Yıldız Holding, 7 milyar dolarlık borcunu nasıl ödedi ve buradan daha da büyüyerek çıktı?
Cuma sabahı alışık olmadığım bir davet aldım. Yıldız Holding onursal başkanı Murat Ülker, beni ve 10Haber yazarı Barış Soydan’ı holding merkezinde bekliyordu, bize anlatacakları vardı.
Bu, benim için alışılmadık bir durumdu, çünkü ekonomiyle, hele hele şirketlerin durumunu anlatan mikro ekonomiyle ilgim son derece sınırlıydı, aynı şekilde bilgim de sınırlı elbette.
Ama Murat Ülker ve ekibiyle sohbete başladıktan sonra anladım; meselenin kökü 2018 yılına ve benim o zaman yazdığım birkaç yazıya dayanıyordu. Aslında Barış Soydan için de durum aynıydı.
2018 yılında Türkiye büyük bir döviz şoku yaşadığında bazı dev sektörler ve bazı dev şirketler ciddi bir zorluğa girdi. Örneğin enerji sektörü bankalara 70 milyar doları bulan borçla yakalandı kur krizine. İnşaat sektörünün borcu 60 milyar doları aşıyordu.
Mesele şuydu: 2018 yılına kadar şirketlerimiz TL yerine döviz cinsi kredi almayı tercih ediyordu. Çünkü gerek dolar gerekse euro cinsi kredilerde faiz sıfıra yakındı, döviz kurları ise belli bir istikrarla hareket ediyordu; kimse kur riskini çok fazla önemsemiyordu. TL cinsi krediler şirketlere daha maliyetli geliyordu, o yüzden bankalar yurt dışından buldukları muazzam kaynakları Türk şirketlerine döviz olarak veriyordu.
Oysa bu durum ‘normal’ değildi, ‘sürdürülebilir’ hiç değildi. Türk özel sektörünün muazzam borcu ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın rezervlerinin yetersizliğine ABD’de Merkez Bankası’nın faiz arttırma hazırlığı eklendiğinde müthiş bir kırılganlık ortaya çıkmıştı bile.
Bu kırılganlığın üzerine Tayyip Erdoğan’ın Merkez Bankası faizine müdahale edeceğini açıklaması eklenip yabancı borç verenleri ürkütmesi eklendi, kurlar yukarı doğru gitmeye başladı. Derken Brunson Krizi nedeniyle ABD Başkanı Donald Trump’ın o sırada attığı bazı Tweet’ler döviz kurlarında ‘mükemmel fırtına’ etkisi yarattı, kur aşırı sıçradı. Bunun sonucunda Türkiye’de dev sektörler ve şirketler birden kendilerini neredeyse batmanın eşiğinde buldular; geliri TL cinsinden olanların borçları katlanmıştı.
Bu ortamda, gelirlerinin yarıya yakını döviz cinsinden olan, gerek Godiva ve gerekse United Biscuits şirket alımlarıyla ve Ülker’in dünyaya yayılmış üretim ağıyla küresel bir oyuncuya dönüşmüş olan Yıldız Holding’in bankalara dönüp borç yeniden yapılandırması istemesi herkes için şaşırtıcı olmuştu. Yeniden yapılandırılacak olan borç dehşet verici boyuttaydı, 7 milyar dolar!
Bugün burada 10Haber’in içinde okuduğunuz bu ‘Gündem’ adlı köşe o zamanlar sadece abonelerine ulaştırılan kapalı bir haber-analiz bülteniydi, orada Yıldız Holding’in bu duruma düşmesinin şaşırtıcılığı hakkında yazılar yazmıştım.
Cuma sabahı Murat Ülker, ‘O 7 milyar dolar borç vardı ya’ diye söze başladı, ‘Bugün 1 milyara düştü, yarıdan fazlası da TL cinsinden…’
Aradan sadece 5 yıl geçmişti. Bütün Türk özel sektörü gibi Yıldız Holding de bu 5 yılı borç azaltmakla geçirmişti. Genel rakamlara baktığımızda Türk şirketlerinin son 5 yılda döviz cinsi borçlarını çok ciddi miktarda azalttığını görüyoruz zaten; Türkiye’nin ve Türk şirketlerinin krize karşı dayanıklılığı (‘resilience’ deniyor buna) ve kriz tecrübesi gerçekten çok büyük.
Yalnız Yıldız Holding’de durum bunun da ötesinde. Çünkü holding, 2018 sonunda bu borç krizine önlem ararken hem önlem hem de ileri adım yerine geçecek bazı yöntemler geliştirmiş. Bir yandan ‘odaklanma’ dedikleri, belli sektörlere odaklandıkları bir stratejiye geçip o sektörler dışında kalan alanlardaki varlıklarını satmışlar, bir yandan da odaklandıkları alanlarda büyümeye çalışmışlar.
Murat Ülker, ’30’dan fazla fabrika ve şirketimizi sattık, buna rağmen küçülmedik, büyüdük’ diyor ve ekliyor: ‘Sattığımız şirket ve fabrikalar da halen yeni sahipleriyle çalışıyor, faal olmaya devam ediyor.’
Bugün 1 milyar dolara düşmüş olan borcu ‘ödenmiş’ kabul etmek gerekiyor, çünkü bu borcun holdingin faiz, amortisman ve vergi öncesi karına (FAVÖK) oranı yüzde 2,5 civarında. Bu da uluslararası standartta gayet makul bir borçluluk oranı.
Yıldız Holding, bir yandan borç öderken, bir yandan varlık satışı yoluyla küçülürken bir yandan da muazzam bir oranda nasıl büyüdü?
Murat Ülker’le toplantımızda Şok marketlerin CEO’su Uğur Demirel de vardı. Anlattıkları o kadar çarpıcıydı ki, aslında bu market zincirinin hikayesi başlı başına yönetim bilimi derslerine konu olacak kadar ilginç. Şok, Yıldız Holding tarafından biraz da mecburen halka açıldığında şirket 1,4 milyar doları bulan bir TL değer üzerinden satılmıştı. Bugün baktığınızda aradan geçen 5 yılda doların değeri 6,5 kat artmış ve şirket değeri de (yaklaşık 36 milyar lira) hemen hemen aynı yerde. Böyle vahim bir dönemde bu bile tek başına bir başarı. (Acaba borsada dolar olarak değerini korumaya devam eden kaç şirket var?)
Bütün bu dönemde Şok, ortalama olarak günde 4 yeni dükkan açarak büyümesini sürdürdü. Çok acayip rakamlar bunlar.
Ama sadece Şok değil. Ülker’den Godiva’ya ve McVitties’i üreten United Biscuits’e kadar bütün şirketlerde verimlilik, üretim ve karlılık artışları var. Aslında Yıldız Holding’e hem bu büyümesini hem de borç ödemesini sağlayan şey de burada gizli: Şirketin küresel oyuncu olmasında.
Şirket bu ülkedeki kur riskini başka ülkedeki kazancı ile sigorta ediyor. Ülker mesela bir yandan ihracat da yapıyor ama bundan daha önemlisi Ülker’in yurt dışında yaptığı üretimden elde ettiği kazanç.
Nitekim, Yıldız Holding’in bu 5 yıllık zorluklardan sadece yıkılmayarak değil daha da büyüyerek çıkış hikayesi daha şimdiden uluslararası akademik incelemelerin, vaka hikayelerinin arasına girmiş durumda.
Pazar sabahı Murat Ülker’den bir mesaj aldım. Onun yazdığı bir kitap (‘Leadership in a Time of Crisis – Simple explanations of complex topics’) dünyanın en saygın akademik kitap ve dergi yayınevlerinden biri, belki birincisi olan Peter Lang tarafından yayınlanmıştı. Tek başına bu bile, Yıldız Holding’in hikayesinin nasıl dünya çapında, artık tamamen başka bir ligde bir hikaye olduğunu gösteriyor sanırım.