Ressam Cihat Burak’tan öyküler: Kalemini de fırçası gibi kullanıyor
Edebiyatçı, gazeteci ve yaşadığı dönemin önemli isimlerinden biriydi Rebia Arif. Lakin unutuldu. Adı bile anılmaz oldu. Fakat edebiyat araştırmacısı Yağmur Yıldırımay onun bu unutulmuşluğuna son verdi. Hem Arif'i hem de ilk romanı 'Kadın Tipleri'ni yeniden hatırlattı bize.
“Hayır, çocuk değilim baba, evet tekrar ederim, hayatımı başkalarının iflasına veya emirlerine bağlamaktansa kendi azim ve irademle parçalanmayı tercih ederim.”
“Yeni hayat değişiklikleri ne olursa olsun, medeni kanunlarla lehinizde ne kadar haklar verilirse verilsin kadın, daima kocasının hükmü altındadır.”
“Kadın bir arkadaşa, dostça muamele etmesini bilmeyen, ona haris gözlerle bakan bir erkek, kadını daima kendine mahkûm telakki eden, onda yalnız dişilik arayan bir adam; daha doğrusu bir hayvandır” demişti.
Bu satırlar, Rebia Arif’in 1934 yılında tefrika edilen ve 1935’te kitaplaştırılan ‘Kadın Tipleri’ kitabından. Arif, 88 yıl önce, bugün -maalesef- hala tanıdık gelen ataerkil düşünce yapısıyla mücadele etmiş ve bunu satırlarına aktarmış bir yazar. Lakin büyük bir çoğunluk onun isminden habersizdi. Ta ki edebiyat araştırmacısı akademisyen Yağmur Yıldırımay’ın derlediği Everest Yayınları etiketiyle yazarın ilk romanı ‘Kadın Tipleri’nin birkaç ay önce yayımlanmasına kadar.
Selanik’te Asır adıyla çıkmaya başlayan Yeni Asır gazetesinin kurucularından Abdurrahman Arif’in kızı olarak 1903 yılında dünyaya gelir Rebia Arif. Yazmış, okumuş, iyi eğitim almış, kadınların her alanda söz sahibi olabileceğine inanan ve bunun mücadelesini veren biri oldu daima. Fransızca ve Rumcayı anadili gibi konuşan, İzmir’deki pek çok cemiyette aktif görev alan, Edebiyat Cemiyeti’nin üyelerinden biriydi. Yazdıklarıyla İzmir basının önemli isimlerinden biri haline geldi. Satırlarında kadınlar hep vardı, güçlü ve ne istediğini bilen, söz konusu kendileri olduğunda erkeklerin dar görüşleriyle mücadele etmesi gerektiğini bilen kadınları yazdı. Yeri geldiğinde moda hakkında da yazıyordu, aynı gazetede kadın haklarını savunan başka bir yazı da.
Arif’in hayatına dönüp bakıldığında yazdıklarında kendisinden izler görmek mümkün. Eğitimli, ayrıcalıklı ve bu ayrıcalıkları nasıl kullanması gerektiğini bilen, kadınları cesaretlendiren biriydi. Üstelik yalnız da değildi, onunla aynı dönemde Nezihe Muhiddin, Sabiha Sertel, Suat Derviş gibi görece daha radikal feministler de vardı. Arif, bu isimler arasında neden en az hatırlanan ve bilinen isim oldu, bu da ayrı bir soru işareti. Bu noktada kitabı yayına hazırlayan Yıldırımay’ın sözlerine kulak vermek de fayda var:”Nihayetinde Rebia Arif, Fatma Aliyelerin açtığı yolda İkinci Meşrutiyet’le olgunlaşan, Birinci Dünya Savaşı ile kadınların çalışma yaşamına dahil olduğunu gören, Fransızcası sayesinde Batı’yı takip edebilen, feminizm hakkında bilgi sahibi olan bir kadındı. Hiçbir şey, birdenbire olmadı.”
Zira Arif mücadelesini sadece edebiyatla da sürdürmedi, aktif siyasete de atıldı. Takvimler 1930’u gösterirken Ahenk gazetesinin sahibi Cevriye İsmail’le birlikte Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın İzmir merkezinden belediye meclisi üyesi adayı olur ancak seçilemez. Ancak bu onu durdurmaz.
Dört yıl sonra gazetesi Yeni Asır’da ‘İntihabat ve Kadın’ başlıklı bir yazı yazar. Türkiye Cumhuriyeti’ndeki tüm kadınlara kendinizi gösterin, seçimlere katılın diyerek cesaretlendirir. Bu yazıda cevap verdiği biri daha vardır. “Türk kadını henüz dün denecek yakın bir zamanda erkekle müsavi tanınmış, her hakka kavuşmuş oldukları halde bugün Fransız feministlerini utandıracak ve imrendirecek kadar her meslekte ve her mevkide muvaffakiyet göstermektedir. Esasen yeni Türkiye’de bir feministlik davası bile olamaz. Madem ki bu dava, kadını da vatandaşlık hakkına ve müsavi hukuka kavuşturma davasıdır” diyen Fransız bir gazeteci…
Mücadelesini farklı alanlara taşısa da edebiyat en büyük liman oldu Rabia Arif için. Yeni Asır’ın arşivlerine bakıldığında 1921 tarihli ‘Mina’nın Arif’in tefrika edilmiş ilk romanı olduğu görülüyor. Yine gazetenin eski sayılarına bakıldığında Kır Perisi (1932), Ayşe’nin Öcü (1933), Kadın Tipleri (1934), Beni Seviyor mu (1934), Yalnız İkimiz (1934), Zindan Güneşi (1935), Çapraşık Duygular (1935), Kadın İsterse (1936) isimli romanları da tefrika edilmiş çalışmaları arasında. Bu kitaplara dönüp bakıldığında her birinde ne istediğini bilen, bu uğurda adım atmaktan çekinmeyen ve erkeklere ayrılmış alanlara sızarak eşitlik mücadelesi veren kadınların kadın karakterlerin ortaklaştığı görülüyor.
1934’te tefrika edilen ‘Kadın Tipleri’ ise yazarın kariyerinde farklı bir yerde duruyor. Roman, bazı yönleriyle hem yazarın hayatından hem de Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki gelişmelerden izler taşıyor.
Yazarın kitaplaşan tek romanı, İstanbul’da işe başlayıp İzmir’de devam eden gazeteci-yazar Sencan ile karşılıyor okuru. Sencan’ın kendisi gibi gazeteci kocası Kâmran ile yaşadığı sorunları, mesleki olarak onu hor görme çabasıyla nasıl mücadele ettiğini okuyoruz ilk satırlarda.
Daha sonra başka bir kadının hikayesine açılıyor roman. Yine bir erkekle, bu kez babasıyla geleceği ve kariyeri için mücadele eden Sencan’ın yeğeni Bilen ile… Cumhuriyet’in ilk yıllarında hedeflendiği gibi kadınların hayatın her alanında aktif olması istenir. Bunlardan biri de mühendisliktir. Bilen karakteri de babası Sami Bey ile meslek tercihi konusunda çakışır.
Sami Bey’e göre kadınlar elbette meslek sahibi olmalıdır ancak bunun sınırları vardır. Doktor, muallim, avukat olabilirler, sanatla mutlaka ilgilenmelidirler ancak Bilen’inki gibi mühendislik hele de pilotluk sadece ‘şımarık ve çocukça’ bir fanteziden ibarettir.
Roman devamı boyunca bu iki kadının mücadelesini anlatmaya devam ediyor. Kahramanları Cumhuriyet dönemi kazanımlarını benimseyen ve daha ilerisi için mücadele etmekten çekinmeyen kadınların yanı sıra toplumun hoş görmeyeceği kadınları da anlatıyor. Kahramanlar kaderlerini kendileri tayin etmek istiyor, herhangi bir erkeğin boyundurduğuna girmek istemeyen kadınları anlatıyor.
Döneminin kadın mücadelesine, kendine tayin ettiği alana ve kıstaslarına dair bir bakış açısı sunan tüm bu satılar, günümüz Türkiyesi’nde hala birçok kadının karşılaştığı ve maruz kaldığı durumları görmek mümkün. Lakin ‘benzerlikler’ bir arpa boy yol gidemedik ümitsizliğinden çok kadın mücadelesinin tüm istikrarıyla devam ettiğini gösteren bir umut yakmayı başarıyor.
Rabia Arif, 1936’da hayatını kaybetti. Büyük bir emek ve özveriyle yazdığı gazetesi Yeni Asır ölümünü ‘Çok elim bir kayıp’ diye duyurdu. “Bütün muhitine, ailesinden başlayarak himaye heyetine dahil olduğu mektep çocuklarına kadar sonsuz şefkat ve sevgisini yaymış, bunu hayatının en yüksek gayesi saymış olan Rebia Arif apansız gelen amansız bir hastalığa” kurban gitmiş, dönemin gözde entelektüellerinden biri hayatını kaybetmişti, elbette büyük bir kayıptı.
‘Susmak ve durmak’ bilmeyen bir kadındı Rabia Arif. Neyse ki yıllar sonra bu değerli yazar ve aktivistle tanışmak için bir kapı aralandı. Aksi, edebiyat tarihi ve okurlar için çok daha elim bir kayıp olurdu.