Hindistan durmuyor: Bu kez Güneş misyonu için L1 uzay aracını gönderdiler
Uzaya şimdiye kadar birçok şey göndermiş olabiliriz ancak bu seferki deneme arkeolog ve paleontologları epey kızdırdı. Güney Afrika'da bulunan iki hominin kalıntısının kısa süreli uzay seyahati yapması araştırmacıları çileden çıkarırken, buna izin veren denetleyici kurumun sözleri yaraya tuz döktü.
10’ca bilim ardından’da bu hafta gözümüzü Apollo 17 üssünde açıyoruz. Gizemli depremlerin sırrını çözdükten sonra ilginç bir tartışmaya girişiyoruz: Nadir bulunan fosillerin kısa süreliğine de olsa uzay yolculuğuna çıkması ne kadar doğru? Ardından hayalet parçacıkların kütlesine hesaplayabileceklerini iddia eden bilim insanlarının çalışmasına göz atıyoruz. Nötrinoların ardından bir bakterinin çevreye yararı olabilecek şekilde elektrik üretebileceğini görüyoruz. Haftayı yapay zeka ve tabii ki sonlanmayan ‘yapay zeka teknolojisini düzenleme altına alma’ meselesiyle kapatıyoruz.
Ay’da da Dünya’da olduğu gibi depremler oluyor ancak bunların nedenleri Dünya’dakinden farklı. Bu depremler derin, sığ, termal ve göktaşı çarpmalarından kaynaklanabiliyor. Ancak yeni öğrenilen bilgilere göre, Ay’da beklenmedik türden sarsıntılar gerçekleşti ve görünen o ki bunun sorumlusu Apollo 17 üssü. Apollo 17 astronotları, Ay üslerinin yakınına Ekim 1976’dan Mayıs 1977’ye kadar yaşanan Ay depremlerini kaydeden üç sismometre yerleştirdi. Ne yazık ki bu ölçümler son birkaç yıla kadar doğru düzgün incelenmedi. Journal of Geophysical Research – Planets dergisinde yayınlanan yeni araştırmada ise Caltech araştırmacıları makine öğrenimi modellerini kullanarak bu verileri inceledi. Bu analizin sonucunda Ay’ın kendisinden gelen sarsıntıların yanı sıra bazı tuhaf ek sismik dalgalara rastladılar. Bu tuhaf sarsıntıların Apollo 17 üssünün ta kendisinden geldiği kanaatine varan bilim insanları, buna ek olarak üssün de Ay yüzeyi gibi genişleyip daraldığını tespit etti. Ay’ın yüzeyi, yüzey sıcaklığındaki büyük dalgalanmalara bağlı olarak genişleyip daralabiliyor.
Geçen hafta cuma günü Virgin Galactic’ten yola çıkan ve Dünya’nın 88 kilometre yukarısına çıkan uzay aracında iki Virgin Galactic pilotu, bir eğitmen ve üç yolcunun yanı sıra yüz binlerce yıl önce insanın Güney Afrika’da yaşamış iki eski akrabasının kalıntıları bulunuyordu. Kalıntılar da dahil olmak üzere uzay aracındaki herkes sağ salim iniş yaptı. Ne var ki fosillerin böyle bir yolculuğa çıkması arkeologların, paleontologların ve diğer araştırmacıların tepkisini çekti. Bu bilim insanlarına göre nadir hominin fosilleri riske atan bu yolculuk, Güney Afrika’nın kültürel mirasının korunmasına ilişkin sorunları gündeme getiren ‘etik dışı bir tanıtım gösterisi’ oldu. Cape Town Üniversitesi’nden jeolog Robyn Pickering, “Atalarımızın kalıntılarına böylesine duygusuz ve etik dışı bir şekilde davranmak, sırf yapabiliyorsunuz diye onları uzaya fırlatmak… Bunun hiçbir bilimsel değeri yok” diyerek tepkisini gösterdi.
Daha önce uzaya dinozor kemikleri de dahil olmak üzere çeşitli fosiller gönderilmişti ancak tartışma yaratan fosiller, Dünya’yı terk eden ilk antik hominin kalıntıları. Bu kalıntılardan biri yaklaşık 2 milyon yıl önce yaşamış olan Australopithecus sediba1 ile yaklaşık 250 bin yaşındaki Homo naledi’ye ait. Her iki tür de Güney Afrika’da Johannesburg yakınlarında bulunmuştu.
Cape Town’daki Güney Afrika Miras Kaynakları Ajansı (SAHRA), temmuz ayında bu iki kalıntının Virgin Galactic’in uzay üssünün bulunduğu New Mexico’ya taşınmasına izin verdi. Başvuru talebinde fosiller üzerinde çalışmalar yapılabileceği belirtilse de talebin asıl amacının bu olmadığı belirtildi. Başvuruda, “Büyük medya ortakları, hayatta bir kez ele geçecek bu fırsatın bilim, keşif, insan kökenleri ve Güney Afrika’nın insanoğlunun ortak Afrika kökenini anlamadaki rolü konusunda farkındalık yaratmak için kullanılmasına yardımcı olacaktır” denildi.
Ancak bu fosillerin ortaya çıkarılmasında rol oynayan ekip, bu tür gerekçelerin kalıntıları kaybetme ya da fosillere zarar verme riskini ortadan kaldırmadığını belirtiyor. Cape Town Üniversitesi’nden arkeolog Yonatan Sahle, Afrika fosillerinin uzaya gönderilmesinin kendisine, çoğunlukla Avrupalı ve ABD’li beyaz araştırmacıların Afrikalı kurumları kendi isteklerine göre şekillendirdiği sömürgeci araştırma uygulamalarını hatırlattığını söylüyor. 13 Eylül’de Avrupa İnsan Evrimi Araştırmaları Derneği Yönetim Kurulu, misyonu sorgulayan bir bildiri yayınlayarak, “Bu projenin bilimsel değerini göremiyoruz. Bu eşsiz materyallere zarar verme olasılığının etikliğini sorguluyoruz” dedi.
Araştırmacıların eleştirilerinin ardından SAHRA yetkilisi Ben Mwasinga, kurumun ‘bu tür seyahatlerin doğasında var olan riske karşı elde ettikleri tanıtımın dengesinden memnun olduklarını! dile getirdi.
Evrenin var olmasında kritik bir öneme sahip olan atom altı parçacıklar olan nötrinoların başta kütlesiz olduğu düşünülmüş olsa da artık bu parçacıkların belli bir ağırlığa sahip olması gerektiğini biliyoruz. Ne var ki nötrinoların kütlesinin nasıl ölçülebileceğini henüz muamma. Nötrinolar hakkında yeni şeyler öğrenmek, evrenin erken dönemlerinde neler olduğuna dair perspektifimizi genişletebileceğinden büyük önem taşıyor. Bununla birlikte bilim insanları, bu gizemi çözmek için yeni bir yol bulmuş olabilir. Physical Review Letters’da yayınlanan çalışmaya göre aradığımız cevap, beta bozunumunun, özellikle de trityum denilen nadir radyoaktif hidrojen izotopunun izlenmesinde yatıyor olabilir.
Kuzeybatı Pasifik Ulusal Laboratuvarı’ndan fizikçi Brent VanDevender, “Prensipte teknolojik gelişmeler ve ölçek büyütmeyi kullanarak nötrino kütlesini belirlemek için gereken aralığa girme konusunda gerçekten bir şansımız var” dedi. Trityum bozunduğunda ortaya üç şey çıkıyor. Bunlardan biri helyum iyonu, biri elektron, biri de nötrino. Toplam kütle ile diğer parçacıkların kütlesini bilen bilim insanları, kayıp kütlenin nötrinoya ait olacağını düşünüyor. Bu yaklaşımın dayandığı teknoloji ise manyetik alanda hareket ederken kaçan elektronlardan radyasyon yakalayabilen ve böylece elektrona eşlik eden nötrinonun etkilerini ortaya çıkarabilen Siklotron Radyasyon Emisyon Spektroskopisi, kısaca CRES diyebilirsiniz. CRES daha önce de benzer deneylerde kullanıldı ancak ilk kez trityum bozunumlarını analiz ederek nötrino kütlesinin üst sınırını belirlemek için kullanılıyor.
İngiliz mikolog Michael Cressé Potter’ın 1911 yılında bira mayasının elektrik ürettiğini fark etmesinden bu yana bilim insanları mikrobiyal yakıt hücrelerinin gücünden yararlanmaya çalışıyor. Ne var ki şimdiye kadar minik ‘biyoreaktörler’in verimleri uygulama için yetersiz kalıyordu. Dahası bakteriler elektrik üretmek için hangi substratları sindirecekleri konusunda da şaşırtıcı derecede seçiciydi. Şimdiyse İsviçre Federal Lozan Teknoloji Enstitüsü’nden (EPFL) bir grup araştırmacı, en yaygın bakteri türlerinden biri olan Escherichia coli’nin bira fabrikasındaki atık sudan elektrik üretmesini sağlayarak ilginç bir işe imza attı.
E. coli’yi diğer bakterilerden ayıran şey o kadar da seçici olmaması. EPFL’den kimya mühendisi Ardemis Boghossian, “Doğal olarak elektrik üreten egzotik bakteriler var ancak bunu yalnızca belli başlı kimyasalların varlığında yapabiliyorlar. E. coli ise çok geniş bir yelpazede büyüme geçmişine sahip. Bu da atık su dahil olmak üzere çok çeşitli ortamlarda elektrik üretmemizi sağladı” diyor. Geleneksel atık su arıtma tesisleri büyük miktarda enerji tüketiyor ve sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde üçünü üretiyor. Dolayısıyla bu suları elektrik teknolojisine dönüştürmek için bakterilerden faydalanmak, çevreye verdikleri zararın azalmasına yardımcı olabilir.
Omurgalılar günümüzde derin deniz ekosistemlerin baskın türü olmasına rağmen, 50 milyon yıldan daha eskiye dayanan derin deniz balıklarının fosillerine dair şimdiye kadar herhangi bir ize rastlanmamıştı. Ancak bilim insanları 130 milyon yıllık kayalarda bu canlıların evrim bulmacasının eksik parçasını tamamladı. Böylelikle derin deniz balıklarının en eski kanıtları 80 milyon yıl geriye itilmiş oldu. Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayınlanan çalışmayı ilginç kılan, bu canlıların Erken Kretase dönemine kadar dayanıyor olması. Genova Üniversitesi’nde paleontolog olan ve çalışmaya liderlik eden Andrea Baucon, “Yeni fosiller, dinozor çağında binlerce metre derinlerde balıkların bulunduğunu gösteriyor” diyor.
Çarşamba günü ABD’li senatörlerle büyük teknoloji devleri bir araya geldi. Teknoloji devleri arasında Elon Musk, Sam Altman, Sundar Pichai, Bill Gates ve Mark Zuckerberg vardı. Konu ise yapay zeka teknolojisinin sağlayabileceği imkanlar ve taşıdığı risklerdi. Oturum sırasında Musk, yapay zekanın insanlığı tehdit etme potansiyeli hakkında uyarıda bulunurken, Gates bu teknolojinin dünyadaki açlığı gidermeye yardımcı olabileceğini savunmuş.
Bir noktada konuklara hükümetin yapay zekanın düzenlenmesinde bir rol oynaması gerekip gerekmediği sorulmuş ve herkes bu soruya olumlu yanıt vermiş. Bu fikir birliğine rağmen toplantı, mevcut bazı anlaşmazlıkları da gün yüzüne çıkardı. Tartışmalardan biri, halkın kolaylıkla ulaşabileceği ‘açık kaynaklı’ yapay zeka sistemleriydi. Bu sistemler şirketlerin ve araştırmacıların ChatGPT’dekine benzer dil modellerinden, bu modelleri eğitme zahmetine girmeden faydalanmaya olanak tanıyor.
Meta bu yöntemi benimseyerek kısa süre önce açık kaynaklı Llama 2 dil modelini piyasaya sürdü. Ancak bazı uzmanlar açık kaynaklı yapay zeka modellerinin suistimale açık olduğunu savunuyor. Zuckerberg oturumda açık kaynağın yarattığı tehlikeyi kabul etmekle birlikte Meta’nın olabildiğince güvenli bir sistem inşa etmeye çalıştığını söyledi. Anlaşmazlık yaratan diğer konu da işsiz kalacağından korkan çalışanlarla ilgiliydi. Bu noktada Hollywood’un bir süredir grevde olan senarist ve oyuncularına da değinildi. Oturumun kapalı kapılar ardında gerçekleştirilmesi bazı çevrelerden eleştiri topladı.