14-11-2023
İsmet Berkan

Yeni normal: Beğenmediği mahkeme kararını uygulamayanlar ülkesi

Yeni normal: Beğenmediği mahkeme kararını uygulamayanlar ülkesi

Bir dikkat çekici durum var: 20 gün önce Can Atalay ile ilgili karar alan ve aldığı karar hala uygulanmayan Anayasa Mahkemesi, henüz ağzını açıp son tartışmalarla ilgili t ek kelime söylemiş değil.

Oysa Anayasa Mahkemesi kararı üzerine önce İstanbul’daki 13. Ağır Ceza Mahkemesi bir karar aldı ve kararında polemiğe yönelik sözler sarf etti. Ardından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bir tebliğname hazırladı ve o da bir hayli polemikçi üslup kullandı. Derken 3. Ceza Dairesi polemik yapan uzunca bir karar aldı.

Bu üç metin de, Anayasa Mahkemesi’nin kararının neden uygulanmayacağı ve aslında Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda karar almaya neden yetkisinin olmadığı hakkındaydı. Öyleydi ama sonuç olarak ya mahkeme kararıydı bunlar ya da Başsavcılığın tebliğnamesinde olduğu gibi görev gereği yazılmış şeylerdi.

Bunlar yetmemiş olacak ki, Yargıtay Başkanlığı durduk yerde bir basın açıklaması yaptı ve Anayasa Mahkemesi’ne yüklendi, yüklenmek ne kelime AYM’yi çok ağır bir dille suçladı, son somut olayla ilgili AYM’nin yetkisini aştığını öne sürdü.

Bütün bunlar son 20 güne sığdı. Bu arada kararı uygulanmayan Anayasa Mahkemesi henüz ağzını açıp tek bir kurumsal söz söylemedi.

Söylememesi işin doğrusu aslında. Mahkemeler kararlarıyla konuşur. Burada yanlış yapan Yargıtay Başkanlığı. O bildiri yayınlanmamalıydı ama yayınlandı.

Bu arada siyaset ve kamuoyu da ikiye bölünmüş durumda. Anayasa Mahkemesini savunanlar, mahkeme kararının mutlaka uygulanması gerektiğini söyleyenler de var, tersini söyleyenler de. Ama bir de ‘ortada’ duruyor gözüken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç var. Bakmayın ortada duruyor gibi göründüklerine, Anayasa Mahkemesi kararının uygulanması gerektiğini hala söylemediler.

Ortada evet Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasında yıllardır adım adım büyüyen ve bugün açıktan kavga seviyesine gelen büyük bir kavga var. Bu kavgayı çözecekse siyaset kurumu ve elbette Türkiye Büyük Millet Meclisi çözecek. O bakımdan Cumhurbaşkanı sıfatıyla Tayyip Erdoğan’ın, Adalet Bakanı sıfatıyla Yılmaz Tunç’un duruma müdahil olması yadırgatıcı değil.

Ama dün de yazmaya çalıştım, bu sorun bugünün değil yarının sorunu. Esas bugünün meselesini çözmek lazım: Yani Anayasa Mahkemesi kararını uygulamak.

Bugün Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay ile ilgili kararını sırf biz beğenmiyoruz diye uygulamayacak olursak, hukuk devletinde son derece tehlikeli bir kapıyı da açmış oluruz. Bana soracak olursanız o kapı çoktan açıldı.

Şöyle düşünün: Yarın öbür gün bir Ağır Ceza Mahkemesi herhangi bir karar aldı, mesela bir kişiyi tutuklamak istedi ama diyelim ki o şehrin emniyet müdürü ve valisi bu kararı beğenmedi, tutuklama kararını uygulamadı, yani o kişiyi yakalayıp cezaevine götürmedi…

Veya şöyle düşünün: Bir mahkeme, tutuklu yargılanan bir kişiyi tahliye etti ama yöneticiler bu kararı beğenmedi, hapisteki insanı dışarı çıkarmadı…

Bunun mümkün olduğu, yani beğenilmeyen mahkeme kararlarına uyulmamasının mümkün olduğu anlaşıldığında ne hale gelebileceğimizi hayal edebiliyor musunuz?

Yukarıda ‘hayal edin’ diyerek ve sanki soyut birer örnekmiş gibi anlattığım olaylar aslında yaşandı Türkiye’de. Osman Kavala hapisten çıktı ama doğrudan polis arabasına bindirilip nezarete götürüldü, ardından da aynı cezaevine geri döndü. Ankara’da bir FETÖ yargılamasında tahliye kararı veren yüksek mahkemenin bütün heyeti dağıtıldı, kimse serbest kalmadı. Zamanında mahkeme birileri hakkında yakalama kararı verdi ama polis o kararı uygulamadı.

Türkiye üç dört ayrı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını uygulamadığı için Avrupa Konseyi’nden atılmanın eşiğinde duruyor. Aralık ayında karar alacak konseyin bakanlar komitesi. Unutmayın Anayasanın 90. maddesine göre AİHM kararları da yerel yüksek mahkeme kararları statüsünde, hatta onların da üzerinde.

Daha önce de Anayasa Mahkemesi’nin kararının uygulanması yine böyle direnişle karşılanmış ama sonunda uygulanmıştı. Bu kez bir yüksek mahkeme AYM kararını uygulamama kararı aldı.

Bu, maalesef bizim yeni normalimiz artık.

Hukukun üstünlüğüne, olması gerekene dönmemiz korkarım artık pek mümkün olmayacak. Boşuna konuşmayalım.

Mesele Can Atalay olsaydı, çözüm yolu vardı

Mesele Can Atalay olsaydı, çözüm yolu vardı

Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmamasıyla yaşadığımız krizin içinde Gezi davasından artık hükümlü olan TİP milletvekili Can Atalay’ın da adı geçiyor ister istemez; çünkü kararlar onunla ilgili.

Ama daha genel bir seviyeden, ülkedeki hukuk devleti krizi seviyesinden meseleye baktığınızda konunun Can Atalay’la ilgisi yok.

Yargıtay, çok rahatça daha Haziran ayında Can Atalay’la ilgili yargılamayı durdurabilir, ‘Bu sanık milletvekili dokunulmazlığını elde etti’ diyebilir ve topu Meclis’e atabilirdi.

Daha sonra Gezi Davasındaki hükümler onandığında Yargıtay Meclis’e bir çağrı yapabilir, Can Atalay’ın dokunulmazlığının kaldırılmasını isteyebilirdi. Meclis’teki Cumhur İttifakı çoğunluğu açısından dokunulmazlığı kaldırmak sorun olmaz, böylece Yargıtay Atalay hakkındaki hükmünü de açıklayabilirdi.

Ama bu yol, yani olağan yol tercih edilmedi, onun yerine Yargıtay’ın ilgili dairesi, öteden beri Anayasa Mahkemesi ile yaşadığı sorunu bugün bildiğimiz şekilde eylemli olarak gündeme getirmeyi tercih etti.

Olaylar da aslında Yargıtay’ın arzu ettiği şekilde gelişiyor. Bir anda siyaset kurumu Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunu kısıtlamayı konuşur hale geldi.

Faiz yükselmeye devam ediyor

Faiz yükselmeye devam ediyor

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın dünkü iç borçlanma ihalelerinde de faiz yükselmeye devam etti. Zaten baktığınızda 2 yıllık devlet tahvillerinin piyasadaki faizinin yüzde 41’e kadar geldiğini görüyorsunuz.

Öte yandan Merkez Bankası’nın parasal sıkıştırma adımları da devam ediyor. Bankalar, zorunlu karşılıklardaki artıl nedeniyle likidite sıkıntısı yaşamaya başladılar, yani piyasadaki TL bolluğu sona erdi, dönüp Merkez Bankası’ndan yeniden fon kullanmaya başladılar.

Bütün bunlar hayal dünyasından çıkıp gerçekler dünyasında yaşamaya geçmenin belirtileri. Henüz tam olara reel faiz dönemine girip girmediğimizi bilmiyoruz, bugün Erdal Sağlam da yazmış, yabancı borç vericiler Merkez Bankası faizinin yüzde 40’a kadar gelmesini bekliyorlar.

Merkez Bankası politika faizi yüzde 40’a geldiğinde, herhalde Hazine borçlanma maliyeti yüzde 50’ye yaklaşacak, bankaların vatandaşa verdiği mevduat faizi de yüzde 50 sınırını geçebilecek.

Faizde negatif alandan çıkışın parametreleri belirmeye başladı.