Acı Portakal: Kefaret
Ersan Üldes, 'İstanbul Buradaydı' ile okuyucularıyla yeniden buluştu. Yazar yeni romanında bireyin kent yaşamının kaotik yapısına akıl sağlığını yitirecek kadar yabancılaştığı, yazma sancılarına varoluş sancılarının eşlik ettiği bir hikaye anlatıyor
Kahramanın bakış açısından aktarılan Ersan Üldes’in son romanı ‘İstanbul Buradaydı’ olaylardan ziyade zihinsel süreçlere ağırlık vererek, anlatıcının iç dünyasını hiç durmadan yineleyen coşkulu bir iç monolog biçiminde kurgulanmış. Böyle bir metni özetlemek hem zor hem de metnin yanlış anlaşılma tehlikesini de barındırıyor. Ancak okuyucuya bir fikir vermek için biz yine de şansımızı deneyelim.
Roman kahramanı İskender Dalaman ile gündelik hayat ritüelinin en önemli vazifesini yerine getirdiği bir sabah saatinde karşılaşıyoruz. Oğlu Emirhan’ı olula bırakmış ve eve dönmek üzere;
“Emirhan’ı kendi ellerimle okula bırakıp yine kendi ellerimle okuldan alarak ve bütün bunları kendi ayaklarım üzerinde yaparak hem ilgili bir baba gibi görünecek hem de –ve daha önemlisi– zaten doğru dürüst katkıda bulunamadığım aile bütçesini biraz olsun rahatlatacaktım. Saygı duyulası bu karar, kâğıt üzerinde kusursuz bir proje ve mensubu olduğum orta sınıfa örnek, emsalsiz bir kalkışmaydı ama ne yazık ki uygulamada işler pek yolunda gitmemişti.”
Zira sokaklar İskender Dalaman için tekinsizdir. Ancak bugün her şey daha da kötüye gidecek, üzerindeki pejmurde kıyafeti ile İskender Dalaman, her gün izlediği rotayı şaşıracak ve evin yolunu bulmakta zorlanacaktır.
“Okulu ve okuldan istifade eden ticarethaneleri çoktan arkamda bıraktığımı zannederken kendimi yeniden onların ortasında bulmuştum. Bunun nasıl gerçekleştiğine bir açıklama getiremedim ve fasit dairede dönüp durduğum duygusu, eve asla ulaşamayacağım endişesini tetikleyince ümitsizliğe kapıldım. Üstelik bu esnada gereğinden fazla hava yutmuştum; içeriği tartışmalı havanın göğsümdeki sıkışmayı ve kulağımdaki tazyiki artırmasıyla bir-iki defa sendeledim.”
Eve dönme çabası yorucu bir etkinliğe dönüşürken zihninde de karşılığını bulmuş ve İskender Dalaman, onu bu hallere düşüren hayatını sıklıkla hatırlamak zorunda kalmıştır. Kendi ifadesiyle basit, basit olduğu kadar saydam, saydam olduğu kadar da saf bir adamdır o.
Kendisine sunulan yaşam şartlarına tamamen teslim olmuş, çizilen net sınırların dışına kendini taşırmadan yaşayan, köşesiz tanıtım yazılarıyla ünlenmiş bir kitap tanıtım yazarı. Hayatı boyunca özgüven eksikliği çeken, ancak bir zamanlar titizlikle, binbir özenle eleştiri yazıları kaleme alan, işini ciddiye aldığı için sektörden dışlandığında çareyi Hakem Adil İhsan takma adıyla köşesiz tanıtım yazıları hazırlamakta bulan İskender Dalaman, kendi benliği ile sahtesi arasında sıkışıp kalmış.
Aslında hayatın her alanına yayılan bir sıkışıklık halidir İskender Dalaman’ı daraltan;
“Neye el atsam elimde kalıyordu, çabalarım hiçbir sonucu değiştirmiyordu, uzun süredir bir ilerleme kaydedemiyordum, olaylar olayları kovalıyor ama bilincimde hiçbir değişiklik olmuyordu.”
Hele ki eve döndüğünde kapıyı çalan kim olduğunu çıkaramadığı bir tanıdık ortaya çıktığında “asıl anlatılması gerekenler” dediği olaylar zinciri başlayacaktır…
Yazarlık kariyerinin ilk dönemini yakından takip etmiştim. 24 yıl önce, ilk romanı ‘Yerli Film’ ile İnkilap 1999 Roman Ödül’ü kazandığında 20’li yaşların ortalarındaydı Ersan Üldes. Genç yaşta iyi bir giriş yapmıştı edebiyata ama fazla ısrarcı değildi; her yıl yeni bir roman yayınlamadı, adı gazete ve dergilerde sıklıkla anılmadı. Bunun bir nedeni ‘Hindi’nin Ruhu’ romanında konu edineceği kolay okunur bir yazar olmamasıydı.
Yanlış anlaşılmasın; şaşırtıcı bir akıcılığı, anlatmak istediklerini kolaylıkla ifade eden canlı bir dili vardı Ersan Üldes’in. Benzetmeler, imgeler ve nitelemelerle zenginleşen kişi ve durum tasvirleriyle; gülme, kızgınlık, tiksinti, dehşet gibi duygularımıza nüfuz edebilen hikayeleri edebi açıdan çok başarılıydı ama kolay ve hafif okumalar yelken açmış okuyucular için zahmetliydi. Buna ek olarak ele aldığı meseleler de okuyucuyu düşünmeye, yüzleşmeye ve sogulamaya davet eden nitelikleriyle ‘kolay’ hazmedilecek türden değillerdi.
‘Yerli Film’ yazma sıkıntıları ile kıvranan bir yazarın bakış açısından, zaman zaman bilinç akışı, zaman zaman iç monologlar ve karşılıklı diyaloglarla, metnin tümüne yayılan eleştirel ve karamsar bir atmosferle kaleme alınmıştı. ‘Aldırılan Çocuklar Örgütü’nde geçimini Güzel Sanatlar Fakültesi’nde çıplak modellik yaparak temin ederken, asıl teşhirciliğin ne olduğunu bir medya kuruluşunun yedi dergisinin redaksiyonunu üstlendiğinde kavrayan, modellik yaptığı günlerde tanıştığı sevgilisi Burcu ile aldırdıkları bebek yüzünden ilişkileri bozulmuş bir adamın, Leo’nun hikayesini anlatıyordu.
‘Zafiyet Kuramı’nın kahramanı Meriç ‘çirkin sayılmaz’ denilecek çehresi, parantez bacakları, sayfaları boş aşk defteri, her daim meteliğe kurşun atar maddi durumu, sevmediği ve yapmadığı mühendislik mesleği ile güven sorunları yaşayan, belki bir işe yarar umuduyla hepsi de yarım kalan meraklara tutunan bir adamdı. ‘Hindi’nin Ruhu’nda değeri anlaşılamamış bir yazara duyduğu hayranlıkla yazmanın ve okumanın ağırlığı altında ezilen bir karakter yaratmıştı.
Üldes’in bu dört romanında hayat bulan edebiyat uğraşısı içindeki kahramanlarına şimdi ‘İstanbul Buradaydı’nın İskender Dalaman’ı da ekleniyor. Kısacası ilk bakışta bütün romanlarda benzer insan tipleri ile karşılaşıyoruz. Kendilerini gerçekleştirememiş olmanın, başkaları tarafından görülmemenin, ‘hiç’lik duygusunun rahatsızlığını yaşayan roman kahramanları hayatın gündelik rutinini sürdürmekte zorlanıyorlar.
Tekrara düşmüş gibi görünmekle birlikte her bir romanda farklı meseleleri öne çıkardığını söyleyebilirim. Modernist edebiyata vakıf bir yazar olarak Üldes, ‘İstanbul Buradaydı’da metropol hayatını, kalabalıklar içindeki yalnızlığı ve çaresizliği hikayesinin merkezine oturtmasını bilmiş. Üstelik konu seçimindeki ısrarı da bilinçli bir tercih. Bir söyleşisinde şöyle açıklamış tercihini;
“Bir David Lodge romanında okuduğum bir cümle, aşağı yukarı şöyleydi: ‘Günümüzde romanın tek bir konusu vardır; o da roman yazmanın zorlukları…’ Kurgusal bir karakterin kim bilir hangi maksatla ağzından düşürdüğü bu ifadeyi, ben roman anlayışımı tanımlarken kullanmakta beis görmüyor ve iki farklı biçimde okuyorum. Bir: Roman yazmak, roman yazmanın olanak ve zorluklarını tartışmak en iyi roman konusudur ve günümüzde romanları ayrıştırırken onların hikâyeleriyle yetinmemeliyiz. Tabii bu sadece günümüze özgü bir durum değil, ilk roman kabul ettiğimiz Don Kişot’tan bu yana romansal romanların ana konusu, zaten hep kendi üstüne, kendi döneminin sıradan üretimleri ve kendinden önceki yapıtlar üstüne düşünmek olmuştur. İki: Roman sanatı, daima roman yazmanın olanaklarıyla ilgilenir ve bu olanaklar zamanla daha da daralır. Artık özgür kelebekler gibi daldan dala konan anlatıcılarla, zamandan zamana uçan sınırlamasız romanlar kaleme alamayız.”
Böyle bir fikriyattan hareketle hem yazma sürecine, hem edebiyat dünyasına eleştirel bir bakışla yaklaşan Üldes, bir yandan da modern bireyin boğuntusunu dile getirmeyi başarıyor. Boğuntu kelimesinin klostrofobik bir çağrışım yapması doğaldır. Ancak okuyucuyu boğmuyor Üldes’in romanları. Zira kara mizahtan ve ironiden çok iyi yararlanıyor. Edebiyatımıza modernizmi getiren 50 Kuşağı yazarları gibi Ersan Üldes de mizahı eleştirmek ve rahatsız etmek için, ciddiyetle ama ince bir alayla kullanıyor.
Ersan Üldes’in romanlarında tasvir edilen zaman, mekân ve kişiler, sanki bir karabasanın, kötü bir düşün içinden çıkıp gelmiş gibi görünür. Yazar, okuru yaşamın gerçek değil absürt/saçma bir tasarımıyla karşılaştırır. Kişi tasvirleri özellikle abartılı ve karikatürizedir. Kurgusallığını dışa vurmaktan çekinmez ama basit ayrıntıları aktarmada gösterdiği ciddiyet ve mizah unsurunu yerli yerinde kullanışı, saçmayı aniden gerçeğe dönüştürecektir. Adorno’nun ifadesiyle “bu saçmalıkta imgesel, düşlemsel olarak görünen her şeyin gerçekte nasıl olduğudur.”
Ersan Üldes, 1973 yılında Manisa’da doğdu. 1995 yılında YTÜ’den mühendis olarak mezun oldu. İlk romanı ‘Yerli Film’ (1999) İnkılap Kitabevi Roman Ödülü’nü aldı. Ardından ‘Aldırılan Çocuklar Örgütü’ (2004), ‘Zafiyet Kuramı’ (2007) ve ‘Hindi’nin Ruhu’ (2015) adlı romanları yayımlandı.
‘Zafiyet Kuramı’, Aleksander Hemon editörlüğünde yayımlanan Avrupa’nın En İyi Kurgu Kitapları (Best European Fiction 2011) Antolojisi’ne seçildi. Roman sancı ‘Asilzadeler’ (2011) adlı kitabında, Cervantes’in edebi mirasına sahip çıkan 10 ayrı Türk yazarı inceledi. ‘Modern Meram – ‘Büyük’ Romanları Okumak’ (2021) adlı kitabındaysa Kafka, Proust, Musil, Woolf, Joyce ve Faulkner gibi modernist yazarların eserleri için farklı okumalar önerdi.
2022 yılında yayımlanan ‘Gayrimeşru Anlamlar Sözlüğü’ sözcüklerin bazen edebiyat üzerinden bazen de yazarın kendi dünyası içinde biçimlendirilmiş yeni anlamlarını sıralayan bir eserdi. Çevirmen olarak Robert Musil’in ‘Aptallık Üzerine’ (Amy Spangler ile birlikte) adlı konuşmasını ve Italo Svevo’nun ‘Cömert Şarap’ adlı novellasını dilimize kazandırdı.