30-12-2023
İsmet Berkan

Peki ama Riyad’da tam olarak ne oldu?

Peki ama Riyad’da tam olarak ne oldu?

Suudi Arabistan uzun zamandan beri futbol ve golf gibi spor dallarına büyük paralar harcayarak bu alanlarda uluslararası görünürlüğünü arttırmaya çalışıyor. Bu orada bir devlet politikası.

Türkiye bu politikadan yararlanmak ve orada dağıtılan paradan pay almak istedi, lig şampiyonuyla kupa şampiyonunu karşı karşıya getiren ve açıkçası ikinci dereceden bir kupa olan ‘Süper Kupa’nın finalinin Riyad’da oynanmasına karar verildi.

Aslında acayiplikler daha ilk günden, bu kararın açıklandığı günden başladı.

Maçı oynayacak iki kulüp Fenerbahçe ve Galatasaray maçı Suudi Arabistan’da oynamak istemediklerini söylüyordu. Arada çok büyük laflar havada uçuştu, laiklikten, Atatürk devrimlerinden, Cumhuriyet’in 100. yılının kutsiyetinden söz edildi.

Ama sonra iki kulüp de sessizce maçı oynamayı kabul etti. Oysa etmeseler bu maç Riyad’da oynanmazdı.

Ne oldu da kabul etti Fenerbahçe ve Galatasaray maçı Riyad’da oynamayı? Yoksa gerçekte hiç mi itiraz etmemişlerdi? Burada kalın bir sis tabakası var. Farklı farklı öyküler anlatılıyor.

‘Süper Kupa’ bir uluslararası maç değil, Türkiye Futbol Federasyonu’nun bir maçı. Ama bu maçı uluslararası bir sahada yapmak Türkiye Futbol Federasyonu’nun maç Türkiye’de oynansa sahip olacağı egemenliğin bir bölümünü maçın oynanacağı ülkenin futbol federasyonuna devretmesine, bu egemenliği paylaşmasına neden olan bir şey.

Tam da bu yüzden iki ülkenin futbol federasyonlarının oturup hangi egemenliği kimin nasıl kullanacağına dair oldukça ayrıntılı bir sözleşme yapması gerekiyor. Bu sözleşme maçın oynanacağın stadyumda hangi güvenlik kurallarının uygulanacağından maç öncesinde, sırasında ve sonrasında oyun sahasına girecek kişilere kadar inanılmaz çok ayrıntı içermek durumunda.

Bu sözleşme kamuoyuna açıklanmadı. Hangi ayrıntılarda kimin hangi yetkiye sahip olduğu konusu da kalın bir sis perdesinin ardında aydınlanmayı bekliyor.

Türkiye Futbol Federasyonu’ndan maçtan önce yapılan program duyurusuna bakılacak olursa TFF Suudi Arabistan’da Cumhuriyet’in 100. Yılı’nı kutlamaya hazırlanıyordu.

Maçtan önce yayınlanan bir haberden aynen okuyalım: “Mücadele öncesinde ses ve ışık gösterilerinin yapılacağı Al-Awwal Park Stadyumu’nda Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun 100’üncü yılına özel tören gerçekleştirilecek. Birçok sanatçının sahne alacağı maç öncesinde Norm Ender 100’üncü Yıl Marşı’nı seslendirecek. Ayrıca 100 kişilik ekiple Türk bayrağı, Atatürk posteri ve kulüp armaları açılacak.”

Sadece bu da değil. Statta epey eğlenceli bir program da hazırlanmıştı resmi açıklamalara dayalı haberlere göre: “Dj Faruk Sabancı, Pelin Altan – Anıl Altan, Mert Yazıcıoğlu, Latif Serkan Altınorak, Gülsün Işıklı, Emre Aslan, sunucular; Murat Yıldırım – İman Elbani Yıldırım da Suudi Arabistan’da olacak.”

Bizim gazeteci olarak maç öncesi bilgimiz iki takımın sahaya ellerinde hangi sloganla çıkacağına kadar her şeyin önceden belirlendiğiydi. Örneğin Galatasaraylı futbolcular ellerinde ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ sloganı yazılı pankartı, Fenerbahçeli oyuncular ise yine Atatürk’ün ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ sloganını taşıyarak çıkacaktı sahaya.

Sadece bu da değil. Yine maçtan önceki açıklamalardan biliyoruz, iki takım futbolcuları da sahada ısınırken üstünde Atatürk resimleri olan tişörtler giyecekti.

Ama dün bunların hiçbiri olmadı. Suudi Arabistanlı yetkililer ne takımların taşıyacağı pankartlara, ne de futbolcuların Atatürk resimli tişörtlerine izin verdi. Maçtan önce yapılacak sahne ve ekran şovlarına izin verilip verilmediği konusu havada kaldı, ama pankarta ve tişörte izin vermeyen Suudi Arabistan’ın Atatürk ve Cumhuriyet temalı sahne şovuna da izin vermediğini tahmin etmek zor değil.

Peki ama Türkiye’nin ve Türk tarafının bildiği bu program ayrıntıları Suud yetkililer için ‘sürpriz’ miydi?

Temel soru bu.

Yani maçla ilgili sözleşmede bütün bunlar yazılı olduğu veya bu konuların Türk Federasyonu’nun egemenlik hakkı olduğu kabul edildiği halde Suudi Arabistanlı yetkililer son dakikada sözleşmeyi uygulamamaya karar vermiş ve ‘Yetki bizde, bu pankartlarla ve tişörtlerle sahaya çıkamazsınız’ mı demişti?

Kısacası yetki kimdeydi? Eğer yetki Suudi Arabistan tarafındaysa bu yapılacaklar için önceden müzakere edilmiş, onay aranmış mıydı?

Bu soruların cevaplarını biz bilmiyoruz. Hiç kuşkusuz Fenerbahçe, Galatasaray ve Futbol Federasyonu biliyor. Ama henüz bize açıklamadılar.

Bildiğimiz şu: Suudi yetkililerle haftalar önce yapılması gereken müzakere maçın oynanmasından birkaç saat önce; stadın kapıları açılmış, taraftar içeri girmişken yapılmaya başlandı.

Saatler süren müzakerelerden Fenerbahçe ve Galatasaray’ın arzu ettiği sonuç alınamadı. Normalde pek çok konuda kanlı bıçaklı olan, hatta son olarak ‘Aynı masanın etrafına oturmayız’ diye karşılıklı açıklamalar yapan iki rakip tek vücut oldu bu müzakerede. Ve sadece Türkiye değil dünya spor tarihine geçecek türden bir skandal yaşandı, maç oynanamadı.

Peki ama tam olarak ne oldu Riyad’da da bu maç oynanamadı? Skandalın sorumlusu kim: Türkiye Futbol Federasyonu mu, son dakikada ‘kabul edilemez istekler’le ortaya çıkan Fenerbahçe ve Galatasaray mı, yoksa ellerindeki sözleşmeye uymaktan vazgeçen Suudi Arabistanlı yetkililer mi?

Maçın iptal edilmesinden sonra bizim kulüplerimiz ve federasyon ‘Bir takım aksaklıklar’dan söz ederken Suud tarafı son derece netti: ‘Kulüpler anlaşma şartlarına uymadı.’

Yani sorumlunun kim olduğuna dair kavga başladı bile. Umarım sorumlunun kim olduğunu bugün öğreniriz.

Hiç kuşkunuz olmasın, bu dünya çapındaki skandalın sonuçları olacaktır. Çünkü bu yaşanan sadece Türkiye’de futbol yönetiminin dibe vurmasının bir yansıması değil; mesele aynı zamanda siyasi bir mesele.

Çünkü dün akşam itibariyle yaşadığımız sadece bir Atatürk patlaması değil; Suudi Arabistan bahanesiyle bir de anti-Arap ırkçılık patlaması yaşıyoruz.

Ak Parti sözcüsü Ömer Çelik’e bile Atatürk portresiyle açıklama yaptırtan bu yüksek kamuoyu hassasiyeti bakalım siyasi iktidar tarafından nasıl yönetilecek?

Bugün İstanbul’da Ak Parti destekli bir Gazze ile dayanışma yürüyüşü var. Unutmayın, Suudi Arabistan’ın ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ sloganını istememesinin ardında bu ülkenin Gazze’deki katliam konusunda tarafsız kalma arzusunun yattığına dair iddialar var.

Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri de bu skandaldan etkilenecek kaçınılmaz biçimde.

‘CHP’nin sansürcü genel başkan yardımcısı…’

‘CHP’nin sansürcü genel başkan yardımcısı…’

Bu başlık bugünkü 10Haber’den. Baştan söyleyeyim, başlığı ben yazdım.

Haberde de sözü ediliyor, bugün Türkiye’de habercilik/gazetecilik neredeyse tamamen internetten yayın yapan internet sitelerince icra ediliyor (Televizyonların hakkını yemeyeyim ama bugün konumuz yazılı medya).

İnternet haber sitelerinin en büyük baş belası ise Türkiye’nin sağından solundan, özellikle de ilçe adliyelerinden yağmur gibi gelen ‘erişimi engelleme kararları.’

İnternette bir habere erişimi engellemek veya haberin yayından kaldırılmasını sağlamak açıkça bir sansür.

Sansür özgür medya ortamı olması gereken yerlerde çok ileri bir tedbir olduğu için ancak ince elenip sık dokunarak ve mutlaka yargılama süreci sonunda verilmesi gereken bir karar.

Oysa bizde öyle değil. Bu kararlar yağmur gibi gelebiliyor.

İşte son örneği CHP’nin genel başkan yardımcısı Özgür Karabat’ın avukatı aracılığıyla Bodrum’da bir mahkemeden aldığı tam 254 erişim engelleme kararı.

Kararda erişimine engel getirilen haberler aylar önce yayınlanmış, artık arşivin ve bir anlamda tarihin konusu olmuş haberler.

Özgür Karabat ve kararı veren mahkeme 1984 romanının ünlü ‘Gerçek Bakanlığı’ gibi geriye dönüp tarihi değiştiriyor.

Oysa bu kararların bu kadar kolay alınamaması, en azından haberi yayınlayan sitelerin kendini savunmasına olanak sağlanması lazım.

Ama bakın mesela Erzincan Kemaliye’deki bir mahkemeden gelen erişim engelleme kararına nasıl itiraz edeceksiniz? Edemezsiniz, çünkü böyle bir başvuru yapıldığından ancak hakkınızda erişim engelleme kararı verildikten sonra haberiniz oluyor.

Muhalefet mensubu olarak Özgür Karabat’ın bu sansür düzeninin gelişi güzel kullanılmasını engellemek için çaba sarf etmesi gerekirken kendisinin aynı düzenden yararlanması bence çok çarpıcı. 10Haber Karabat’la da konuşmuş; kendisi gayet rahat, ‘Bir avukat geldi, hallederim dedi, ben de ona vekalet verdim’ diye anlatıyor durumu.

Kişilik haklarının zedelendiğini öne süren bireylerin (Özgür Karabat dahil) medyaya karşı hakkını araması için bolca yol var ülkemizde. Neden o yolları kullanmıyor da doğrudan erişim engeline koşuyorlar acaba?

TL bazlı KKM bitti, darısı döviz bazlısının başına

TL bazlı KKM bitti, darısı döviz bazlısının başına

Türkiye 2021 yılının son üç ayında büyük bir ekonomik kâbus yaşadı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu kâbusun sonunu alıp başını gitmiş doların fiyatını sınırlamak isteyen ve ‘kur korumalı mevduat’ olarak bilinen acayipliğe başvurarak getirebildi ancak.

Hükümet faizi yükseltmeye yanaşmıyordu, onun yerine TL mevduata ‘kur garantisi’ verildi. İnanılmaz bir şeydi. Aynı hükümet izleyen günlerde dolardan TL’ye dönecek mevduata da aynı garantiyi verdi. İktidar vatandaşların ve özel vergi teşvikiyle davet edilen şirketlerin KKM hesaplarına gösterdiği ilgiyi uzun süre büyük bir başarı gibi takdim etti.

Oysa KKM çok ama çok büyük bir tehditti Türkiye için.

Nitekim Mehmet Şimşek göreve gelir gelmez eski yönetimin pek sevdiği KKM’yi ortadan kaldırmak için tedbir arayışına girdi. Geçen hafta içinde KKM’nin TL üzerinden yapılanı sona erdi, yeni hesap da açılamayacak.

Şimdi kaldı geriye dolardan dönen KKM. Bu hesaplarda da çözülme var ama vadesi dolan hesapların bir bölümü yeniden dolara dönüyor. Bankacılık kaynakları dolar bazlı KKM’nin sona ermesinin ağustos-eylül aylarını bulacağını söylüyor.