24-11-2023
İsmet Berkan

Para insanı nasıl bozar: Finansal okur yazarlık, okumaz yazmazlık

Para insanı nasıl bozar: Finansal okur yazarlık, okumaz yazmazlık

Karşınızda bir banka müdiresi var ve size bir yatırım olanağından söz ederken, ‘5 koyup 10 almak’ diye bir cümle kuruyor. Hem de 30-40 gün içinde!

Ne düşünürsünüz?

Eskiden olsa, ‘On kişiden dokuzu güler geçer’ derdim. Artık o kadar kolay söyleyemiyorum bu cümleyi.

İnsanı rasyonel bir varlık olarak tanımlıyoruz ama galiba her zaman o kadar rasyonel değiliz; inanmak istediğimiz şeylere inanıyoruz, eskilerin tabiriyle ‘hüsnü kuruntu’ ile hareket ediyoruz; güzel dileklerimizi gerçek sanıyoruz.

Meşhur ‘Nijeryalı prens dolandırıcılığı’nı hatırlayın.

Bir gün size bir mektup geliyor. Adam Nijeryada prens ve 100 milyonlarca doları var ama bu paralarını alabilmesi için avukat tutup dava açması lazım. Sizden avukat tutmasına yardımcı olmak için para göndermenizi istiyor. Gönderdiğiniz parayı kat be kat olarak geri alacaksınız dava bittiğinde.

‘Kim bu tuzağa düşer de para gönderir’ demeyin, bu tuzak onyıllardır devam ediyor ve her yıl düzenli olarak binlerce kişi tuzağa düşüp para gönderiyor. Bir tanesiyle ben de tanıştım; üniversite mezunu, gayet düzgün işi olan bir genç insandı, mektuba kanıp para göndermişti.

Ben de bir sefer bile bile dolandırıldım. Instagram’da bir reklam gördüm, sadece 60 dolara bir elektrikli bisiklet satılıyordu. Elektrikli bisiklet fiyatlarını biliyordum, 60 dolara elektriksizi bile alınamazdı bisikletin ama yine de ‘Dur bakalım ne olacak’ diyerek parayı gönderdim.

Dolandırıcılığın çok çeşidi var, dolandırılmanın da çok sayıda yolu. Ama bu yollar içinde en ilginçlerinden biri, Amerikalıların ‘Ponzi Dolandırıcılığı’ adını verdiği, Türkçede çok daha güzel biçimde ‘Saadet Zinciri’ olarak adlandırılan dolandırıcılık.

Ortaya hayali veya gerçek bir finansal enstrüman koyuyorsunuz ve insanlara olağanüstü faiz kazançları vaat ediyorsunuz. Sonra da sisteme katılanların parasını birbirlerine kazanç diye dağıtarak sisteminizi sürdürebildiğiniz kadar sürdürüyorsunuz.

Seçil Erzan’ın yaptığı da bu. Yalandan bir finansal enstrüman uydurmuş, bizzat bankanın genel müdürü tarafından yönetilen ‘gizli’ bir fon olduğunu, bu fonun da 30-45 gün gibi çok kısa vadelerde bile dolar bazında yıllık yüzde 540’a kadar varan oranlarda net kâr getirdiğini söylemiş.

Bu tuzağa sadece paradan puldan çok anlamayan, yaygın deyişle ‘Finansal okur yazarlığı düşük’ futbolcular düşmemiş. Bir de finansal okur yazarlığı çok yüksek olması beklenen iş insanları ve en fenası sadece finansal okur yazar olarak değil doğrudan para piyasasında işlerin nasıl döndüğünü en iyi bilmesi gereken bir kuyumcu da düşmüş.

Para dendiğinde insan karakterinin nasıl alt üst olabildiğinin çarpıcı bir örneği, Seçil Erzan isimli kadının yargılandığı dava.

İki örnek…

Birincisini Seçil Erzan kendi ifadesinde anlatıyor:

‘Melis Öztürk Şenel isimli şahıs, bir yakınımın arkadaşıdır. 2022 yılında bir gün o kadar çok paraya sıkışmıştım ki kendisinden elden 80.000 dolar nakit para aldım. Ertesi gün benden 160.000 dolar olarak geri aldı. Aslında ilişkimiz burada bitmişti fakat sonrasında ben yine sıkıştığım için yaklaşık bir ay sonra 160.000 doları tekrar teslim aldım fakat bu zamana kadar ödeyemedim.’

Melis hanım, sadece bir günde parasını ikiye katlamış. Mucize gibi bir şey. Ama bu para, yaygın tabirle ‘bal parası’ydı. Nitekim Melis Hanım dayanamamış, 1 ay sonra bu kez hem ilk ana parasını hem de faiz kazancını vermiş. Şimdi o para buhar olup uçmuş durumda. Ama Melis hanım şikayetçiler arasında yok!

İkinci örnek Arda Turan. Toplamda, ama peyder pey siteme 13 milyon 900 bin dolarla en çok para koyan o. Ama ilginçtir, sistemden en fazla para alan da o: 6 milyon 400 bin dolar.

Futbolcu olarak müthiş bir kariyeri olan, şimdi de Eyüpspor’da hayli başarılı bir teknik direktörlük kariyerine başlayan Arda Turan’a sorsanız, aldığı o 6 milyon 400 bin dolar faiz geliriydi; ana parası olan 13 milyon 900 bin dolar orada duruyordu ve daha çok faiz kazandıracaktı.

Anlaşılan ‘Bal parası’ Arda Turan’da da işe yaramıştı.

Bu çeşit saadet zincirlerinde her zaman sistem tam patlamazdan ve olay polisiye bir hadiseye dönüşmezden önce sistemi yönetenin taze para ihtiyacı doruk noktasına çıkar.

Ve zaten o yüzden, sistemde en büyük zararı sisteme en son girenler görür.

Nitekim Seçil Erzan’ın sisteminin Şubat-Mart aylarında krize girmeye başladığı anlaşılıyor. Bu aylarda ona para yatıranlar, o paralarının üzerine birer bardak soğuk su içmek zorunda kaldılar maalesef.

Bu insanlar arasında İsviçre’deki işini satıp 3 milyon dolar parasını Türkiye’ye getiren kerli ferli iş insanları da vardı, vaat edilen faizi alabilmek için kendisinin, eşinin ve oğlunun döviz hesaplarındaki paraları Seçil Erzan’a elden çanta içinde teslim edenler de…

Sadece 13 tane şikayetçisi var Erzan’ın. Oysa çok daha fazla insandan para topladı.

Şikayetçi olmayanlar neden şikayetçi değil?

Bir sebep utanç duygusu olabilir. Öyle ya, dolandırılmak insanı fena halde utandıran bir durum.

Bir başka sebep, bu işten kârlı çıkmış olabilir bazı insanlar.

Dava dosyasında ve iddianamede adı geçen bazı isimler var. Mesela eski Galatasaraylı futbolcu Ayhan Akman, yine geçen yıl futbolu bırakan Galatasaraylı Semih Kaya. Seçil Erzan her ikisinden de şikayetçi, ‘Benden fazlasıyla paralarını aldılar’ diyor.

Son bir konu, bütün bunların içinde Denizbank’ın rolü.

Evet, savcılık banka için kovuşturmaya yer yoktur kararı verdi, bir anlamda bankanın bu dolandırıcılıkta hiçbir rolü olmadığını söyledi.

Ama unutmayın, banka yöneticileri bir dedektif gibi çalışmış, polisten de, mağdurlardan da önce Seçil Erzan’ı kaçtığı Çorlu’daki baba evinde bulmuş, onu İstanbul’a gelmeye ikna etmiş, üç gün boyunca bankada sorgulamış, hatta Göktürk’teki evine gidip belgelerini toplamıştı. Bu sebeple banka yöneticileri hakkında ‘Kişi Hürriyetinden Yoksun Kılma suçundan’ savcılıkta ayrıca soruşturma yürütülüyor.

Bu dolandırıcılık davası pilavı daha çok su kaldıracak.

6 ay önce mi ‘normal’dik, bugün mü normaliz?

6 ay önce mi ‘normal’dik, bugün mü normaliz?

Bundan altı ay önce Merkez Bankası’nın haftalık borç verme faizi yüzde 8,5’ti.

Sokaktaki insana sorsanız, evet memlekette ‘hayat pahalılığı’ vardı, ama hiç değilse herkes işinde gücündeydi, aydan aya düzenli gelir elde ediyordu. AVM’ler, lokantalar, kafeler hınca hınç doluydu. Trafik sıkışıktı.

Nitekim bu canlılık Tayyip Erdoğan’a önce 14 Mayısta, sonra 28 Mayısta seçim kazandırdı.

Seçimin hemen ertesinde dolar kuru hızla artmaya başladı. Ardından faiz artışları gelmeye başladı. Derken hayat pahalılığı daha da fena hale geldi. Ve işte dün itibariyle Merkez Bankası faizi yüzde 40’a yükseltti.

Yüzde 8,5 nere, yüzde 40 nere?

Dün mü normalde yaşıyorduk, bugün mü?

Bu konuda benim görüşüm belli: Dün bir yalancı cennette yaşıyorduk, bugün gerçeğe biraz daha yakınız.

Umalım ki bu faiz artışını işsizlik ve ekonomik yavaşlama izlemesin.

Bakalım yavaşlamadan ve işsizlikten ne kadar korunabileceğiz?

İyi Parti’nin akçeli ve belden aşağı dedikodulu işleri

İyi Parti’nin akçeli ve belden aşağı dedikodulu işleri

Ümit Dikbayır’ın dün televizyona çıkıp anlattıkları yenir yutulur şeyler değil. İyi Parti fena halde karışmış durumda ve herhalde bugün Dikbayır’ın iddialarına bir cevap da verilecek.

Çarpıcı iddia şu: Seçimden sonra iş dünyasından gelen milletvekillerinden para toplanmış.

Dikbayır ‘Bu para niye toplandı ve şimdi nerede’ diye soruyor.

Partiler, sadece Hazine yardımı aldıkları için değil, üyelerinden aidat ve bağışçılarından bağış aldıkları için de mali defterleri son derece şeffaf olması gereken yerler. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı her yıl partilerin muhasebe defterlerini bu sebeple denetliyor.

İyi Parti geçenlerde mali durumunu açıkladı, ama bu son iddiaya karşı da bir şeyler söylemeleri gerek herhalde.

Parti içinde bir de belden aşağı dedikodu ve iddialar dolaşıyor ki onlara hiç girmemek belki daha iyi.