Mimar Emre Arolat, "Çalışırken işi sonuna kadar ciddiye alan birisiyim. En küçük işi bile dünyanın en önemli işi gibi alıyorum. Eğlenirken de bunu yapıyorum, yani çalışırken aynı zamanda eğleneyim gibi bir konum yok, zaten çalıştığım işten keyif alıyorum" diyor.
Bu sabah yine erken kalkıp yeni yazımı yazmak için bilgisayarın başına oturdum. Bazen bir toplantıda, bazen de araba kullanırken aklıma gelen yazı fikirlerini not alıyorum. Sonra da üzerine düşünüp, araştırma yapıp, hafızamı zorlayıp tuşlara basmaya başlıyorum. Eski yazılarıma bakıp aynı konu ve olayları tekrar etmemeye çalışıyorum. ‘Bazen bir kitabı, bazen bir insanı paylaşacağım seninle, bana ilham veren girişimci zihinleri’ diye yazmışım ilk yazımda.
Bugünü ona ayırmak istedim. Öncelikle yaptığı işlerle beni çok etkileyen bir isim. Karşılaşacağımı, aynı masada oturup sohbet edeceğimi düşünemediğim, çok farklı alanlarda işler üretmemize rağmen ne yaptığını, ne yapacağını, ne söyleyeceğini her zaman merak ettiğim bir isim. Ama oldu, aynı masada oturduk ve sohbet ettik, podcastime konuk oldu, aklımdaki soruların hepsini cevapladı.
Türkiye’nin ve dünyanın en önemli mimarlarından, Emre Arolat. Sadece yaptığı işlerle değil, söyledikleri ve yaptığı eylemlerle de etki yaratan, işini çok severek yapan, sayısız genç mimarın yetişmesine olanak sağlayan ve hâlâ usta-çırak ilişkisine inanan bir fikir lideri.
Burada yaptığı işlerden bahsetmeyeceğim, Sancaklar Camii, Antakya Müze Otel, İstanbul Resim Heykel Müzesi benim en sevdiklerim. Dünyanın birçok ülkesinde iş yapmış ve yapmaya devam eden, çok büyük bir mimarlık ofisini kurmuş ve yönetmeye devam ediyor.
Girişimci ve yönetici gözüyle benim asıl ilgimi çeken, bir mimarın bu kadar önemli eserler üretirken, yüz mimarın çalıştığı bir ofisi nasıl bu kadar iyi yönettiği? Aynı anda hem Akdeniz ülkelerinde hem Avrupa’da hem de dünyanın her yerinde büyük yapı projelerini hayata geçirmesi. İşlerini son derece titiz ve başarılı yönetirken, dünyanın en iyi mimarlık okullarında ders vermesi, en prestijli mimarlık ödüllerinde yönetim ya da yürütme kurullarında yer alması.
Elazığ için ‘Umut Elazığ’ ve Antakya için de ‘Ortak Akıl-Antakya’ projeleri için emeğini ortaya koyması.
Dünyanın işlerini takip ettiği bir mimar değil sadece, işini ve markasını çok iyi yöneten bir girişimci. Büyük girişimcilik konferanslarına ve Türkiye’den çıkan global markalar konuşmalarına adı mutlaka eklenmeli.
Sohbetimizde benim için, her proje için yaptıkları araştırmalar, müşteri görüşmeleri ve mimarlık ve sanat arasındaki ilişkiye bakış açılarını dinlemek çok keyifli ve öğreticiydi.
Ama ben konuyu iş ve ekip yönetimi konularına getirmeyi başardım. Bana da ilham veren konuşmamızdan bazı başlıkları da buraya taşıdım. Bir mimarın, bir sanatçının liderlik ve girişimcilik özelliklerini anlamaya çalıştım.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Amerika’ya çalışmaya ve bu işin oralarda nasıl olduğunu görmeye gidiyor. Anne ve baba mimar ve mimarlık ofisleri var. Amerika’dan geri dönüyor ve tam 17 yıl anne ve babası ile birlikte çalışıyor, tam bir usta-çırak ilişkisi. Projelerde ve idari konularda fikirler farklılaşmaya başlayınca 2004’te ayrılıp kendi ofisini kuruyor. 2004’ten bu güne çok sayıda mimari proje üretiyor, sayısız ödüller alıyor. Aile ofisinden ayrıldıktan 2 yıl sonra Edirne’de hayata geçirdiği tekstil fabrikası ile dünyada Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü alan ilk endüstriyel yapı oluyor.
Şimdi sıkı durun, anne ve baba yıllar içinde aile ofisini kapatıp Emre Arolat’ın ofisinde birlikte çalışmaya başlıyor. Babası bugün bile her gün Emre’nin ofisine çalışmaya gidiyor. Yaptığı işler farklı ve sıra dışı. Ama asıl farkı, yaptığı projelerdeki tutkusu ve kararlığı.
Müşterilerini sıra dışı işlere nasıl ikna ettiğini soruyorum. Özellikle Sancaklar Camii gibi alıştığımız formların çok dışında bir projeyi. Öncelikle çok detaylı, farklı kaynaklardan ve uzmanlardan 4,5 ay süren bir araştırma yaptığını öğreniyorum. Elbette proje sahibi aileyi ikna etmek kolay olmamış. ‘Mimarlarla, sosyologlarla, din adamlarıyla görüştüm, sayısız kaynak ve kitap araştırdım. Sonra kafamda oluşturdum ve çizdim’ diyor. Sancaklar Camii’nin proje sunumunda Büyükçekmece Müftüsü’nün, ‘Eğer sunuşlar önüme gelseydi kabul etmezdim ama Emre Bey’den dinleyince kabul ettim’ demesinden çok etkileniyor. Onlarca proje, yüzlerce eskiz çizerek hazırlanmıyor. Çok uzun süren araştırma ve konuşmalar, kafada tasarlama ve kağıda dökme.
İş hayatında da ne anlattığımızdan çok nasıl anlattığımız önemlidir. Müşteriyi, paydaşları ikna etmek yazı yada çizimden çok sözlerimizle gerçekleşir. Tam da buna iyi bir örnek.
Sancaklar Camii sayısız ödül alıyor. Çok sayıda da olumsuz eleştiri. Emre, yine yaptığı ve inandığını savunmak için çok kararlı. Girişimciliğin ve liderliğin en önemli özelliklerinden biri. Yapıcı olmayan eleştirilere takılmıyor, önüne bakıyor. Ama kendini ve işlerini anlatmaktan ve savunmaktan da vazgeçmiyor. Çünkü sadece inandığı işleri yapıyor.
“Çok sayıda reddettiğim iş var, benim dünya görüşüme uymayan, yapılmasını zararlı bulduğum her türlü işi de reddederim” diyecek kadar yaptığı işin arkasında duran bir isim.
“Bu coğrafyada iyi şeyler cezasız kalmaz . Bu Doğu kültürüne ait bir şey. Türkiye’de yaşayan mimarlar arasında Ağa Han ödülünü 2 mimar değil de 25 mimar alırsa, yine dünyanın en iyi mimarlık okullarında Türkiye’den daha çok mimar ders verirse bu bakış açısı da değişir” diyor.
En sevdiğimiz iş, üretmekten çok üretenleri eleştirmek. Ya da en çok ‘aman, bu işlere girme’ diyenler hiç girişmeyenler değil midir? Gelelim bugün daha çok öne çıkartmak istediğim bölüme; işi ve ekibi yönetme kısmına. Ekibiyle çalışması nasıl, nasıl yönetir, işten ayrılmak isteyenleri nasıl karşılar?
-Ben işletme ya da yöneticilik okumadım, önümüzde örnek alabileceğim büyük mimarlık bürosu örnekleri de yoktu. Büyük mimarlık ofislerinin yapısını ve idari işleri ile ilgili ilk farklı uygulamaları Amerika’da çalışırken gözlemledim. Türkiye’de küçük ofisler varken, onların çok çalışandan oluşan yapılarını anlamaya çalıştım. Biraz dünyada insanlar neler yapıyor bunu takip ediyorsunuz, bu artık gittikçe kolaylaşan bir hal aldı.
– Dünyada kafanızı dağıtacak o kadar çok şey var ki, ben iyi konsantre olan biriyim. Fiziksel ya da zihinsel bir üretim söz konusu olduğunda her şeyi unutup o konuya konsantre olabilirim.
-Eski ortağım bir gün geldi ve bana, “Ben kendi hatalarımı yapmak istiyorum ve kendi kanatlarımla uçmak istiyorum” dedi. “Çok destekledim”.
-Mimarların son dönem alışkanlığı mimarlığı bırakıp şarapçılık yapmak oldu. Benim öyle başka bir iş yapmak gibi bir duygum yok.
-Cep telefonunuzu gerçekten cebinize koyup, önünüze değil cebinize koyup, titremesini kapattığınızda ancak konsantre olmanın birinci şartını yerine getirmişsinizdir. Telefonunuz sizin gördüğünüz bir yerdeyse ve Teams’ten, Whatsapp’tan mesajlar da geliyorsa o işe iyi konsantre olamazsınız.
-Ben çalışırken bir işi sonuna kadar ciddiye alan birisiyim. En küçük işi bile dünyanın en önemli işi gibi alıyorum. Eğlenirken de bunu yapıyorum, yani çalışırken aynı zamanda eğleneyim gibi bir konum yok, zaten çalıştığım işten keyif alıyorum.
-Mimar olarak çalışmak, bazen bir müşteri ile konuşmaktır, bazen onu ikna etmeye çalışmaktır, bazen de oturup tek başınıza üretiyor olmaktır. Bazen bir şey okuyor olmaktır, bazen araştırıyor olmaktır, bazen de bir ekiple birlikte üretiyor olmaktır. Ve o ekibin konsantrasyonu da size bağlı olan bir konudur. Dolayısıyla ekiplerin
konsantrasyonunu, sizinle birlikte aynı mekanda olduklarında sizin sağlamanız önemlidir.
-Çok değerli bir ekiple çalışıyorum. Benimle birlikte uzun zamandır çalıştıklarım arkadaşlarım var. Onlarla ilişkim her şeyden daha kıymetli.
-Ekipteki arkadaşlara sorumluluk veririm. Yüzme bilmeyen birini açık denize attığım çok olmuştur.
Son olarak Antakya’yı da konuştuk, çok emek verdiği ve en uzun süren projesi Antakya Müze Oteli’nin hayata geçiş hikayesini anlattı.
“Antakya, tekrar eski günlerine döner mi?” diye sordum. Depremden sonra başlattığı “Ortak Akıl Antakya” projesinin nasıl gittiğini de merak ettim.
-Antakya eskisi gibi hayata dönemez. Çok katmanlılık sadece fiziksel bir yapı değildir, çok kültürlülük zaten hala var. Fiziksel olarak değil ama farklı kültürlerin birlikte yaşadığı bir coğrafya olarak devam edebilir. Bugünkü şartlara uyacak bir yapılanma ve yeni kuşaklara aktararak hayat sürebilir. Çok büyük ve doğru kararlar alınması ve uygulanması lazım. Depremden sonra ‘Ortak Akıl Platformu’ çalışmalarını başlattık. 150 kişilik bir ekip, hem yerel hem de uluslararası gruplarla işbirliği içindeyiz. İyi çalışıyor, eğer istediğimiz gibi giderse ve önümüz açılırsa, iyi işler çıkması mümkün’.
Antakya’nın çok kültürlü yapısının en kısa zamanda tekrar oluşacağı ve iyi işlerin alkışlanacağı günlere uyanmak üzere.