Evet aynen başlıktaki gibi…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, önceki gece Kuruçeşme Divan’da, Koç Üniversitesi Rahmi Koç Bilim Madalyası Ödül törenine katılsaydı…
Eminim ki çok mutlu olurdu…
Kendisi salondaki davetlilerden coşkulu bir alkış almasa bile, o
Yapılan iki konuşmayı ayakta alkışlayabilirdi…
Alkışlarken de eminim içinden şu geçerdi:
”Ben demiyor muyum dünya 5’ten büyüktür diye…”
Katılsaydı, kendine uzak zannettiği bir dünyanın aslında o kadar uzak olmadığını hissedebilirdi…
O yüzden önceki gece orada olmalıydı, keşke olsaydı diyorum…
Tabii tören bitip yemeğe geçildiğinde gecenin en önemli konusu Fatih Terim Fonu’ydu…
Bir de Denizbank CEO’su Hakan Ateş’in “Muhteşem Ego’su…”
Onu da yazının ikinci bölümünde okuyacaksınız.
Önce, Türk sosyal bilim dünyasında bir “Paradigmanın kırıldığı” bu çok önemli ödül törenini anlatayım…
Dediğim gibi Koç Üniversitesi her yıl bir bilim alanında “Yılın insanını” ödüllendiriyor…
Ben aşağı yukarı bütün ödül törenlerine katıldım.Hemen hepsi gerçekten çok etkileyici bilim insanları…
Bu insanlar arasında çok sayıda kadının bulunduğunu görmek de insana çok iyi geliyor.
Bu yılki ödül Dünyanın en önemli üniversitelerinden biri olan Cambridge Üniversitesi öğretim üyesi Ayşe Zarakol’a verildi.
Doğu Batı ilişkileri konusunda çalışıyor ve yazdığı kitaplar bütün dünyada çok ilgi gördü.
Ve diyebilirim ki, bu alanda bütün dünyada yerleşmiş çok güçlü bir paradigmayı kırdı…
Şimdi geleyim geceye…
Gece, Erdoğan’ın çok seveceği bir konuşma ile başladı.
Koç Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Nur Yalman öylesine Batı karşıtı bir konuşma yaptı ki, itiraf edeyim ben irite oldum.
Batı’nın ne sömürgeciliğini bıraktı, ne Türkiye’yi ve öteki ülkeleri küçük görmesini…
Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçenlerde yaptığı bir konuşmaya atıf yaparak ondan övgüyle bahsetti.
Ödülü alan Ayşe Zarakol’u ise Koç Ünivesitesi Rektörü Prof. Metin Sitti takdim etti.
Metin Sitti olağanüstü kariyere sahip bir bilim insanımız… Sadece, Einstein’in kurduğu bir kuruluşun devamı olan Max Planck Enstitüsü’nden Koç’a geldiğini söylesem herhalde yeterli olur.
Mikro robotlar üzerine çok önemli çalışmaları var.
Ayşe Zarakol’un annesi Necla Zarakol çok eski bir arkadaşımdır.
Genç yaşta kaybettiğimiz eşi Cihan Zarakol da önce Ankara sonra İstanbul çevrelerimizden çok iyi dostumuzdu.
Beni ona bağlayan özel bir neden daha vardı.
Cihan çizgi roman çizeriydi…
Necla’nın kardeşi Nurcan Akad ise yıllarca Hürriyet’te aynı masada çalıştığım çok başarılı bir gazeteci arkadaşımdı.
Ankara Hürriyet ofisinde haber atlatınca kalkar birlikte dans ederdik. İstanbul yazıişlerine birlikte geldik.
Ayşe Zarakol’un konuşmasını çok dikkatle izledim.
Batı merkezli düşüncenin getirdiği eksiklikleri anlatan ve bunun bilimsel gerekçelerini ortaya koyan bir konuşmaydı.
Uluslararası İlişkiler hep Batı merkezli ve eksenli bir anlayışla açıklanmaya çalışıldı. Batı, bu hikayeyi hep 17’inci Yüzyıl’dan başlattı. Oysa Dünya tarihi 17’inci Yüzyılda başlamadı bunun öncesi ve o öncesinin getirdiği kurumlar vardı diyor.
Tabii o dünya büyük ölçüde Doğu’daydı.
Yayınlanan ilk kitabı “Yenilgiden Sonra” adını taşıyor…
Kitabı hiç bilmiyordum ve dün sabahtan itibaren okumaya başladım.
Çok ilginç ve bence harika bir mantıkla üç ülkeyi incelemiş.
Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan Osmanlı İmparatorluğu, İkinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan Japonya ve Soğuk Savaş’tan mağlup çıkan Rusya…
Bu üç ülkeyi karşılaştırıyor.
Ve bu üç ülkenin de bu yenilgiden çıkışın yolunu yine Batı merkezli anlayışlarla bulmaya çalıştığını söylüyor.
Konuşması çok rahat, akademik soğukluktan, kuruluktan ve mesafeden uzaktı.
Erdoğan bu konuşmayı neden severdi?
Yenilgi’den sonra kitabı aslında 2004 yılında hazırlanan doktora tezinden hareketle yazılmış. Türkçesi 2012 yılında Koç Üniversitesi Yayınları tarafından çıkarılmış.
Bence getirdiği tez itibariyle, Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” kitabı kadar iddialı.
Bu arada parantezi açıp söyleyeyim, Koç Üniversitesi Yayınları çok başarılı. Üstelik yayıncılığı akademik monotonluktan kurtarmışlar.
Kitabın 2019’da yapılan yeni baskısının ön sözünde Ayşe Zarakol aynen şunları söylüyor:
“Kitapla beraber Türkiye’nin ekonomisi büyüdü, onunla beraber dış ilişkilerdeki imajı da güçlendi, şimdi artık Türkiye, Japonya ve Rusya’nın yanına yaraşır mı sorusun soran pek kimse kalmadı. Bunda Adalet ve Kalkınma Partisi. (AKP) hükümetinin rolü büyük. AKP’nin yönetim kadroları daha önceki hükümet ve özellikle diplomasi kadrolarına kıyasla Türkiye’nin Batı’yla ilişkisini farklı görmektedir.”
Rahmi Koç Bilim Madalyası bu yıl işte bu sözleri söyleyen bir Cumhuriyet biliminsanına verildi.
Konuşmasında sık sık Cumhuriyet’in kuruluşunun 100’üncü yılına samimi atıfta bulunan bir bilim kadınına…
Tabii Cumhurbaşkanı törene katılsaydı, o önsözde hemen altındaki şu eleştiriyi de dinleme fırsatına sahip olacaktı…”
“(Ne yazık ki)…AKP’nin yarattığı farklılık, AKP devletleştikçe kaybolma tehditi altında…”
Bu arada AKP’nin Orta Doğu politikasına da üstü örtülü eleştirileri var. Bu bölgede “Abilik” taslama, kendini Doğu’daki yükselen öteki ülkelerden yüksek görmek gibi eleştiriler…
Kitabın ilk sayfasına Dostoyevski’den aldığı bir alıntıyı da çok sevdim.
Yazı çok uzadığı için meraklılarına duyurmakla yetiniyorum.
Şimdi geleyim bu güzel davetten “Seviyeli Cemiyet” izlenimlerine…
Koç ödül törenlerinin bir geleneği var.
Törenden sonra bazı davetliler için özel masalar hazırlanıyor.
Önceki gece Koç ailesinin ikinci neslinin iki üyesi Semahat Arsel ve Rahmi Koç; üçüncü kuşaktan Ali Koç’un masasına baktım…
Tabii ki ödülü alan Ayşe Zarakol ve eşi Dmitri Jajich; Sema ve Aydın Doğan; eski Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Hüsnü Özyeğin ve eşi Ayşen Özyeğin…
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç’u göremedim.
Geceden bir de akademik haber vereyim.
Özyeğin Üniversitesi Başkanı Hüsnü Özyeğin, Özyeğin Üniversitesi’nin dünyanın en önemli üniversitelerinden Harvard’la çok güzel bir işbirliğine başlayacakmış.
Ancak ne olduğunu söylemedi.
Cuma günü Oksijen Gazetesinde okuyacakmışız…
Törenden sonra verilen kokteylde masaları dolaştım.
Bir masada Kadri Gürsel, Cumhuriyet yazarlarından Özlem Yüzak, Orhan Bursalı, ilgiyle izlediğim Ekonomi gazetesi yazarı Vahap Munyar, HaberTürk’ten Ayşe Özek, dün Fatih Terim Fonu yayınını hayranlıkla izlediğim Youtuber Özlem Gürses, Nr 1 Radyo ve televizyonlarının sahibi Ali Karacan, Pencere Gazetesi’nden Yavuz Oğhan, T24’ten Murat Sabuncu, 10Haber kurucusu İsmet Berkan, Gila Benmayor ve Şelale Kadak.
Ve tabii böyle davetlerin senyör gazetecisi Güneri Cıvaoğlu…
Yine formda ve yakışıklı…
Kuruçeşme Divan’a epeydir gitmiyordum.
İki yıl önce yenilendi ve şaşırtıcı bir yer olmuş.
Yönetici ve personeli her zamanki gibi çok dostane…
Rahmi Koç Ödül töreni bu yıl ilk defa burada yapıldı.
Tören salonu çok iyiydi. Özellikle sahnenin bir başından ötekine uzanan dijital ekran, benim bugüne kadar Türkiye’de gördüğüm en genişiydi.
Sahneye etkileyici bir derinlik ve estetik kazandırıyor.
Tek eksik dijital duvardaki videoydu…
Las Vegas Sphere’i dünyada dijital ekran anlayışını tamamen değiştirdi.
Yani ekranın görsel yanı eksik kaldı.
Arka plana çok daha etkileyici görseller getirilebilirdi.
Tabii tören Divan’da yapılınca menü de çok geniş oluyor.
Kuzu Tandır’dan mantarlı lazanyaya kadar çok geniş bir menü vardı.
Hatta bir masa da Japon mutfağına ayrılmıştı ve suşi çeşitleri bile vardı.
Peynir masasında, olmazsa olmaz İtalyan Parmesan, Türk dil ve beyaz peynir çeşitleriydi…
Bu yıl peynir masasının en büyük yeniliği Konya Divle Obruk Peyniriydi.
Bu peyniri hem de tulumunun içinde görmek şaşırtıcıydı.
Gerçek Divle obruğu bulmak çok güç… Piyasada çok takliti var.
Seçim iyidi ve altı aylık obruk zevkimi tatmin ettim.
Tabii yerken, Anadolu’yu karış karış gezip Obruk peynirlerini Michelin yıldızlı menülere sokan Mehmet Gürs’ü de hatırladım.
Koç törenlerinin en sevdiğim yanı uzun olmaması.
Vehbi Koç Ödülü,. Mustafa Koç ödülleri de hep kısa oluyor.
Bu yıl baştaki müzik dinletisi de kaldırılmıştı. Bence doğru yapmışlar.
Çünkü insanlar bu tür törenlerde daha çok tören dışında insanlarla sohbet etmeyi seviyorlar.
Önceki bu bakımdan bana çok iyi geldi.
Masalarda en çok konuşulan konu tabiatıyla Fatih Terim Fonu’ydu…
Gazeteciler arasında küçük bir bölüm “Fatih Terim’e haksızlık ediliyor” görüşündeydi. Çoğunluk Terim de bu işin içindeydi görüşünde.
Bankacılar ise daha çok, Denizbank ve CEO’su Hakan Ateş üzerine yoğunlaşmıştı.
Çoğunluk şu görüşteydi:
“Banka bu işi en başında çözmeliydi. İşin içine bu kadar celebrity girmişse büyüyeceği kesindi. O nedenle bunu halledebilirlerdi. Kendilerine en fazla 20-30 milyon dolara patlardı ama sorun büyümezdi. Şimdi banka ve yöneticileri de töhmet altına girdi. Hakan Ateş’in bu olaydan sonra orada kalması pek kolay olmaz…”
Gecenin en çok gülünen şeyi ise Hakan Ateş’in bankanın kuruluş yıldönümü için hazırlattığı komik videoydu.
Vallahi ben kendi payıma o videoyu sevdim. Hakan Ateş’in mizah anlayışı ve kendine güveni, kendinle dalga geçmesi hoşuma gitti. Ama lacivert takımlı bankacı kesimi aynı fikirde değildi.
Bazılarına göre bu video onun “Muhteşem Ego’sunun” boyutunu açıkça ortaya koyuyor.
“Bu işi başta çözememesinin nedeni de o Muhteşem Ego’suydu” diyorlar.