Hall of Fame’in bu yılki yıldızları: Kate Bush, George Michael ve Missy Elliott listede
Wham grubu bir süredir yeniden gündemde. Netflix'te yayınlanan belgesel George Michael ve Andrew Ridgeley tarafından kurulan grubun hikâyesini izleyiciyle buluşturuyor. İçinde bolca nostalji, arkadaşlık, özveri ve başarı barındıran belgesel, aynı zamanda adeta bir yıldızlar geçidi.
Wham fırtına gibi estiği 1980’li yıllarda hafızalara kazınan şarkılara imza atmıştı. Bu efsane topluluğun kurucusu iki çocukluk arkadaşı George Michael ve Andrew Ridgeley’in hikâyesi geçen günlerde Netflix’te yayınlanan belgeselle bir kez daha gözler önüne serildi. Kuzey Londra’da 1970’lerin başından başlayan hikâyenin sonunda bir hayalin gerçekleşmesi sonra o hayalin bile ortaya çıkan yeni hedefler karşısında nasıl dar geldiğini görüyoruz.
Georgios Kyriacos Panayiotou ya da bizim daha çok bildiğimiz adıyla George Michael, Kıbrıs kökenli bir ailenin çocuğu olarak 25 Haziran 1963’te dünyaya gelmişti. Andrew John Ridgeley ise Londra’nın güneybatısındaki Windlesham kasabasında aynı yılın 26 Ocak gününde doğmuştu. İkilinin yolları Ortaokulda kesişmiş ve gelecek yıllarda müziğe damga vuracak Wham’ın hikâyesi de bu sayede başlayacaktı.
Belgesel, her biri, birbirinden sempatik nostaljik fotoğraflardan oluşan seçkiyle bu iki arkadaşın ergenlik yıllarına uzanıyor. Sınıfa sonradan katılan George Michael’ın, ilk iletişim kurduğu isim belki de kaderin bir cilvesi Andrew Ridgeley olur. Muhabbetleri birbirine denk bu iki gencin müzik zevkleri de uyumluydu. Eh sıkı bir dostluğun başlaması için başka neye gerek var ki?
1980’li yıllara gelindiğinde dünyayı iki müzik türü kasıp kavuruyordu. Birincisi asi ve başkaldıran gençliğin sesi olan rock, diğeri ise hayata daha eğlenceli bir yönünden bakmayı yeğleyen disko. Bu iki genç kanka ikinci yolu çoktan seçmişti bile. Kâh George Michael’ın kâh Andrew Ridgeley’in evinde buluşan ikili zamanlarının büyük bölümünü müzik dinleyerek ve sonrasında da ortaya kendi işlerini çıkarmayı deneyerek geçiriyordu. 1980’lerin kült topluluğu Wham işte böyle bir ortamda doğdu.
Pop, hip-hop, bolca disco ve yer yer de kaçınılmaz bir biçimde rock seslerini kullanan Wham’ın hikâyesi 1981 yılında başladı. 1986 yılına kadar yoluna devam eden grup bu kısa sürede 30 milyondan fazla albüm sattı. Grupta sözleri yazıp müzikleri besteleyen ağırlıklı olarak George Michael idi. Hamurunda da epeyce yıldızlık vardı. En yakın arkadaşı Andrew Ridgeley ise sanki kaderi buymuşçasına hep ikinci adam görüntüsü çizmekteydi. Netflix’te yayınlanan belgeseldeki röportajlar ve itiraflar da bu konuya sürekli dile getiriyor.
George Michael tarafından insanlığa armağan edilen ‘Wake me up Before You Go Go’, ‘Freedom’, ‘Different Corner’ ve elbette ‘Careless Whispers’, bugün Wham şarkısı olmaktan ziyade George Michael eseri olarak hafızalarda yer etmiş durumda. Bu durum aslında bundan 30 küsur yıl önce de böyleydi. ‘Last Christmas’ şarksıyla modern çağın en sevilen Noel şarkılarından birine de imza atan ikilinin uyumu dönemin basını tarafından sürekli bir biçimde kurcalanıyordu.
Wham’ın çıkan her yeni teklisi ya da konseri öncesi ikiliyle bir araya gelen basın mensupları sorularıyla özellikle Andrew Ridgeley’i sıkıştırıyordu. Gazetecilerin sorduğu soru belliydi: “Kendini ikinci plana itilmiş gibi hissediyor musun?” O dönemin en çok dinlenen topluluklarından biri olan Wham’ın bir üyesine belki de en sorulmayacak soruydu belki de bu. Zira ardarda gelen başarılardan sonra grup üyelerinin egolarının kabarması, hayatın doğal akışı içerisinde bir şeydi.
Ancak Andrew Ridgeley bu tip provokatif sorulara dahi, tabiri caizse vakur duruşunu bozmadan cevap veriyordu her seferinde. “Biz böyle bir grubuz ve mutluyuz”. Bu mutluluğun bir sebebi de George Michael’ın aurası ve liderliğini kabullenen grup arkadaşının bir adım geride olmayı kabullenmesinde gizliydi.
Ancak her şeyin gibi bunu da bir sonu olacaktı elbet. Wham’ın sınırları, kalıplar ya da ruhu da diyebileceğimiz her şeyi artık George Michael için birer prangaya dönüşmüştü. Bob Geldof’un Etiyopya’da yaşanan açlık karşısında başlattığı yardım kampanyası çerçevesinde 1985 yılında gerçekleşen Live Aid konseri bu açıdan en büyük kırılma olur. Konseri yaşı yetmeyenler ‘Bohemian Rhapsody’ filminin final sahnesinden de hatırlayabilir. Kimler yoktu ki? Queen, David Bowie, U2, Bob Geldof, Elton John, Madonna, Carlos Santana, Tom Petty ve daha nicesi o akşam tek tek sahne alırken aslında iki isim performansıyla konsere damga vurmuştu. Birincisi elbette Freddie Mercury idi.
İkinci ismi de tahmin etmek zor olmasa gerek: George Michael. Bu olay sonrası Wham grubunun devam etmesinin pek de bir anlamı kalmamıştı. Zira Andrew Ridgeley konserde biraz da bilinçli bir biçimde ve kaderine de razı gelerek arka planda kalmayı tercih etmişti. Zira grup arkadaşı ve Elton John’un unutulmaz performansı karşısında zaten yapılabilecek pek de bir şey yoktu.
Andrew Ridgeley’in muhtemelen tarifi zor olarak nitelendirebileceğimiz yaşadığı bu duyguların yakın arkadaşı George Michael da farkındaydı. Belgeselin üzerinde en çok durduğu ve izlerken izleyicileri en çok duygulandıran sahnelerinden biri olan bu bölümde ikilinin Wham efsanesini sonlandırma kararı da ekranlara taşınıyordu. Ancak bu efsanevi hikâyenin bitişi öyle oldu bittiye getirilemezdi. Tabii ki büyük bir veda gerçekleşmeliydi. Vedanın adresi de bir futbol mabedi olduğu kadar müzikseverler için de benzeri bir hüviyet kazanan Wembley olacaktı.
Live Aid konserinin yanı sıra Queen’in üst üste iki gün verdiği ve biletlerinin satışı hızı bakımından Guinness Rekoru kıran performanslarının gerçekleştiği bu tarihi mekân Wham’ın da vedasına ev sahipliği yapacaktı. İnternetsiz bir dünyada uzun bilet kuyrukları neticedesinde bilet almayı başarabilen şanslı izleyiciler bu tarihi olaya tanıklık etmeyi başarmıştı. Konser bittiğinde artık Wham’ın hikâyesi de bitmişti. Geride milyonlarca albümlük satış, bol ödül ve müzik tarihine geçen bir grup kalmıştı. Bu aynı zamanda George Michael’ın yeni hayatının da ilk günü olacaktı. Çocukluk arkadaşı Andrew Ridgeley içinse durum biraz farklıydı.
Beklendiği üzere Andrew Ridgeley bundan sonraki süreçte pek görünür olmamayı tercih etti. George Michael ise 1987’de yayınladığı ‘Faith’ 1990 çıkışlı ‘Listen Without Prejudice’ ve 1996’da hayranlarıyla buluşturduğu ‘Older’ gibi albümlerle milyonlarca yeni hayran kazandı; 1990’lı yıllara da damgasını vurdu.
Hayat çok garip bir yolculuk tabii. Wham’ın vedasına tanıklık eden Wembley yine 1986’da gerçekleşen konserler Freddie Mercury’nin de farkında olmadan hayatının bu minvaldeki son gösterisi olacaktı. Yine kaderin bir cilvesi olarak 1992 yılında Freddie Mercury’nin ölümünden yaklaşık bir yıl sonra yine aynı statta George Michael bu kez yanında Andrew Ridgeley olmadan bir Queen klasiğini, ‘Somebody to Love’ı unutulmaz bir biçimde seslendirecekti. Live Aid’deki yıldızlar geçidini aratmayan konserden elde edilen gelir AIDS ile mücadele için Freddie Mercury tarafından kurulan vakfa bağışlanmıştı.
Grubun dağıldığı Wembley’deki konserle biten belgesel, hem Wham’ı hem de bu topluluğun hayattaki tek üyesi Andrew Ridgeley’i yeniden gündeme getirdi. George Michael için “yeniden” kelimesini bilinçli bir şekilde kullanmadım zira 25 Aralık 2016’da aramızdan ayrılan efsane müzisyen zaten gündenmde olmayı sürdürüyor. Aradan geçen yaklaşık 40 yıl haliyle çok şeyi değiştirdi. En başta da Ridgeley’in o aslan yelesi gibi saçlarını. Profesyonel bir grup olarak toplamda beş yıl süren bir yolculuğu hikâyesi de dostluk, özveri, kabullenme ve adanmışlıkla son buldu. İyi ki Wham bu dünyadan geçmiş.