05-11-2023
İsmet Berkan

Özgür Özel’in bugünden itibaren yapması gereken ‘Değişim’ lafının altını doldurmak

Özgür Özel’in bugünden itibaren yapması gereken ‘Değişim’ lafının altını doldurmak

CHP’nin yeni genel başkanı Özgür Özel’in sırtında çok ağır bir yük var.

Manisalı genç bir eczacı olarak çıktığı siyaset yolculuğunda vardığı bu son nokta, onun bu yükü kaldırıp kaldıramayacağını hep birlikte göreceğimiz dönemin de başlangıcı.

Özel, genel başkanlık koltuğuna ‘değişim’ sloganıyla geldi. Ama bu sloganın içi boş. Sadece genel başkan değişiminden mi söz ediyoruz, yoksa daha genel ve anlamlı, CHP’yi iktidara taşıyacak bir değişimden mi?

Esasen bakacak olursanız, CHP’nin Özgür Özel dahil son üç genel başkanı bu koltuğa hep ‘değişim’ vaat ederek geldi. Ama biliyorsunuz ilk ikisi bunu başaramadı.

Deniz Baykal, İngiltere’deki ‘Yeni Sol’dan esinleniyordu, olabilecek en eskiye, Atatürk fotoğrafıyla propagandaya kadar düştü.

Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Yeni CHP’den söz ediyordu, belki pek çok önemli değişimi dile getirdi ama inandırıcı olamadı, partisi de zaten bu değişimlerin bir bölümünü içselleştiremedi.

Şimdi sıra Özgür Özel’de. O da ‘değişim’ diyen ekibin temsilcisi ama o ‘değişim’ nedir, hiçbirimiz bilmiyoruz. Bence Özgür Özel’in kendisi de bilmiyor.

Türkiye, maalesef uzun zamandır bir ‘anti-entellektüalizm’in etkisi altında. Sanılıyor ki, hayat sadece pratikten ibarettir ve başarılı olmak için de pragmatik olmak yeterlidir.

Hayatın pratiği de, pragmatik olmak da önemli hasletler elbette ama hayatta ve siyasette başarı için yeterli değiller. Arkada hayatın pratiğinden hareket eden bir fikirler demeti, o fikirler üzerine örülmüş bir strateji yoksa, pragmatik olmak sonunda Kemal Kılıçdaroğlu ilkesizliğine varıyor.

CHP 100 yaşında bir parti. Böylesi bir tarihi silip elbette yola beyaz bir sayfayla başlamak mümkün değil.

Ama Özgür Özel eğer başarılı olmak ve bu ülke tarihine olumlu anlamda geçmek istiyorsa, yola ‘Acaba Türk milleti ne istiyor?’ sorusunu sorarak başlamalı.

Eminim kendisi milletin ne istediğini bildiğini zannediyor, hatta bildiğine canı yürekten inanıyor ama bir an için kendi inancını bir kenara bırakıp birden fazla araştırmacıyı ve araştırma şirketini kullanarak bu soruya cevap aramalı.

Sonra da araştırma şirketlerinden gelen cevapları mümkün olduğunca geniş katılımlı bir siyasi/bilimsel toplantıda değerlendirmeli, partisine buna göre bir yol çizmeli.

CHP’nin önünde şimdi çok önemli bir yerel seçim var. Bu seçimle ilgili hazırlıklar doğası gereği başka her şeyin önüne geçecektir ama bence Özgür Özel buna direnmeli ve önce partisine bir yol aramalı. Çünkü bugüne kadar üzerinde yürünen yol, Türk milletinin istediği yol olsaydı, CHP zaten iktidar olurdu.

Özel’in ikinci yapması gereken, partisine bulacağı yolu partisinin mahalle örgütleri dahil tamamına benimsetmek ve bütün partinin bu yol için tek bir ağızdan konuşuyor gibi davranmasını sağlamak olmalı.

Özel’in önündeki önemli engellerden biri, partisinin propaganda gücünün zayıflığı. Bu zayıflık bir günde oluşmadığı gibi bir günde ortadan da kaybolmayacak.

O yüzden ‘değişmiş’ CHP’nin yeni görüşlerini halka ulaştırmanın en önemli yolu, bizzat partisinin kendi örgütü olmalı, bu bire bir propaganda yöntemini harekete geçirmeli yeni genel başkan.

Ancak bunları başaracak olursa yerel seçimde başarı da gelecek. Yoksa bir takım siyasi mühendisliklerle yerel seçim ittifakları aramakla vakit geçirecek olursa CHP’nin bir adım bir bile ileri gitmeyeceğini söylemek için kahin olmak gerekmiyor.

CHP belki kurulduğu günden beri ‘Ben mi halka benzeyeyim, halk mı bana benzesin’ sorusuna ‘Halk bana benzesin’ cevabını veren partinin adı.

Gerçek değişim bu cevabın değiştiği gün olacak, daha önce değil.

Evet, belki 100 yıl önce CHP ‘Halkın öncü devrimci partisi’ydi ama bugün öyle değil, halkın ne istediğini bilmeden siyaset yapmanın mümkün olmadığı bir ülkede yaşıyoruz.

Zaten, ‘halkçılık’ da bunu gerektirir.

Paçalarından sürüklene sürüklene koltuktan kaldırılmak

Paçalarından sürüklene sürüklene koltuktan kaldırılmak

Mesaim sabah çok erken saatte başlıyor; o yüzden dün gece Fenerbahçe-Trabzonspor maçı biter bitmez yattım uyudum. Sabah uyanınca da, telefonumda geceden kalma mesajlara baktım ilk iş olarak.

Üyesi olduğum gruplardan biri CHP Kurultay’ını konuşmuştu. İlk tur oylama sonrası bir arkadaşım oraya, ‘İki adaylı bir oylama nasıl olur da ikinci tura kalır’ diye sormuştu.

Malum, CHP tüzüğü Genel Başkan adaylarının ilk iki turda salt çoğunluk sağlamasını bekliyor. İki turda bu sağlanamazsa üçüncü turda en çok oyu alan seçiliyor.

CHP Kurultayında iki aday yarıştı ama ilk turda bazı delegeler oy kullanmamayı tercih edince Özgür Özel seçimi ilk turda alamadı, 1 oyu eksik çıktı. Arkadaşım da buna şaşırıyordu.

Ama daha şaşırtıcısı şuydu: Kemal Kılıçdaroğlu ikinci turda da yarışa devam etmişti. Oysa mevcut genel başkanın ilk turda bırakın seçilememeyi, en fazla oyu dahi alamamış olması onun zaten yarıştan çekilmesini gerektirirdi.

Kılıçdaroğlu ise çekilmedi, çok daha utanç verici bir yenilgiyi gördü. Bununla da kalmadı, Kurultay salonunda kalıp yeni genel başkanı tebrik bile etmedi, onun yerine sosyal medyadan bir mesaj yayınlamayı yeğledi.

Bu son gün, onun karakteriyle ilgili hala şüphesi kalanlara son bir ders niteliğindeydi.

Gazetecilik mesleği sayesinde, Türkiye’yi yöneten veya yönetmeye aday pek çok liderle bire bir tanışıklığım oldu, onları en güçlü ve bazılarını da en zayıf anlarında izleme şansı elde ettim.

Kemal Kılıçdaroğlu, bu isimler arasında en az görüştüğüm ve bu anlamda en az tanıdığım insandı. 2022 sonunda, henüz o resmen aday değilken Karar gazetesinde bir sabah kahvaltısında geniş bir grupla birlikte yaptığımız görüşme, sanırım Kılıçdaroğlu ile en uzun görüşmemdi.

Bu görüşme sonrası, Kemal Kılıçdaroğlu’na kategorik olarak karşı bir arkadaşım bana izlenimlerimi sorduğunda ona şöyle demiştim:

‘Aynı apartmanda otursak, en sevdiğimiz komşumuz olabilir. Belli ki iyi bir insan; üzerine bir bilgelik de gelmiş, kendisine ilişkin pek çok eleştiriyi güler yüzle karşılayabiliyor, makul ve inandırıcı cevaplar verebiliyor. Ama bu özellikler onu başarılı ve iyi bir siyasi lider de yapıyor mu, bunu bilemedim.’

Arkadaşım bana hemen Kılıçdaroğlu’nun kaybettiği onca seçimi hatırlatmış, ‘İyi bir insan olsa, çoktan bırakır giderdi’ demişti, ben de bu duyduklarımdan hoşlanmasam bile ona cevap vermemiştim.

Oysa birkaç ay sonra ona hak verecektim. Hepiniz hatırlayacaksınız, Kılıçdaroğlu 14 Mayıs’taki ilk turu kaybettikten sonra 28 Mayıs öncesinde BaBaLaTV adlı YouTube kanalında saatler süren bir programa çıktı, salondaki çoğu genç olan insanların sorularını yanıtladı. Bir konuk, Kılıçdaroğlu’na ‘Neden aday oldunuz’ diye sordu.

Benim Kılıçdaroğlu’nun ‘iyi bir insan olduğu’ kanaatimi değiştirmeme işte bu soruya onun verdiği yanıt sebep oldu. ‘Ben aday olmadım’ dedi Kemal Kılıçdaroğlu gözümüzün içine baka baka, ‘Ben, aday gösterildim.’

O noktada izlemeyi bıraktım ve Kemal Kılıçdaroğlu’na ilgimi de kaybettim.

Elbette bütün siyasi liderler bir ölçüde hayal dünyasında yaşarlar. Hele muhalefetteyseniz, sizi geleceğe ilişkin hayalleriniz ayakta tutar.

Ama dediğim gibi bir ölçüde hayal dünyasında olmalısınız, ayağınız hep gerçeklere basmalı, gerçeklikten kopmamalı, o hayal dünyasına çok da fazla kapılmadan kendinizi tartmalısınız.

Kendi masasına kadar gelen anketler ona seçimin Tayyip Erdoğan’ın kazanmasıyla sonuçlanacak yegane aday adayının o olduğunu söylerken, Kılıçdaroğlu bir hayal dünyasında yaşıyor ve seçimi daha ilk turda, üstelik yüzde 60’la kazanacağına inanıyordu.

Sonucu hepimiz biliyoruz!

Peynirin hakkını vermek

Peynirin hakkını vermek

Yeme içmeye kendimi bildim bileli çok düşkünüm ama peynir düşkünlüğüm maalesef çok daha yakın zamana, son 15-20 yıla ait.

Peynir, öyle bir konu ki, içine girince kendinizi kaybetmeniz çok kolay. Çünkü aynı peyniri, diyelim ki Anadolu tulum peynirini, hangi yöreden aldığınıza bağlı olarak onlarca farklı tadda yemeniz mümkün.

Esasen bir ‘peynir cenneti’ kabul edilen Fransa’da da bu böyle. Özellikle taze peynirler söz konusu olduğunda her köyün, her kasabanın peyniri birbirinden epey farklı.

Peynir konusunda Fransa veya İsviçre veya İtalya veya İspanya’ya özenmek güzel elbette; oralarda sahiden çok güzel peynirler var. Ama aynı özeni Anadoluya da göstermek lazım; çünkü Anadolu peynir coğrafyası belki bu dört ülkenin toplamından çok daha büyük, çok daha derin.

Bu konuda insan Artun Ünsal’ı anmadan edemiyor; çünkü Anadolu peynirini en kapsamlı derleyenlerin başında o geliyor; onun mükemmel kitabı hala bu konuda yazılmış en şık eser.

Ama Anadolu peynirleri konusu Artun Hocayla sınırlı kalmadı. Şimdi o kadar çok sayıda başarılı ‘peynir avcısı’ var ki, hepsini takip etmek ciddi çaba istiyor.

İşte onlardan ikisi, Berrin Bal Onur ve Neşe Aksoy Biber, özellikle Balıkesir bölgesi için daha önce mükemmel bir kitap yayınladılar. ‘Elli Peynirli Şehir’ adlı bu kitapta tanıtılan ‘Kirli Hanım’ adlı peynir, bilenler biliyor, olağanüstü bir peynir. Şimdi bu sabah o peynirin Norveç’teki bir uluslararası yarışmada ödül aldığını da okudum.

Ama inanın bana, ‘Kirli Hanım’ gerçekten olağanüstü derin lezzetler barındıran bir peynir ama onun kadar güzel daha onlarca peyniri var Anadolunun, bir kısmı keşfedilmiş, bir kısmı keşfedilmeyi bekleyen.

Ne oluyor bu yurt asansörlerine?

Ne oluyor bu yurt asansörlerine?

Aydın’daki bir Kredi Yurtlar Kurumu’nda vahim bir asansör kazası yaşandı, bir genç kadın korkunç biçimde hayatını kaybetti.

Tabii hayatı devlete emanet gençlerimizin hangi güvenlik önlemleri altında, daha doğrusu ne kadar güvenli ortamlarda yaşadığına dair bir sorgulama ve tartışma başladı bu kazanın ardından.

Derken Türkiye’nin sağında solundaki KYK yurtlarından asansör haberleri yağmaya başladı. Önce Ordu’da, sonra Çorum’da bir yurtta asansör kazaları atlatıldı. Dün son haber Muş’tan geldi.

Ne oldu da birden bire bu kadar çok asansör arızası görmeye başladık, sahiden bilmiyorum.

Bir ihtimal, ölümlü olmayan asansör kazaları aslında sık sık oluyordu ama haber yapılmıyordu; Aydın’daki ölümlü kazanın ardından bütün kazalar dikkat çeker hale geldi.

Öyle bile olsa, yurtların güvenli yerler olmasını sağlamak gerektiği için, bütün bu ufak tefek olayları da ciddiye almalıyız.

Çünkü aslında tek meselemiz asansörler değil. Örneğin bu binalarda acaba yangın güvenliği ne seviyede? Ya deprem?

Dünyayı kirletenleri finanse eden bankacılık sistemi

Dünyayı kirletenleri finanse eden bankacılık sistemi

Geçen hafta İngiliz gazetesi The Guardian’da müthiş bir araştırmacı gazetecilik haberi yayınlandı. Haber, gazetenin ‘karbon bombası’ adını verdiği, atmosfere daha da fazla karbondioksit salınmasına neden olacak projelere bankaların sağladığı finansmanla ilgiliydi. Gazetenin hesabına göre küresel bankalar son 6 yılda, fosil yakıt çıkartacak madencilik projelerinden diğer iklim için kötü şeylere kadar projelere 1,8 milyar dolar gibi inanılmaz bir para aktarmışlardı. Sadece geçen yıl verilen finansman miktarı 150 milyar doları aşıyordu.

Daha birkaç ay önce Türkiye’de yaşadık, Bodrum yakınlarındaki Akbelen ormanını kesip oradan termik santralları için kömür çıkartmak isteyen Limak ve İçtaş Holding öyle yoğun bir kamuoyu baskısı altında kaldı ki, Limak yöneticisi Ebru Özdemir, Doğal Hayatı Koruma Vakfı’ndan ayrılmak zorunda hissetti kendini. Baskı orada da durmadı, bu vakfa destek olan ama işleri arasında madencilik faaliyetleri de bulunan büyük holdinglerin yöneticileri de vakıf yönetimindeki görevlerinden çekilmek zorunda kaldılar.

İklim krizi açısından geri dönüşü olmayan bir noktadayız; Paris İklim Anlaşması’nın 1,5 derecelik artış hedefinin 2050’de değil 2030’da gerçekleşmesi, yani dünyamızın umulandan daha hızlı kötüye gitmesi tehlikesi açık biçimde önümüzde duruyor.

Ama görüyorsunuz işte, bir yandan da fosil yakıt tüketmeyi sürdürüyor, atmosfere karbon yüklemeye devam ediyoruz.