Savaş Türkiye ve dünya ekonomisini alt üst eder
Ekonominin bütün olarak tekrar dengeye gelmesi çok zor. Sonuç, hepimiz buna göre önlemlerimizi almalıyız. Çünkü ekonomi yönetimi sadece vitrinde değişti, ancak eski politikalar bazı değişikliklerle devam ettiriliyor
Genel seçimler gerçekleşeli üç aydan fazla zaman geçti. Seçim sonrası en hareketli alan nedir diye bakacak olursak elbette ki ekonomi. Ekonomi yönetim kadrolarında gerçekleşen değişiklikler yeni ekonomi politikaları konularında beklenti yarattı. Türkiye önceki ekonomi yönetiminin hatalı politikaları ve seçim ekonomisi nedeniyle ağır bir ekonomik bozulma içine girmişti. Yeni ekonomi ekibi işbaşına geldikten sonra bazı kararlar aldı. Bu kararlardan başlıcaları:
Bütün bu atılan adımların etkilerini şöyle özetleyebiliriz:
Amaç politika faizini kademeli artırarak piyasada uygulanan faizlerle (örneğin mevduat faizi) marjı kapatmak olmakla birlikte, politika faizi yükselen ve daha da yükselecek olan enflasyonun hala çok gerisinde kalmaya devam ediyor. Merkez Bankasının (MB) bile yılsonu enflasyon tahminini yüzde 58’e yükselttiği, gerçekte ise daha yüksek gerçekleşmesi büyük olasılık olan enflasyon karşısında yüzde 25 faiz komik kalıyor. Dolayısıyla yapılan değişikliğin önceki dönem politikasından önemli farklılığı yok.
Karmaşıklaşan ve bankalara hareket imkanı bırakmayan menkul kıymet tesisi uygulamasını sadeleştirme yönünde adımlar atılmakla birlikte, bankaların kredi kullandırmasını engelleyen kararlar onları zor durumda bırakmayı sürdürüyor.
Mevduatlara uygulanan faiz oranlarında halen enflasyonla karşılaştırıldığında reel olarak negatif faiz devam ediyor. KKM’yi azaltmaya yönelik önlemlerle birlikte düşünüldüğünde mevduattan kaçan ya da KKM’den çıkan tasarruf sahiplerinin önemli bir bölümü dövize yöneliyor ve dolayısıyla da döviz talebi kırılamıyor. Ülkede döviz sıkıntısı sürüyor, MB rezervlerinde düşüş görülüyor.
Döviz ihtiyacı ile ilgili bir diğer konu cari işlemler açığının iyileştirilememesi. Kurdaki hareketlere karşın ihracatta beklenen iyileşme sağlanamıyor, ithalat ise artmaya devam ediyor. Turizm gelirlerinin de beklenen düzeyde olmayacağı görülüyor. Bu ise döviz sıkıntısını artıran bir etken olmayı sürdürüyor.
Döviz sıkıntısı ile ilgili bir diğer konu da yabancı sermaye girişinin hala çok düşük düzeyde olması. Aslında bu çok da şaşırtıcı olmamalı. Çünkü izlenen faiz politikasının önceki dönemden çok farkı yok ve yeterli düzeyde olmayan faizlerin istenen etkiyi yaratmayacağı belli. MB’nin bağımsız hareket edemediği net olarak görülüyor ve yerel seçimleri de düşünürsek gelecekte daha da fazla müdahaleyle karşılaşma olasılığı yüksek. İzlenen politikaların ve alınan önlemlerin önceki MB yönetiminin izlediği politikalardan bir farkı yok. Dolaylı yollarla bankaları ve piyasaları belirli şekillerde davranmaya zorlama hala sürüyor. Ayrıca her zaman söylediğimiz gibi özellikle batılı yabancı sermaye ülkeye gelirken ekonomik koşulların yanında hukuk ve şeffaflık gibi unsurlara bakıyor. Bu konularda güven vermediğimiz açık olduğuna göre önemli sermaye girişi beklememek gerekiyor.
Maliye politikası tarafında ise yüksek vergi artışları ile bütçenin gelir tarafında iyileştirme sağlanmaya çalışılıyor. Halkı iyice fakirliğe iten bu uygulamaya karşın devlet, giderlerini kısma yönünde hiçbir adım atılmıyor. Kamuda israf devam ediyor. Dolayısıyla vergi artışları büyük ölçüde kamu kurumlarının israfını finanse etmeye yönelik görünüyor.
Vergi artışları ve kredilerin kısıtlanmasına yönelik önlemlerin bir amacı da talebi kısarak hem ithalatı dizginlemek hem de talep yönlü enflasyonu önlemek. Ancak talep yönlü enflasyon hem bireylerle şirketlerin hem de devletin harcamalarını kısması ile önlenebilir. Bireylerin ve şirketlerin talebini kısmaya yönelik önlemler, devletin harcamalarını kısacak önlemlerle desteklenmezse yeterli fayda sağlamaz. Devlette de tasarruf yönünde hiçbir adım atılmadığına göre şu anda alınan önlemlerin talep enflasyonunu kontrol altına almada ciddi bir katkısı olmayacak.
Gerçekte ekonomi yönetimi bugün IMF politikalarının gelir yönlü politikalarını uyguluyor. Peki neden IMF ile anlaşma yapılarak düşük faizli kredi olanaklarından yararlanılmıyor ve yabancı sermaye girişi kolaylaştırılmıyor. Çünkü IMF politikalarının bir de gider yönlü uygulamaları var. Ülkeyi yönetenler devletin yaptığı harcamalara karışılmasını ve kontrol edilmesini istemiyor. Bugün IMF ile anlaşma yapılırsa ülkeyi yönetenler israf dediğimiz pek çok harcamayı yapamayacak. Yine niteliği bilinmeyen pek çok harcama kalemi şeffaflaşarak ortaya çıkacak ve çoğu yapılamayacak.
Sonuçta şu anki görünümde ekonomi yönetimi sadece vitrinde değişti, ancak eski politikalar bazı değişikliklerle devam ettiriliyor. Ekonomi yönetiminin ve MB’nin bağımsızlığı hala lafta kalıyor. Dolayısıyla da bu ortamda;
ve nihayetinde ekonominin bütün olarak tekrar dengeye gelmesi çok zor. Sonuç, hepimiz buna göre önlemlerimizi almalıyız.
3 Kasım 2024 - Bankacılık sektöründe olumsuz sinyaller
30 Ekim 2024 - Dünya emeklilik sistemleri içinde Türkiye sondan dördüncü
27 Ekim 2024 - Para politikasına ilişkin çarpıcı tespitler
23 Ekim 2024 - Artan firma iflasları ve belirsiz gelecek
20 Ekim 2024 - Dış ticaret rakamlarından çıkarılacak dersler