen ardından cemaate ‘Eski tövbelerin ve zikirlerin geçerliğini yitirdiği’ söylendi, yeni tövbe ve zikir için Abdülbaki Erol’un üç oğlunun üç ayrı camiye gittiği, dileyenin dilediği camiye gidip ‘tövbe ve zikir’ edinebileceği ilan edildi.

Burada geçen ‘tövbe’yi İslamda günahlardan arınmak ve bir daha aynı günahları işlemek için Allah’a verilen bir söz anlamındaki ‘tövbe’ ile karıştırmamak gerek. Burada kastedilen, ‘Hangi şeyhe biat etmek istiyorsanız gidin onun ipini tutun.’

Gerçekten de bir ip var. Abdülbaki Erol’un üç oğlu, ayrı ayrı üç ipi tutuyorlar. Onlardan herhangi birine biat etmek isteyenler de gidip o iplerden birini tutuyor, zikr ediyor ve böylece hangi şeyhe bağlandığını belli ediyor.

Üç kardeşin birden aynı anda babalarının halifesi olduğunu iddia etmesi sık sık olmasa da tarihte zaman zaman rastlanan bir durum. Eskiden bu türden bölünmeler büyük kopuşlara ve hatta yer yer kanlı olaylara da neden olurdu. Şimdi Menzil cemaatinin bölünmesinin en azından ilk günlerde kavgasız gürültüsüz ve neredeyse ‘demokratik’ denebilecek bir yöntemle gerçekleşmesi çok ilginç tabii.

Ama tabii henüz acılar da, bölünme de çok taze. Bu dev ve hem mali hem de siyasi güç anlamında zengin cemaatin iç barışı hep böyle devam etmeyebilir. Çünkü en azından dört aday daha var. Bunlar Abdülbaki Erol’un  diğer iki oğlu ve iki damadı. Tabii damat deyip, ‘Kan bağı yok nasıl olsa’ diye düşünmeyin, çünkü var. Damatlar, Abdülbaki Erol’un ağabeyi ve ondan bir önceki ‘Gavs’ olan Muhammed Raşid Erol’un oğulları.

Cemaat, merhum Abdülbaki Erol’un 1993 sonbaharında başa geçmesiyle birlikte büyük bir kurumsallaşma atağına kalktı; çeşitli vakıflar bünyesinde dev bir ticaret ve sanayi imparatorluğu oluşturuldu.

Yani şimdi üç kardeş arasında yaşanan cemaate şeyh olma yarışı, biraz da bu vakıf ve şirketlerin nasıl paylaşılacağına dair bir yarış.

Tam da 15 Temmuz’un yıl dönümünde soru: Menzil ile FETÖ benzeşiyor mu?

Tam da 15 Temmuz’un yıl dönümünde soru: Menzil ile FETÖ benzeşiyor mu?

Bugün, 15 Temmuz darbe girişiminin sokağa çıkan halk tarafından bastırılmasının yıl dönümü. Son derece anlamlı ve önemli bir gün.

15 Temmuz darbe girişiminin ardında bir dini cemaat, bugün FETÖ adını verdiğimiz terör örgütü vardı. Örgütün lideri Fethullah Gülen halen hayatta ve çok uzun zaman önce Türkiye’de yaşadığı bir tutuklanma korkusunun ardından yerleştiği ABD’de.

Temelleri bundan 100 yıldan fazla zaman önce Saidi Nursi tarafından atılan ve ‘Nurculuk’ diye anılan dini akımın kendi içinde çıkardığı en büyük cemaatlerden biri FETÖ. 

Bu çeşit cemaatler, genellikle birer dayanışma ve yardım severlik örgütü gibi ortaya çıkar, zaman içinde büyük bir mali gücü ve buna eşlik eden siyasi gücü de elde ederler. Genellikle siyasi güç, o mali gücü ve cemaati korumak için gereken bir şeydir. Fethullah Gülen’in hareketinde ise bu farklıydı. FETÖ, siyasi gücü, hatta devlet gücünü bizzat o gücün kendisine sahip olmak için istiyordu. 15 Temmuz bu bakımdan devleti ve siyasi sistemi tümüyle ele geçirme girişimiydi, bir anlamda ‘işgal teşebbüsü’ydü. Halk bu büyük tehlikeyi engelledi.

15 Temmuz sonrasında devlet kadrolarından FETÖ temizliği yapılırken hep bir başka dini cemaatin, Menzil’in yükseldiğini konuştuk. Bu cemaat, özellikle bazı bakanlıklarda etkin seviyelerdeki kadroları kontrol eder olmuş, bakanlıklarda kadrolaşmaya başlamıştı. Sözü edilen bakanlıklardan biri İçişleri Bakanlığı ve polis teşkilatıydı.

Devletin, üst kademe veya alt kademe fark etmez, memurlarının inanç sahibi, hatta ehli tarik olmaları, onların kişisel seçimleri ve bu insanlar sırf bu seçimleri yapıyorlar diye onları işe almamak veya işten atmak veya onların işlerinde yükselmelerini engellemek yanlış bir davranış.

Ama öte yandan bu kişilerin ellerine verilen devlet yetkileri kullanırken, o yetkinin kanuni sahiplerinden mi, yoksa kanunda yeri olmayan kişilerden mi talimat aldıkları, sadakatlerinin ‘şeyh’lerine mi, yoksa hukuk devletine mi olduğu konusu son derece önemli.

Hatırlayın, FETÖ’nün ilk adı ‘Paralel devlet yapılanması’ydı. Paraleldi, çünkü bu örgütün devletteki uzantıları talimatları devletin kanuni temsilcilerinden değil, devletin dışındaki bir takım ‘imam’lardan alıyordu.

Mesele, Menzil mensubu olduğu düşünülen, bir kısmı artık valilik, genel müdürlük gibi üst düzey görevlere gelen kişilerin devlet dışı bir yerden talimat alıp almadıklarını bilmek, böyle talimat alanlar varsa onları devletin dışına çıkartmak.

Bir topçu bataryasının yarattığı fark

Bir topçu bataryasının yarattığı fark

Geçen gün Rusya’nın Ukrayna savaşındaki önemli cephe komutanlarından biri görevden alındı; görevden alınırken de zehir zemberek eleştirilerle dolu bir ses kaydı geride bıraktı. Rusya’da bir parlamenter bu ses kaydını yayınlayınca da ülke karıştı.

Bu karışıklığın bir tarafı, Rus ordusunun Ukrayna savaşının yönetilmesi hakkında nasıl bölündüğünü göstermesiydi. Wagner isyanında dile getirilen eleştirilerin benzerlerini yaptı bu cephe komutanı.

Karışıklığın bana esas ilginç gelen ikinci bölümü ise, Rusya’nın Batının üstün silahları karşısında nasıl çaresiz kaldığıyla ilgiliydi. Ukrayna ordusu, ABD’den gelen HIMARS adı verilen çok namlulu bir topçu bataryasını cephede yoğun olarak kullanıyor. Aslında HIMARS roketler atıyor ama bu silaha ‘topçu bataryası’ adı veriliyor, benim tam hakim olmadığım bir terminoloji.

HIMARS adı verilen silah çok uzun menzilden ‘hassas hedefleme’ denilen şeyi yapıyor. Yani akıllı bir silah. Top mermisi ama güdümlü, tam da istenen yere gidiyor. Tek başına bu silahın Rus ordusunu darmadağın ettiğine dair aylardır haberler okuyup duruyoruz. Ruslar bu silahları karadan vuramıyor, çünkü onların atış menzilinin dışında. Öyle olunca da ortaya neredeyse tek taraflı, sadece Rus askerlerinin bombardıman altında kaldığı bir savaş çıkıyor.

Savaş, elbette kimsenin istemediği ve istemeyeceği bir şey ama dünyanın bütün ülkeleri gibi biz de ordumuzu sürekli savaşa hazır tutmak için dünyanın parasını harcıyoruz. Harcamalarımızın bir bölümü de, işte ABD’nin HIMARS’ı gibi silah sistemlerine yapılıyor.

Savaş sahnesinde bir teknolojik üstünlük bile çok ciddi fark yaratıyor.

Sıcak, çok sıcak…

Sıcak, çok sıcak…

Ben Türkiye’de kendi ömrümde ilk kez ülke çapında yapılan bir sıcak hava uyarısı görüyorum. Gerçekten de ülkenin neresinde olursanız olun perşembe ve cuma günleri çok sıcaktı. Meteorolojiye göre bugün de öyle, aşırı sıcak olacak.

Havayı üfleyerek veya şikayet ederek serinletemeyeceğimize göre, sağlığımızı korumak için önlemler almak en iyisi. Uzmanlar evlerde durulmasını tavsiye ediyor. Mümkünse çıkmayın, hele güneşte hiç kalmayın. Sıvı kaybına dikkat edin, bol bol su için. Nefes almayı zorlaştıran rutubet için evinizde vantilatör dahil bütün araçları kullanmanızı öneririm.

İddia o ki geçen yıl Avrupa’da toplam 60 bin kişi sıcaklardan veya sıcağa bağlı rahatsızlıklardan ötürü hayatını kaybetmiş. Maalesef korkarım bu yıl bu rakam artacak. Ülkemizle ilgili fazla rakam bilmiyoruz ama Türkiye’de de sıcak hava başlı başına bir sağlık krizi sebebi.

‘Bir kız için üç adam hapse mi girsin?’

‘Bir kız için üç adam hapse mi girsin?’

Bilmiyorum iki gündür 10Haber’de Hazar Dost’un Hakkari’nin Tekeli adlı köyünde yaşamam vahim olaylarla ilgili haberlerini takip ediyor musunuz?

Bu köyde 11 yaşında bir kız çocuğu, 2016 yılında yaşları büyük üç erkek kuzeninin tecavüzüne uğrar. Kız binbir zorlukla şikayetçi olur, üç kişi önce tutuklanır ama 8 ay sonra serbest kalır. Onlar serbest kalınca kız çocuğu intihar eder. O intihar edince annesi de acısına dayanamaz ve ölür.

Bu arada bütün köy ailesi, hem kızını hem eşini kaybetmiş olan acılı babaya ve aileye baskı kurar, ‘Şikayetinizi geri alın’ der; aile köyden dışlanır, hayvanlarını köyün merasında otlatmalarına bile izin verilmez. Ölüm tehditleri havada uçuşur.

Bugün Hazar’ın haberinden şunu öğreniyoruz: Köyün ihtiyar heyetinden biri, ‘Bir kız çocuğu için üç erkek hapse mi girsin’ demiş.

Suç işledilerse, 11 yaşında kıza tecavüz ettilerse elbette hapse girecekler. Erkeklerin canı can da, kız çocuklarınınki patlıcan mı?