Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz: Enflasyonda yıl sonu beklentimiz yüzde 41.5
Körfez'den geleceği açıklanan 50,7 milyar doların çare olup olmayacağının yanıtlarını arayan Dr. Mahfi Eğilmez, "Sıfır atmakla para değer kazanmaz yalnızca psikolojik etkisi olabilir. Psikolojik etki olması için de bu işlemin sağlam bir ekonomi programının parçası olması gerekir" dedi.
Seçimden sonra yurtdışında hızlanan para artışıyla birlikte yurtiçinde vergilere gelen zamlar ana gündem olmaya devam ederken, içinde bulunulan durumun paradan sıfır atılarak çözülebileceği olasılığı da vatandaşlar tarafından sıkça dillendiriliyor. İşte sorunun yanıtını yine Hazine eski Müsteşarı ve iktisatçı Dr. Mahfi Eğilmez, her zamanki gibi “kamuoyunu doğru bilgilendirme” tutkusuyla veriyor. Eğilmez, “Kendime Yazılar” adlı bloğunda yayınladığı son yazıda, özellikle Körfez’den geleceği açıklanan 50,7 milyar doların derde derman olup olmayacağının yanıtlarını aradı. “Paradan sıfır atmakla para değer kazanmaz yalnızca psikolojik etkisi olabilir. Psikolojik etki olması için de bu işlemin sağlam bir ekonomi programının bir parçası olması gerekir” diyen Eğilmez, şu noktalara dikkat çekti:
“2005 yılında paradan sıfır atıldığında Türkiye ciddi bir IMF programı uyguluyordu. Bankacılık reformu yapılmış, zayıf bankalar TMSF’ye devredilmiş, bütün bankaların sermayeleri güçlendirilmiş, çeşitli kurallar getirilmişti. Kamu mali disiplininin güçlendirilmesi yolunda önemli adımlar atılmış, bütçe açıkları düşürülmüş, kamu kesimi borçlanması buna göre azalmıştı. Kamu harcamaları da disipline edilmiş, enflasyonda gerileme başlamıştı. Bunlara paralel olarak faizler de düşüyordu. Türkiye, Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlamanın eşiğindeydi ve ülkeye doğrudan yabancı sermaye girişinde artış başlamıştı. Özetle söylemek gerekirse tam olarak olmasa da gerekli alanların çoğunu kapsamasa da bir yapısal reform paketi yürütülüyordu. Bütün bu girişimler TL’nin yabancı paralara karşı konumunu güçlendirmiş, sermaye hareketlerine bir kısıtlama ya da denetim getirmeye gerek kalmadan kur istikrar kazanmıştı. Böyle bir ortamda paradan sıfır atılması, fiziksel olarak iyileşmeye başlayan ekonomiye psikolojik destek sağlamış, beklentilerin olumlu yöne çevrilmesine katkı sağlamıştı. Bugün bu saydığımız reformların hiçbiri ortada yok. Üstelik yapılması gereken yapısal reformlar yalnızca ekonomiyle ilgili olmaktan sosyal ve siyasal alanlara da yayıldı. Dolayısıyla bu tür fiziksel istikrar sağlayıcı adımlar atılmadan paradan sıfır atılması insanların kafasını karıştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Türkiye, 2001 krizine girdiğinde IMF ile bir stand-by programı uygulaması içindeydi. 2000 ile 2008 arasında Türkiye, IMF’den yaklaşık 45 milyar dolarlık fon kullandı. Türkiye’nin 2001 krizinden çıkışında IMF’den kullandığı bu fonun önemli etkisi oldu. İnsanlar bu paraya bakarak körfezden geleceği söylenen 50 milyar doların aynı etkiyi yaratarak Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu krizden çıkıp çıkmayacağını soruyorlar. Bu tür krizlerden çıkışta elbette ki para çok önemli ama tek başına krizden çıkışı sağlayamaz, sağlasa bile kısa süre sonra tekrar krize girilmesini engelleyemez. Tıpkı paradan sıfır atılması konusunda değindiğim gibi IMF’nin bu maddi desteğine ek olarak o dönemde bazı gerekli yapısal reformlar yapılmıştı. Ayrıca IMF’nin bu parasal desteğine ek olarak ciddi miktarda doğrudan yabancı sermaye girişi de olmuştu. Yalnızca 2006 yılında Türkiye’ye 21 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye girişi oldu. 1923 – 2004 arasında toplam doğrudan yabancı sermaye girişinin 15,4 milyar dolar olduğu hatırlanırsa bu girişin ne kadar önemli olduğu görülür. Bu yüksek girişler sonraki yıllarda da devam etti. O yabancı sermayenin geliş nedeni IMF programı ve Türkiye’nin Avrupa Birliğiyle tam üyelik müzakerelerine başlamış olmasıydı. Parasal destekle birlikte o reformların yarattığı olumlu beklentiler ekonominin hızla iyiye gitmesini sağladı. Önümüzdeki dönemde körfezden geleceği söylenen 50 milyar doların hangi formda ve hangi sürede geleceğini bilmiyoruz ama medyada yazılanlardan anlaşıldığı kadarıyla bunun bir kısmı yapılan dış ticaret anlaşmalarından sağlanacak ihracat tahmini, bir kısmı Eximbank’a verilecek krediden ve karşılıklı yatırım miktarlarından oluşuyor. Bir programa dayanmayan ve beraberinde yapısal reformları getirmeyen bu tür parasal desteklerin 2001’deki gibi bir çıkış ve hatta olumlu beklenti yaratması mümkün görünmüyor. Zaten piyasa da bu gelişmeye göre şekillenmedi.
Birçok kişi açık artışının bu yıl yaşanan depremlerdeki kayıpların giderilmesi için gereken yeni harcamalardan kaynaklandığını düşünüyor. Doğrudur, depremlerin bütçe açığının artmasında büyük etkisi oldu. Çünkü yıkılan konuların, iş yerlerinin, alt yapının yenilenmesi, sonradan parasını uzun vadede tahsil edecek olsa bile insanlara yeni konutlar verilmesi için, alt yapının yenilenmesi için devlet, harcama yapmak zorunda. Bunlar bütçeye gider yazılıyor ve dolayısıyla bütçe açığı artıyor. Yıllardır alınan deprem vergisinin niçin yapıların yenilenmesinde kullanılmadığı sorusunu bir yana bıraksak bile bütçe açığı artışının tek nedeni depremlerin yarattığı gider artışı değil. Geçen yıl deprem yoktu, buna karşılık bütçe altıncı ayda yetmez olunca ek bütçe kanunu çıkarılarak bütçe artırıldı. 2022 yılında başlangıç bütçesi 1,7 trilyon liralık gider öngörüyordu, yıl ortasında bu bütçe yetmez hale gelince 1,1 trilyon liralık ek bütçe çıkarıldı ve toplam haracıma limiti 2,8 trilyon liraya yükseltildi. Savaş dönemleri dâhil Cumhuriyet tarihinde böyle bir ek bütçe görülmemişti. O nedenle buna ek bütçe değil ikinci bütçe demek daha doğru. 2022 yılında deprem olmadığı halde sorun neydi de bütçeye yüzde 65 oranında ek yapmak zorunda kalındı? Bu gibi durumlarda sorun iki yerden birisinde ortaya çıkan gelişmelerden kaynaklanır: Ya vergiler enflasyon kadar artmıyordur ya da giderler gelirlerden ve enflasyondan daha hızlı artıyordur. Geçen yılın sorunu kamu harcamalarının yüksekliği ve hızlı artışıydı. Faizi düşürüp de enflasyonun denetimi tümüyle kaybedilince kamu giderleri de hızla yükseldi. İtibardan tasarruf olmaz gerekçesiyle kamu giderlerinde tasarruf da yapılmadığı için bütçe yetmez oldu. Bu yıl depremin bütçe giderlerine olumsuz etkisi olduğu kesin. Ne var ki artışın tek nedeni deprem değil. Gerçekte enflasyon hala çok yüksek ve kamu giderleri açıklanan enflasyonun çok ötesinde artıyor. Bütçe üzerinde ortaya çıkan gider artışı etkisini kamu giderlerinde tasarruf yaparak azaltmak mümkün. Yayınlanan göstermelik tasarruf genelgesiyle tasarruf yapılamaz. Kamu kesiminin elindeki arabalar, onların bakım ve benzin masrafları, uçaklar, lüks binalar, geceleri açık bırakılan ışıklar, lüks mobilyalar, gereksiz geziler, iki üç kamu kurumundan alınan maaşlar devam ederken daha az kâğıt, kalem ve dosya kullanarak kamu harcamalarından tasarruf yapılamaz.
2023 yılında oluşacak devasa bütçe açığını önlemenin yolu sadece vergileri artırarak düşürülemez. Kamu harcamalarının da mutlaka kısılması gerekiyor. Kamu harcamalarının gerçek anlamda kısılması bütçeye maddi katkı yapmaktan başka beklentileri de olumlu yöne çevirecek bir adım olur.”