Raf Gezgini: Vakit bol, seri kitapları bitiriyoruz artık
Bu haftanın listesinde Norveç edebiyatından Vigdis Hjorth'un akıllara sorular bırakan yeni romanı, Dergâh Yayınları'ndan gelen Tanpınar müjdesi, Macar yazar Ágota Kristóf'un kitaplara konu olacak hayatını yazdığı tek otobiyografisi öne çıkıyor.
Bu haftanın listesinde Norveç edebiyatının güçlü sesi Vigdis Hjorth’un akıllara sorular bırakan yeni romanı, Dergâh Yayınları’ndan gelen Ahmet Hamdi Tanpınar müjdesi, Macar yazar Ágota Kristóf’un kitaplara konu olacak hayatını yazdığı tek otobiyografik metni ve dahası var…
Norveç edebiyatının güçlü sesi Vigdis Hjorth, geçen yıl ‘Miras’ romanıyla Türkçeye kazandırılmıştı. Siren Yayınları’nın yayınladığı, Dilek Başak’ın çevirdiği romanın hemen ardından yazar yeni bir romanla karşımızda. Yazar, ‘Postane Günlükleri’ romanında yine bir kadın kahramanın hikâyesinin izini sürüyor. Okurlar, hayatın rutinine kendini kaptırmış, hayattan bir beklentisi kalmamış Ellinor ile tanışıyor. Günümüz insanının kaçamadığı makus bir son mu bu yalnızlaşma? Yabancılaşmacının, hayatın merkezinden uzaklaşmanın bir çözümü yok mudur? Masa başında tükenen ömürler, rutine dönüşen düş kırıklığı ve gelecek kaygısı, iletişim uzmanı ve eski gazeteci Ellinor’un kendi kelimelerine yabancılaştığı ıssız dünyanın yapıtaşlarını oluşturuyor. Peki bu dünyayı yıkmak, daha mutlu bir dünya yapmak mümkün mü? Vigdis Hjorth’un zihninize bırakıp kaçtığı sorulardan bazıları bunlar. Cevaplar muhtelif, buyrun siz karar verin.
Ágota Kristóf, Macaristan edebiyatının en meşhur yazarlarından biri. Kendi hayatı bile başlı başına bir merak -ve aslında roman- konusu. Kristóf, 1956’da Stalin karşıtı sosyalist işçilerin rejimi devirmek için çıkardığı ayaklanmanın Sovyet ordusu tarafından bastırılmasının ardından artık ülkesinde kalamayacak duruma gelmişti. Eşi politik biriydi, bir şekilde oradan uzaklaşmaları gerekti. Yazar kendisi henüz 21 yaşındayken, dört aylık çocuklarıyla İsviçre’ye yerleştiler. Yeni hayatlarında Kristóf bir yandan fabrikada çalıştı, bir yandan Fransızca öğrendi, 1970’li yıllarda tiyatro oyunları yazdı.
Karşımızdaki bu kitap ise yazarın tek otobiyografik metni. ‘Okumaz Yazmaz’ yazarın memleketi Macaristan’daki ilk mutlu yıllarından, göçmenlik hikâyesine, yeni bir ülke, anadil ve düşman dil olmak üzere dille ilişkisini açıyor. İsviçre’de hiçbir zaman tam anlamıyla hâkim olamayacağı, asla kendine ait kılamayacağı, ne yazabildiği ne de okuyabildiği düşman bir dille tanışması ona yeni bir his daha armağan etmiş: ötekilik. Kristóf’tan bir nevi kendini anlatarak rahatlama çabası diyebiliriz ‘Okumaz Yazmaz’ için.
Dünyanın prestijli edebiyat ödüllerine layık görülen, finalistleri arasına giren, eserleri 30’dan fazla dilde yayımlanan, çağdaş Afrika edebiyatının ve Portekizcenin yıldızı José Eduardo Agualusa ile tanışmış mıydınız? Kimilerine göre kendisi Portekiz’in Nobel Edebiyat Ödülü için en güçlü adayı. Kuşağının en önemli yazarlarından Agusalusa, okurunu bağımsızlığını kazanmış Angola’ya davet ediyor ve bir anı tüccarı, bellek satıcısı olan Félix Ventura ile tanıştırıyor. Toplumsal travmaların hafıza, kimlik ve aidiyet üzerindeki etkisini takip eden romanda Félix Ventura’yla yolu kesişen karakterlerin her biri bukalemun gibi yeni gerçekliklere bürünüyorlar, fakat toplumsal hafızaya kazınmış geçmişlerinin şiddetinden kaçamıyorlar.
Ahmet Ümit, Latife Tekin, Ayşe Kulin, Hikmet Hükümenoğlu ve daha fazlası… Türkiye’nin önde gelen yazarları acaba nasıl yazıyorlar? Evet, klişe ama gerçekten merak edilen bir soru bu. Peki kimsenin hatırlamak dahi istemediği o karanlık pandemi günlerinde bu sorunun cevabını bulmak için yola çıkan, kendini “Bir nevi yazı atölyesi” olarak tanımlayan ‘İlk Sayfası’ podcast programını hatırlıyor musunuz?
Can Kozanoğlu ve Mirgün Cabas’ın sunduğu program, kitap yazmada en kritik aşamanın ilk sayfayı tamamlamak hatta ilk cümleye noktayı koyabilmek olduğu yönünde yaygın görüşün peşine düştüler. Soruları basitti: “Gerçekten öyle miydi? İlk sayfalar nasıl yazılıyordu?” Bu vesileyle yazarlarla bir araya geldiler, her bölümde bir yazarı konuk ederek iki seri halinde toplam yirmi beş kayıt yaptılar. Can Yayınları’ndan Cem Akaş’ın önerisiyle bu kayıtlar yazıya döküldü. Mevsim Yenice’nin yayına hazırladığı kitap, bir anlamıyla “Söz uçar yazı kalır” sözüne katılırcasına her bölümün yazıya dökülmüş hali.
Bu hafta başında Dergâh Yayınları’nın edebiyatımızın en önemli yazarlarından Ahmet Hamdi Tanpınar külliyatını duyurmuştuk. Yazarın en önemli romanlarından ‘Huzur’un yayınlanmasının 75. yıl dönümüne denk gelen bu müjde külliyat, ‘Huzur’ ve eleştirel basımın yanı sıra ‘Mahur Beste’, ‘Abdullah Efendi’nin Rüyaları’, ‘Yaz Yağmuru’ ve ilk kez yayımlanan Tanpınar’a ait bir Paul Valéry tercümesi olan ‘Monsieur Teste’yi içeriyor. Devamı da gelecek. Önümüzdeki yıla kadar yaklaşık 30 kitaplık Tanpınar külliyatının tamamı yayınlanacak. Prof. Dr. İnci Engin’ün danışmanlığında Sakine Korkmaz yönettiği bu çalışmanın sürprizleri için buraya bekleriz.
Mutsuz bir evliliğin ardından oğlu Robert’la baş başa kalan heykeltıraş Alice, maddi zorluklara ve hayal kırıklıklarıyla dolu aşk hayatına rağmen oğlunu ve kendisini özel bir yazgının beklediğine içtenlikle inanır: Oğlu üniversite okuyup parlak bir geleceğe sahip olacak, kendisiyse tek kişilik sergisini nihayet açıp hak ettiği başarıya kavuşacaktır. Ama Alice beş parasız kalınca on sekiz yaşındaki Robert hem ikisini geçindirebilmek hem de annesinin boğucu olabilen sevgisinden kaçmak için orduya yazılır ve İkinci Dünya Savaşı tüm şiddetiyle sürerken Avrupa’ya gönderilir. ‘Özel Bir Yazgı’, savaşta korkularıyla yüzleşen Robert’ı takip ederken buna paralel olarak Robert’ın çocukluk yıllarını ve annesinin ayakta kalma mücadelesini Alice’in bakış açısından aktarıyor.