13-11-2023
İsmet Berkan

Milletvekili adayları için ‘Masumiyet karinesi yoktur’ deyin, olsun bitsin!

Milletvekili adayları için ‘Masumiyet karinesi yoktur’ deyin, olsun bitsin!

İç içe geçmiş iki kriz yaşıyoruz.

Bunlardan birincisi hukuk devleti krizi veya Anayasa krizi.

Ortada Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir karar var ve bu karar 25 Ekimden bu yana uygulanmıyor. Kriz bu, başka bir şey değil.

Yüksek yargı organlarının birbirini suçlaması, Yargıtay’ın ‘Benim yetkilerim elimden alınıyor’ diye bağırması bu ilk kriz açısından anlamsız. Çünkü ortada iki tane Anayasa maddesi var: Madde 153 ve 158. 

Bunların ikisi de, Anayasa Mahkemesi’nin kararının uygulanmasını açıkça emrediyor.

Bu karar uygulanmadığı sürece, yani Can Atalay serbest bırakılmadığı sürece, hukuk devleti krizimiz, Anayasa krizimiz devam edecek.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu kelimeye kızıyor ama Anayasa Mahkemesi’nin kararının uygulanmaması, açıkça Anayasal düzene karşı darbe.

Bu kriz konusunda hakemlik edecek bir durum yok; Cumhurbaşkanı bizzat kendisi de yetkisini o Anayasadan alıyor, Anayasayı uygulatmak sorumluluğu var.

İkinci krizimiz ise çok daha karmaşık. Bir yanıyla hukuk, bir yanıyla ahlak krizi.

Eğri oturup doğru konuşalım: Can Atalay’ın milletvekili adayı gösterilmesi, ‘kanuna karşı hile’dir. Siz beğenmeseniz bile (ki ben beğenmiyorum, burada defalarca yazdım) yargılandığı davada mahkumiyet almış ve dosyası Yargıtay incelemesinde olan bir insanı milletvekili adayı yapmak, onu yargıdan kaçırmaya çalışmak anlamına gelir.

Bu anlamı tartışmazsak, buradaki ahlaki sorunu konuşmazsak, mevcut krizi sanki ideal bir hukuk devletinde yaşıyormuşuz da tek derdimiz meleklerin cinsiyetine karar vermekmiş gibi bir durum ortaya çıkar.

Terör suçu veya devlete karşı suç işlediği iddiasıyla yargılaması devam ederken milletvekili adayı yapılan ve seçilen ilk isim Can Atalay değil; bizim ülkemizde bazı yargılamaların ‘siyasi’ olduğuna dair tartışmalar devam ettikçe, böyle milletvekili seçilerek yargıdan kaçırılması istenen son isim de o olmayacak belli ki.

Bugün MHP, Can Atalay’ın durumuna çok kızıyor ama geçmişte onlar da emekli korgeneral Engin Alan’ı Balyoz’da yargılaması devam ederken milletvekili listesine yazıp seçilmesini sağlamışlardı. O zaman da ne yerel mahkeme ne de Yargıtay, Engin Alan’ın yargılamasını durdurmuş ve onu serbest bırakmıştı. Yani ona dokunulmazlık vermemişti mahkemeler. MHP bu olayı çok da fazla büyütmemişti, 2011’de milletvekili seçilen Engin Alan ancak 2014’te yemin edip milletvekili sıfatını kazanabilmişti.

2011’deki seçim sırasında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu açılmıştı ama henüz uygulanmaya başlamamıştı. Engin Alan, neden sonra, 2013’te mahkemeye adil yargılanma hakkı ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulundu ve mahkeme tarafından haklı bulundu.

AYM’nin yargılaması devam eden ve milletvekili seçildi diye yargılaması durdurulmayan kişilerle ilgili içtihadı daha sonra gelişti. Son örnek, HDP milletvekili Faruk Gergerlioğlu oldu. Gergerlioğlu hakkındaki hüküm o milletvekiliyken kesinleşti ve milletvekilliği de düşürüldü ama sonra Anayasa Mahkemesi kararıyla aslında tamamlanmış olan yargılaması askıya alındı ve o da Meclis’e geri döndü.

Şimdi aynı hak Can Atalay’a verilmiyor. Yargıtay, bu kez Anayasa Mahkemesi kararını uygulamaya direniyor.

Dediğim gibi meselenin kökeninde bu kanuna karşı hile yöntemini kapatma arayışı var.

Bir an için Can Atalay’ın veya gelecekte ortaya çıkacak diğer potansiyel kişilerin tamamen adil yargılandıklarını varsaysak (ki toplumun hatırı sayılır bir kesimi Can Atalay’ın adil yargılanmadığına inanıyor) ve yapılanın adını hepimiz birden ‘kanuna karşı hile’ diye koysak bile, bu yolu kapatmak öyle hakemlikle, uzlaşmayla, basit yasa değişikliğiyle olacak bir şey değil. 

Çünkü konu, evrensel bir hukuk prensibi olan masumiyet karinesiyle ilgili. Yani, ‘Kişi hakkındaki ceza kesinleşene kadar masumdur’ diyen ilke.

Yasaya veya Anayasaya ‘Milletvekili adayları için şu şu suçlarla ilgili yargılamalarda masumiyet karinesi işlemez’ diye yazılabililir mi? Yasasına veya Anayasasına bunu yazan devlete ne isim verilir? Bizim Anayasamızda devletimizle ilgili saydığımız yegane nitelik ‘hukuk devleti’ değildir; bir de ‘insan haklarına saygılı’ (Md 2) olmak gerekir. Masumiyet karinesi, çok temel bir insan hakkıdır.

‘Konunun çözüm yeri Meclis’tir’ ilk bakışta güzel bir söz gibi duruyor. Kuşkusuz Meclis, Anayasayı ve yasaları değiştirme yetkisini elinde tuttuğu için konuya bir ‘çözüm’ de bulabilir. Ama bu çözümün Can Atalay’la bir ilgisi olmayacak. En önce Atalay’la ilgili Anayasa Mahkemesi kararının uygulanması gerek, ‘çözüm’ ancak ondan sonraki olası örnekler için bulunabilir.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dünkü sözlerinden ilk anda akla Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru davalarındaki yargılamasını düzenleyen yasanın değiştirilip mahkemenin yetkilerinin kısılmasının geldiği anlaşılıyor. Ama Erdoğan bundan emin değil, ‘Ya Anayasa Mahkemesi bu yasayı iptal ederse’ diye düşünüyor.

Aklına CHP ile, hatta TİP ile uzlaşıp ortak bir çözüm yolu bulmak ya hiç gelmiyor ya da onlarla uzlaşamayacağını düşünüyor.

Ama dediğim gibi, bunlar geleceğin işleri. En önce, Anayasa Mahkemesi kararının uygulanması, yani halen devam eden kalkışmanın sona ermesi ve ‘normal’e dönülmesi lazım.

Yargıtay, 154. maddeyi okumuş, 158’i de okudu mu?

Yargıtay, 154. maddeyi okumuş, 158’i de okudu mu?

Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi’nin kararını uygulamamaya karar vermesi, Türkiye’deki hukuk devleti ve Anayasa krizini daha da derinleştirdi.

Sonra bu yetmezmiş gibi, Yargıtay Başkanlığı 3. Ceza Dairesini savunmak için Anayasa Mahkemesi’ne karşı bir bildiri açıkladı.

Bildiride Anayasanın 154. maddesine atıf var, doğal olarak. Çünkü bu madde Yargıtay’ın kuruluş ve görevlerini belirliyor.

Bildiriden aynen aktarıyorum: ‘Anayasa’nın m.154/1’e göre, “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.” Anayasa’nın 154’üncü ve Yargıtay Kanunu’nun 13’üncü maddesine göre, Yargıtay’ın adli yargı alanında hukukun ülkede eşit şekilde uygulanmasını sağlama görevi bulunmaktadır. Hukukun objektif, belirli ve öngörülebilir olması, eşitlik ve hukuki güvenliğin ve özellikle de adil yargılanma hakkının teminatıdır.’

Çok güzel. Ama aynı Anayasanın bir 153. maddesi var, bir de 158. maddesi. 153’te Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı dahil herkesi bağladığı söyleniyor. Bir de madde 158’in son fıkrası var. Aynen aktarıyorum: ‘Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.’

Başka söze gerek var mı?

Sabiha Gökçen eziyeti

Sabiha Gökçen eziyeti

Mümkün olduğunca İstanbul Havaalanından kaçınmaya çalışıyor, yolculuklarımı Sabiha Gökçen Havaalanından yapmaya gayret ediyordum. Artık bu sona erecek anlaşılan.

İstanbul Havaalanından kaçınmaya çalışıyorum; çünkü burası insani ölçülerin ötesinde büyük bir yer. Uçağa gitmek için veya indiğinizde çok ciddi mesafe yürüyorsunuz.

Hadi yürümeyi boşverin, uçağa bindiğinizde uçağınızın kalkması 40 dakikayı, indiğinizde uçağın park yerine ulaşması 30 dakikayı aşıyor. Transit yolcular belli ki bu havaalanından çok memnunlar ama İstanbul’da yaşayanların bu havaalanını sevmesi çok zor.

Oysa Sabiha Gökçen insani ölçülerde bir hava alanı. Meydanın dış kapısı ile uçağa bindiğiniz yer arasındaki mesafe makul. Meydan çok meşgul değil, uçağınız kapısını kapattıktan 15-20 dakika sonra havada olabiliyor. İndiğinizde de, uçağın park yerine gelmesi çok kısa sürüyor.

Ama artık bütün bunlar sona erdi, onun yerini ciddi bir eziyet aldı.

Cumartesi günü ailece yurt dışına çıkacaktık. Eşim sayesinde uçağımızın kalkışından 3 saat önce havaalanında olduk, iyi ki de olmuşuz. Havaalanı otoparkı kapalıydı; çünkü ağzına kadar dolmuştu.

Arabamızı zor bela dışarıda bir yere park edip geldik, ama yurt dışına çıkış pulu almak bile bir meseleydi. Makinelerin önünde kuyruklar vardı.

Esas mesele ise pasaport kuyruğundaydı. 45 dakika boyunca pasaport kuyruğunda bekledik, kuyruğun ucu neredeyse terminal dışına çıkmak üzereydi.

Havaalanının içi o kadar kalabalıktı ki, birine çarpmadan veya izin istemeden yürümek mümkün değildi.

Uçağımızın içine vaktinde bindik, uçak da kapısını vaktinde kapattı ama havalanmamız 50 dakikayı buldu.

Düne kadar küçük, kullanması pratik ve şirin olan havaalanı gitmiş, yerine inanılmaz eziyet dolu, kalabalık, tuvaletleri pis, yerleri pis, her şeyi çok uzun süren bir havaalanı gelmişti.

Eric Adams soruşturması sahiden TürkEvi ile mi ilgili?

Eric Adams soruşturması sahiden TürkEvi ile mi ilgili?

New York’un Türk dostu olarak bilinen Belediye Başkanı Eric Adams hakkındaki soruşturmadan her gün minik bazı detaylar geliyor. Suçlama, Adams’a seçim kampanyasında Türkiye’den para gönderildiği. 

Kim göndermiş? 

Biri New York’ta 20 yılı aşkın süredir inşaat yapan, orada yaşayan Türklere ait bir şirket. KSK adlı bu şirketin kampanyaya bağışta bulunurken parayı Türkiye üzerinden göndermesi bana pek mümkün gözükmüyor.

Bir başkanı, İstanbul’daki Bahçeşehir Üniversitesi’nin Washington DC’de sahibi olduğu bir Amerikan üniversitesi. Bu üniversitenin de bağış parasını Türkiye üzerinden veya Türk bankaları üzerinden göndermesi çok akla yakın değil.

Dün gelen haberlerde Adams’ın cep telefonunda Türkiye’nin New York Başkonsolusu ile arasındaki mesajlaşmalar olduğu bilgisi vardı. Başkonsolos, 2021 yılında Tayyip Erdoğan’ın burayı resmen açmasından haftalar önce, BM binasının tam karşısındaki TürkEvi binasının inşaatının bittiğini, gereken diğer ruhsat işlemlerinin tamamlandığını, son olarak itfaiyeden alınacak ‘yangın güvenliği’ ruhsatının beklendiğini söylemiş, Adams’tan yardım istemişti. Bir para alış verişine dair bilgi yok. Adams’ın TürkEvi’ne hak etmediği halde yangın güvenliği belgesi verdirdiğine dair bir iddia da yok.