Şarkıcı Teoman'ın Parya adlı şarkı sözlerinin yarattığı tartışmaya yazarımız Ümit Alan da girdi. Ona göre Teoman geç kalmış bir tartışmayı başlatmaya çalışıyor.
En az on beş yıl olmuştur, bir reklam ödülleri gecesindeyiz. Ödüller dağıtıldı, sıra ‘after party’e geldi. Genç reklamcılar olarak zaten tören öncesi kokteylden epey yükümüzü almıştık.
Reklam ajanslarında bir yazar ve bir art direktörden oluşan mini ekipler vardır. O gece de art direktör ekip arkadaşımla beraberiz.
Yanımızda dans eden o gece tanıştığımız iki kızla da biraz yakınlaşmıştık ya da biz öyle sanıyorduk derken ortamda bir anafor oluştu. Bütün gözler bize doğru dönmüştü, bir tuhaflık mı var diye üstümüze başımıza bakarken durumu anladık.
Teoman gelmişti ve tam bizim yanımızda duruyordu. Teoman gelince haklı olarak bizim kızların dikkati dağılıverdi. Gece boyunca verdiğimiz emek zayi olmak üzereydi.
Tam bu sırada ekip arkadaşım, Teoman’a doğru yaklaştı. Ben de aman mevzu çıkmasın diye gerilerek dikkat kesildim. Arkadaşım, Teoman’ın kulağına müzik sesini bastıracak ölçüde bağırarak “Abi akşam başından beri burada emek veriyoruz, geldin iki dakikada tezgahımızın önünü kapattın, biraz daha ötede durur musun lütfen?” minvalinden bir şey söyledi.
Ben o anda ertesi günün magazin programlarında “Teoman ile kavga eden genç reklamcılar” diye kendimizi görür gibi oluyor, acaba arazi olsam mı düşünüyor ama bunu ekip arkadaşlığına yediremiyordum. Başa gelen çekilecekti. Fakat o da ne! Teoman küçük bir kahkaha attı “tamam anladım” anlamında başını salladı ve hızla uzaklaştı.
O dönem gözümdeki Teoman imajına aykırı bir sakinlik ve halden anlama davranışı içindeydi. Teoman o gün daha bir gözümde büyüdü.
Bu barışçıl tavrını, ileride ‘toplumsal barışa katkı sunmak için’ ortaya çıktığında hatırlayacağımdan habersizdim tabii.
Teoman’ın henüz yayınlanmamış ama sözlerini bildiğimiz, Necip Fazıl Kısakürek’e adadığı tuhaf bir şarkıyla başlattığı tartışmada bir yanım çok fazla Teoman’dan yana olmak istiyor.
Şarkılarını ayrı, şarkı sözü yazarlığını ayrı seviyorum. Ne söylemeye çalıştığını da az çok anlıyorum ama konuya o kadar yanlış bir yerden ve o kadar yanlış bir referansla girdi ki, savunmak zor.
Gençlere hitap ettiğini söylediği için benim gibi 44’lük bir kardeşinin lafına kulak asmayacaktır elbette ama ben yine de orta yere yazayım.
Belli ki Türkiye’deki kutuplaşmadan rahatsız. Bunu zaman zaman ben de düşünüyorum hatta bunun yeni medyadan kaynaklanan tarafları üzerine epey yazı yazdım. Türkiye’nin yeni medya ortamında da tek seslilikten uzakta bir merkez medyaya ihtiyacı olduğunu vurguladım.
Özellikle seçim döneminde Mevzular Açık Mikrofon programının başarısı bunun işaret fişeği gibiydi. Tüm bunlara rağmen bu kutuplaşma söyleminde bir parça haksızlık var.
Sanki iki eşit kutuptan söz ediyoruz gibi oluyor. Oysa kutup diye söz edilenlerin bir tarafı iktidarda, diğer tarafı özellikle son seçimden sonra iyice sinerek kendi kabuğuna çekilmiş durumda.
ABD’de ya da başka Batı ülkelerindeki gibi belli demokrasi koşullarında, yargının garantörlüğünde oluşan iki kutuptan söz etmiyoruz çünkü. Eğer bir kavga varsa, top da hakem de saha ve zemin şartları da bir tarafın lehine.
Tek bir örnekle anlatayım. Kutbun bir tarafı, seküler yaşam tarzını savunanlar, diğer tarafı ise muhafazakar yaşam tarzını savunanlar olsun.
Tam da okulların açılmasının arifesindeyiz. Çocuğu yeni okula başlayacak bir seküler ailenin gerginliğini düşünelim. Ya dünya kadar para verip çocuğunuzu özel okula göndereceksiniz ve bir parça içiniz rahatlayacak ya da devlet okuluna gönderecek, hangi müfredat ve liyakatle nasıl bir eğitim verildiği konusunda hep endişe taşıyacaksınız.
Eğer paranız yoksa, bu endişeyi mecburen yükleneceksiniz ya da ağır koşullarda çalışıp diğer birçok şeyden feragat ederek özel okul parası biriktirmeye çalışacaksınız.
Benim çocukluğumun geçtiği Türkiye’de, seküler ailemin böyle bir endişesi yoktu. Çocuklarını gönül rahatlığıyla devlet okullarına gönderdiler ve fena bir sonuç da çıkmadı.
Belki o zaman da başka ailelerin başka endişeleri vardı ama bu, şu anki rövanşist durumu açıklamıyor. Teoman, mevcut iktidar partisinin ilk yıllarında yani 2000’lerin başında açılsa belki bir parça anlamı olacak tartışmayı bugün açıyor.
Teoman bu şarkıyı iktidara yanlamak ve bunun nimetlerinden faydalanmak için yaptı diye düşünenler var. Bu görüşe kesinlikle katılmıyorum.
Teoman’ın böyle bir şeye ihtiyacı olmadığı gibi böyle bir yanlamanın Teoman’a kaybettireceği kazandırdığından fazla olur.
O nedenle samimiyetle bir risk aldığını ve toplumun gidişatıyla ilgili bir derdi olduğunu düşünüyorum.
Yaşlıları es geçip gençlere seslendiğini söylese de açtığı tartışma, aslında kendi neslinin ve demokrasi çağının tartışması.
Oysa bugünün gençleri bir enfokrasi toplumunda yaşıyor. Enfokrasi toplumunda, demokrasi toplumunda olduğu gibi konular tek bir kamusal alanda tartışılmıyor ve herkes kendi ekranına ve akışına bakarken ötekine sağırlaşıyor.
Byung Chul Han’ın kavramı anlattığı kitabında* çok isabetli bir şekilde söylediği gibi “Toplumun artan atomizasyonu ve narsistleşmesi, bizi ötekinin sesine sağırlaştırır. Aynı zamanda empati kaybına da yol açar. Bugün herkes benlik/kendilik kültünü yüceltiyor. Herkes kendini gerçekleştiriyor [performer] ve üretiyor. Demokrasinin krizinden, internetin algoritmik kişiselleştirmesi değil, ötekinin kaybı, dinleme yetisinden yoksunluk sorumludur.”
İşte kamusal alanın bunca önemsizleştiği, herkesin sosyal medyadaki kendi performansıyla ilgili olduğu ve kendi filtre balonuna gömüldüğü dünyada, Teoman’ın biz böyle böyle bölünmüştük siz bölünmeyin gençler uyarısı, eski moda bir söylem olarak sırıtıyor.
Türkiye’nin temel çelişkisini (Doğu-Batı) yadsımıyorum elbette. Ayrıca meselinin nicedir özenle unutturulmaya çalışan sınıfsal tarafını da es geçmeyelim. Bununla birlikte, Teoman’ın Türkiye’deki aydın kesime getirdiği bu eleştiriyle de bugünün gençlerine yol gösteremeyiz.
Farklılıklarımızı anlayıp kucaklaşmak, toplumsal barışı sağlamak sadece eski defterleri açarak olacak iş değil. Kendi öznel ayrılıklarımızla birlikte enfokrasi toplumu da bunun önünde engel.
Oysa bizim acilen birlikte konuşacağımız gündemlere odaklanmaya ihtiyacımız var. Bunun için de sadece bir aydın tipolojisinin değil, iktidar dahil medyasından siyasetine herkesin sorumluluk alması gerek.
Tüm faydaları bir tarafa, bütün dünya üretken yapay zekânın riskleri üzerine konuşurken biz neleri konuşuyoruz mesela?
Sosyal medya dünyadaki tüm çocuklar ve gençler üzerinde onarılmaz izler bırakırken, dünyadaki birçok devlet bu alanı düzenlemeye çalışırken bizim gündemimiz ne?
‘Sosyal medyada sansür olsun mu olmasın mı, tutuklasak mı, tutuklamasak mı’dan öte bir sosyal medya düzenlemesi tartışabiliyor muyuz?
İktidarımız ne, muhalefetimiz ne? Çağımızı anlayabiliyor muyuz?
Bütün bunlardan ‘Cihangir Aydını’ diye nitelenen; varlığı, yokluğu ve etkisi tartışmalı aydın kesimi sorumlu olamaz herhalde.
Bu konular, Teoman’ın da bir şarkısında söylediği gibi “Eskiden çok eskiden / ben daha çok küçükken / yani Cennet Plajı otopark olmamışken” tartışılsaydı belki anlamlıydı ama bugün temel meselemiz değil. Çünkü bunları tartışacak bir kamusal alanımız bile yok ve bunun tek sorumlusu aydınlar olamaz.
Velhasıl, Teoman’ın aniden başlattığı bu tartışmaya hak vermeyi çok istedim ama hiç mümkün olmadı. Türkiye kutuplaştı, hiçbir şey konuşamıyoruz tartışmasına iki eşit kutbun olmadığı ön kabulüyle başlamalıyız.
Yoksa Necip Fazıl’ı anlasak ne, anlamasak ne?
*Byung-Chul Han, Enfokrasi: Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi, Ketebe Yay, Ekim 2022
20 Kasım 2024 - Sanki başka bir çağdan gelen umut reçetesi: Federer’in Nadal’a veda mektubu
13 Kasım 2024 - Biraz da “Gayrisafi Milli Mutluluk”tan söz etsek mi?
10 Kasım 2024 - Hani Kamala Harris etkileşim şampiyonuydu, ne oldu bizim Vahşi 25’liklere?
6 Kasım 2024 - Muhalif siyasetçiler Jose Mourinho’nun maç çıkışı açıklamalarından ne öğrenebilir?