Engin Akyürek’ten yeni öyküler var
10Haber Kültür Sanat ekibi olarak edebiyat eleştirmenleri, editörlerden oluşan bir jüriye "Bu yılın en ili kitapları hangileri?" diye sorduk. Jürimiz bu sene yayımlanan kitapları, kurgu ve kurgu dışı olarak ayrı ayrı değerlendirdi.
Değerlendirmenin sonucunda Murathan Mungan'ın 12 yıllık bir aranın ardından kaleme aldığı romanı '995 km' birinci seçildi. Kurgu dışı kategorinin birincisi ise Kıvanç Koçak ve Tanıl Bora’nın derlediği 'Yüz – Cumhuriyet Tarihinden 100 Portre' oldu.
10Haber Kültür Sanat ekibi olarak edebiyat eleştirmenleri, editörleri ve yazarlardan oluşan bir jüriye “Bu yılın 2023’ün en iyi kitapları hangisiydi?” diye sorduk. Jürimiz bu sene yayımlanan kitapları, kurgu ve kurgu dışı olarak ayrı ayrı değerlendirdi. Jüri üyelerinin yaptığı sıralamalara göre her bir kitabı puanlandırdık.
Değerlendirmenin sonucunda Murathan Mungan’ın 12 yıllık bir aranın ardından kaleme aldığı romanı ‘995 km’ birinci seçildi. Metis Yayınları’nın yayınladığı roman, Odağına 90’lı yıllarda Türkiye’de işlenen faili meçhul cinayetleri alıyor. Kurgu dışı kategorinin birincisi ise İletişim Yayınları tarafından yayınlanan Kıvanç Koçak ve Tanıl Bora’nın derlediği ‘Yüz – Cumhuriyet Tarihinden 100 Portre’ oldu.
azar ve şair Murathan Mungan’ın 12 yıllık bir aranın ardından yayınladığı romanı ‘995 km’ Ekim ayında raflardaki yerini aldı. Odağına 90’lı yıllarda Türkiye’de işlenen faili meçhul cinayetleri alan romanını siyasi polisiye olarak tanımlıyor Mungan. Yazarın 1993’te yazmaya başladığı romanın çıkış noktası da gazeteci Musa Anter suikasti olmuş.
2023’ü özlediğimiz yazarlara kavuştuğumuz bir yıl olarak öne çıktı. Mesela çağdaş Türk edebiyatının en önemli yazarlardan Füruzan, 15 yıl sonra yeni öyküleriyle çıktı okurların karşısına. Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan ‘Akim Sevgilim’ üç öyküden oluşuyor. Füruzan,’Akim Sevgilim’, ‘Sesi Olmayan Türkü’ ve ‘Varoşlarda’ adlı öykülerle, her zamanki gibi Türkiye’nin tüm gerçekliğine yer veriyor satırlarında. Yoksulluk, yoksunluk, güzellik, sevgi, tutku, sınıfsal ve kültürel çatışma, bireysel ve toplumsal dram… Hepsi Füruzan’ın yarattığı sarsıcı öykülerde vücut buluyor. Aşk, evlilik, ilişkiler, kadınlar, erkekler de var yıkılan şehirler, varoşlar ve hiç geçmeyen hisler de…
2023 boyunca bu köşede bol bol andık Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Annie Ernaux’u. Hatta İstanbul’da bile ağırladık. Ernaux, 42. İstanbul Film Festivali kapsamında filmi ‘Super-8 Yılları’nın gösterimi için İstanbul’a geldi nisan ayında.
Geçen ay ise sürpriz bir haber geldi yazarın yayıncısı Can Yayınları’ndan. Yazarın, yine kişisel hafızasından ve anılarından çıkarak kaleme aldığı ‘Kızın Hikayesi’ Siren İdemen tarafından Türkçeye çevirildi. 2016 yılında yayımlanan, 2020’de İngilizceye çevrilen ‘Kızın Hikayesi’nde yazar, okurları bir kere daha kendi anılarına davet ediyor ve 1958 yazına götürüyor. Normandiya’da bir tatil kampı eğitmeni olarak çalışarak geçirdi ve bir erkekle geçirdiği ilk geceyi anlatıyor. 60 yıl sonra hafıza labirentlerinde yolculuğa çıkan yazar, o yazla ilgili silinmez anılarını aktarıyor. Kitap, yazarın unutmak istediği bu genç kadını düşünmek için geri dönebileceğini fark etmesinin bir çıktısı aslında.
‘Tabiat Dörtlemesi: Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları’ anabaşlığı altında Su (2012), Toprak (2015) ve Hava (2018) adlı romanları kaleme alan Buket Uzuner, Defne Kaman’ı ve dostlarını kadim şehir Mardin’e taşıyan Ateş ile seriyi tamamlıyor. Mardin’de, nedeni bilinmeyen bir yangında Gazeteci Defne Kaman, yanında bir çocukla kaybolur. Onu aramak için Mardin’e gelen Umay Ninesi ve dostları, Defne Kaman’ın öksüz sığınmacı çocuklara öğretmenlik yaptığı için bir süredir tehdit edildiğini öğrenirler. Sınır Tanımayan Doktorlar, Sınır Tanımayan Gazeteciler ve Mardinlilerin katıldığı zorlu arama macerası, bu eşsiz şehirde her adımda karşılarına çıkan Mezopotamya (Mitleri) Efsaneleri eşliğinde, Türkiye’de binlerce yıldır yaşamış insanları birbirine bağlayan hikayeleri hatırlamalarına yol açacaktır.
Son romanı ‘Osman’ ile ‘Kapak Kızı’ ve ‘Yeşil Peri Gecesi’ kitaplarıyla kurduğu zinciri tamamlayan Ayfer Tunç, yeni romanı ‘Kuru Kız’ ile karşımızda. Tunç okuru bu kez, taşranın karanlığından alıp dünyanın bir başka ucuna götürüyor. Kitabın ilk sayfalarında yer alan Latin Amerika haritasında, adını belki de hiç duymadığımız bir şehir tanıtılıyor bize. İstikamet: Ushuaia, Arjantin’in en güneydeki şehri. Toplumsal baskılardan özgürlüğe kaçışı merkezine alan ‘Kuru Kız’, tek başına bir kadının tüm dayatmalara başkaldırma hikayesini anlatıyor.
Ian McEwan son romanıyla mutluluk arayışında olan bir kahramanla tanıştırıyor okuru. Kah 1959’da Soğuk Savaş dönemine gidiyoruz, kah 1986’lara Çernobil patlamasının etkilerine şahit oluyoruz. Zamanda yolculuğu mümkün kılan ‘Dersler’ birkaç soru da soru bırakıyor zihinlerimize: Küba Füze Krizi’nden Çernobil felaketine, Berlin Duvarı’nın çöküşünden Covid-19 pandemisine tarihin büyük kuvvetleri tarafından şekillendirilirken hayatlarımızın kontrolü ne ölçüde bizim elimizdedir? Geçmişin travmalarıyla yüzleşmek mümkün müdür? En sona gelindiğinde, insan iyi bir hayat yaşayıp yaşamadığını nasıl anlar?
Gregor Keuschnig, bir sabah uyandığında, kendisini bir katile dönüşmüş hisseder. Paris’teki aynı apartman dairesinde otursa da, aynı kadının eşi, aynı çocuğun babası ve Avusturya Konsolosluğu’nda çalışan aynı kişi olsa da artık başka biridir. Hayatın akışı onun zihninde başka, Paris’in gündelik ve karmaşık hayatında başka tarafları işaret etmekte gibidir. Adeta iki kişidir artık, hayata iki farklı gözle bakarken hem özgürleşir hem kısıtlanır.
Peter Handke’nin 1970’lerin Paris’inde, hem şehrin hem de dönemin edebiyatıyla kurduğu sıkı ilişkiyi de yansıtan, annesinin ölümüyle başlayarak hayatla yüzleştiği ve romanlarında karakterlerinin zihinsel meselelerini inceden inceye yazdığı, irdelediği bir dönemin ürünü Gerçek Duyguların Saati. Bir yandan modern insanın hayatıyla aklı arasındaki mesafeyi, öte yandan modern metropolün devinimlerini ustalıkla yansıtan, Avrupa edebiyatının Nobelli bu büyük ustasının dilimize ilk defa aktarılan özgün bir yapıtı.
İncelikli kavrayışı, yaratıcı kurguları ve zengin diliyle usta bir hikâye anlatıcısı olduğunu ispat eden Elif Demirel, Geceden Beri’yle 2022 Everest Yayınları İlk Roman Yarışması’nı kazandı. Asuman Kafaoğlu-Büke, Bahriye Çeri, Gülfem Pamuk, Irmak Zileli ve Zekiye Antakyalıoğlu’ndan oluşan jüri, kararını şu gerekçeye dayandırdı: “Batıl ile aklı, masal ile gerçeği, geçmiş ile bugünü güçlü imgelerle yoğuran, günümüz insanının kaygılarına, sırlarına ve karanlık yanlarına büyülü gerçekçiliğin penceresinden aynalar tutan ve her bir aynasını çiçeklerle bezeyen özgün bir roman. Yazar, doğaya ve insana saygılı anlatısı, güçlü dili ve sıradan olanı sıradışı kılma becerisiyle bu ödüle layık bulunmuştur.”
Nazi sempatizanı ebeveyninin ve yükselen Avrupa faşizminin gölgesinde kelimelerin ardına gizlenen androjen bir beden ve hemcinse duyulan arzu. Kuir edebiyatının kült ismi, anti faşist yazar, gezgin ve fotoğrafçı Annemarie Schwarzenbach’tan iki novella: Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm’üyle karşılaştırılan Bir Kadını Görmek ve Lirik Novella. Aşka, kadın bedenine, güzelliğe fırlatılan kadınca bir bakış.
Düşün dünyamızın en özgün kalemlerinden Gündüz Vassaf, ilk romanıyla okur karşısına çıktı bu yıl. Yedi yıl süren bir yazın yolculuğunun sonucunda Vassaf’ın ‘Ressamın İsyanı’ adlı romanı Everest Yayınları tarafından yayımlandı. İnsan olmaya ve insanın ürettiklerine dair sorgulamalarla dolu eser, özünde sanata ve özgürlüğe yazılmış bir aşk mektubu olarak nitelendiriliyor.
Vassaf, ünlü ressam Caravaggio’nun hikayesinin peşine düşen kahramanının yolculuğuna ortak ediyor okuru. Başkahramanımız, ‘Azize Lucia’nın Gömülüşü’ resmiyle büyülenir ve kendini Caravaggio’nun hayat hikâyesine kaptırır; ülke ülke, tablo tablo gezerek yanıtların peşine düşer: Biyografisini yazanların ressamın hayatını magazinleştirmesi nedeniyle içinde büyük bir öfke uyanır. Üstelik Caravaggio’nun ölümü de yaşamı gibi büyük bir sır perdesinin arkasındadır: Girdiği düello, İtalya içinde kaçışı, nihayet ortadan kayboluşu… Resmi açıklamalardaki çelişkiler bir şeylerin örtbas edildiğini göstermektedir.
Roberto Bolaño Amerika Kıtasında Nazi Edebiyatı’nda Amerika kıtasının iliklerine işlemiş Nazizmi aşırı sağa meyilli kurmaca aydınların ve yazarların yaşamöyküleri üzerinden ele alıyor. Bolaño külliyatının dönüm noktaları sayılabilecek eserlerin çıkış noktalarını barındıran bu roman, özgün yapısı, sınıflandırılamaz içeriği ve benzersiz yaratıcılığıyla Şilili yazarın klasiklerinden.
Gazeteci Gökçer Tahincioğlu yeni romanı ‘Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm’ ile üçüncü kez okurlarla buluşuyor. Tahincioğlu, bir önceki romanı ‘Kiraz Ağacı’nda Türkiye’nin yakın tarihine bir yolcuğa çıkmış, F Tipi cezaevlerine karşı başlayan ölüm oruçları ve “Hayata Dönüş operasyonu” sürecinde yaşananları anlatmıştı. Tahincioğlu bir kere daha toplumsal hafızanın, hakikatin peşinden gidiyor. Gerçek ile kurmacanın iç içe geçtiği romanda, Sabahattin Ali cinayetini aydınlatmaya çalışan esrarlı bir yazarın, kendi hakikatini de aramasının, her durakta, her otelde, her gecede, her kentte cinayetin izleriyle birlikte kendinden ve hayatından eksik parçaları da bulmaya çalışmasının anlatıyor. Üstelik Sabahattin Ali cinayetinde bugüne kadar gün ışığına çıkmamış, cinayetle ilgili iddiaları doğrulayabilecek belgeleri de romanın bir parçası olarak okura sunuyor. Giriş yazısında ise şöyle sesleniyor okura: “‘Hakikat öldürür, kurmaca kurtarır’, doğru… Ancak hakikati aramak için kurmacanın içerisinde yaptığın dürüst bir yolculuk gibisi de yoktur.”
Bütün bir sene boyunca Cumhuriyet’in 100. yılının heyecanını yaşadık. Cumhuriyet’i var eden birbirinden önemli isimleri andık, özel sergiler, konserler, etkinlikler, oyunlar izledik. Yayın dünyası da 100. yıla özel arşiv niteliğinde projele yaptı. Yılın sonlarına doğru raflardaki yerini alan ‘Yüz/Cumhuriyet Tarihinden 100 Portre’ bu çalışmalardan belki de en özeli. 38 farklı yazarın katkı yaptığı, her yazarın kendi üslubunu/bakış açısını içeren kitap 100 özgün ve kısa portre üzerinden 100 yıllık Cumhuriyet’in seyrine bir bakış sunuyor. Tanıl Bora ve Kıvanç Koçak’ın derlediği ‘Yüz’de Atatürk, Behice Boran, Ahmet Kaya, Said Nursî, Recep Tayyip Erdoğan, Nazım Hikmet ve Suat Derviş’in de aralarında olduğu 100 ismin kısa portreleri yer alıyor. Çok uzun süre raflarda saklanacak hatta sık sık geri dönüp karıştırılacak bu çalışmayı not edebilirsiniz.
‘Latife Hanım’, ‘Halide Edib’ ve ‘Atatürk’ biyografilerinin yazarı İpek Çalışlar, ‘Hanedandan Bir Sultan: Sabiha’ kitabında, İşgal İstanbulu’nu ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını sarayın penceresinden ele alarak anlatıyor. Kuvvetli şahsiyeti, boyun eğmez tabiatı, güzelliği ve sadeliği ile ünlüydü. İyi bir eğitim almıştı. Babasının yaveri olan Mustafa Kemal Paşa’nın evlilik talebini kabul etmedi, âdetlere ve hanedanın özel hayatını düzenleyen kurallara da isyan ederek kendisinden dört yaş küçük kuzeni Şehzade Ömer Faruk ile aşk evliliği yaptı.
İstanbul işgal altındaydı. Milli Mücadele’ye katılmak için Mustafa Kemal Paşa’ya karı koca birlikte başvurdular.Ankara’ya gitmek istediler, kabul edilmedi. Cumhuriyet ilan edildikten sonra hanedan sürgüne gönderildi. Onları bekleyen vatansız, unvansız ve maddi sıkıntılarla dolu bir hayat oldu.Fransa’da ve Mısır’da yaşadılar. Güzellikleri ve zarafetleriyle dünyaya nam salacak üç kızları oldu, beş de torunları.
Sürgünden yirmi yedi yıl sonra Sabiha, boşanmış bir kadın olarak ülkesine döndü. Babasına ait belgeleri ömrü boyunca bir çanta ile yanında taşıdı. Israrlara rağmen babası, Mustafa Kemal Paşa ve Cumhuriyet hakkında konuşmamaya büyük özen gösterdi.
‘Vitrinde Yaşamak’, ‘Yer Değiştiren Gölge’, ‘Ev Ödevi’,’Sessizin Payı’, ‘İkinci Hayat’, ‘Benden Önce Bir Başkası’ kitaplarının yazarı, edebiyat eleştirisi denilince akla gelen ilk isimlerden biri Nurdan Gürbilek. Yeni kitabı Örme Biçimleri -Bir Ters Bir Düz Fragmanlar’da yazar, edebiyat yazıları üzerinden, yazmak için yola çıkarken sahip olduğumuz düşüncenin geçirdiği evrime; sapmaların ve dönüşümlerin yanı sıra değişime ayak dirediği anlara odaklanıyor. Emine Bora imzalı kapak tasarımındaki resim ise João Bruno Vieira’nın kumaş heykeli karşılıyor okuru.
Mustafa Kemal Atatürk hakkında bugüne kadar çok sayıda biyografi kaleme alındı. Şevket Süreyya Aydemir’den Andrew Mango’ya, Zafer Toprak’tan Lord Kinross’a her biri farklı bakış açısı içeren kitaplar, bu alandaki külliyatın önemli parçaları. Bu külliyatın bir diğer önemli eseri olan Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu’nun ‘Atatürk: An Intellectual Biography’ kitabı, ‘Atatürk Entelektüel Biyografi’ adıyla 2023 yılında Türkçeye kazandırıldı. Hanioğlu’nun İngilizce yazdığı ve yurt dışında büyük ilgi gören kitabını, Bağlam Yayınları yayınladı. Bir nevi 2023’e ve Cumhuriyet’e özel bir hediye diyebiliriz.
Prof. Dr. Hanioğlu’nun kaleme aldığı biyografisinde, Mustafa Kemal Paşa’nın düşünce dünyasına entelektüel ve akademik bir bakış sunarken ‘kurucu ideoloji’nin ana hatlarını da çiziyor. Başta Atatürk’ün tuttuğu notlar, okuduğu eserlere koyduğu işaretler ve düştüğü notlar, konuşmaları, mülâkatları ve kaleme aldığı kitaplar olmak üzere değişik yerli ve yabancı arşiv belgeleri ile dönem yayınlarına dayanan çalışma ilk olarak 2011 yılında ABD’deki Princeton Üniversitesi Yayınları tarafından basılmıştı.
Yıldız Ecevit, Türkiye’de 1980’lerden itibaren güçlenen feminizme ve 1990’lardan itibaren kurumsallaşan Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmalarına çok yönlü katkıları olan bir akademisyen ve aktivisttir. Kitap, kadın çalışmaları alanında feminizmin düşünme, yazma, ilişkilenme biçimleri üzerine çalışırken, yolu Yıldız Ecevit’le kesişmiş, sayısız mekânda ve zamanda, zihin haritalarına serpiştirilmiş onlarca inceliğe tutunarak yollarını bulabilmiş olanların hocalarına armağanı.
Akademik makalelerden deneme ve mektuplara, kadın emeği, akademi, feminist metodoloji ve feminist hareket üzerine çalışmalardan kişisel deneyimler üzerine feminist tartışmalara kadar yayılan bir derleme…Derleme, Mine Göğüş Tan’ın önsözü ile başlıyor. Önsüzün ardından editörler kitabın hayata geçme serüveni ve kitabın içeriğini sunuyor. Sunuşu Yıldız Ecevit’in yaşam anlatısı izliyor.Kitap bu geniş girişin ardından gelen iki ana bölümden oluşuyor. Her iki bolümün ana temaları, kadın emeği, toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmalar ve kadın örgütlenmesi.
Gündelik hayatımızda karşılaştığımız nesneleri birbirinden ayırt etmemizi sağlayan özsel bir fark söz konusu mudur? Sözgelimi, bir kedinin neden bir köpek değil de kedi olduğunu anlamak için ne gibi kategoriler ya da şemalar gerekmektedir? Kategoriler ya da şemalar dışında, bir şeyi köpek ya da kedi olarak tarif etmek için farklı birtakım unsurlara ihtiyacımız var mıdır? Nesneleri algılarken bilişsel kapasitelerimizin yanında dilsel niteliklere ne ölçüde ihtiyaç duyarız? Bilişsel kapasiteler ve dilsel nitelikleri bir arada ele almanın herhangi bir olanak koşulu söz konusu mudur? İşte, Umberto Eco Kant ve Ornitorenk adlı bu çalışmasında gerçeklik, algı ve deneyimle ilgili temel problemleri, Kant, Heidegger, Peirce gibi filozofların düşünceleri ekseninde, sahip olduğu felsefi, edebi ve tarihsel bilgi birikimini kendine özgü hikâyeci anlatım tarzıyla zenginleştirerek birbirinden kıymetli altı deneme kaleme alıyor. Umberto Eco’nun “Giriş” yazısında belirttiği üzere, “Kant’ın ornitorenkle ne işi var? Hiç. Tarihlerden de görebileceğimiz gibi, hiçbir ilgisi olamazdı.” Kant, hiçbir zaman bir ornitorenki kaleme almadı; bir ornitorenk hiçbir zaman Kant’tan haberdar olmadı; fakat Eco’nun gerçekliğe dair hakiki soruları, hiçbir varlığı birbirine karşı kayıtsız bırakmayacaktır.
Eski Ahit’te yer alan Babil Kulesi anlatısını bilir misiniz? Hani insanlığın Tanrı’ya ve biraz da “tanrılığa” erişmek için upuzun bir kule inşa etmeye koyularak yaratıcıyı kızdırdığı hikâye… En nihayetinde Rab, kentin yapımını durdurmak ve bu ortaklaşa çabayı sonlandırmak için nihai planını uygulamaya koyar ve der ki: “Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.” Bu anlatıya göre bambaşka diller ve kelimelerin öyküsü işte böyle başlar.
Hayatının önemli bir kısmını farklı diller öğrenip bir yandan da onları anlamaya vakfeden Mahir Ünsal Eriş, kaleme aldığı ilk kurgudışı eser olan bu kitapla okurlar için beklenmedik bir yeni evren yaratıyor. Gündelik hayatımızda hiç çaba sarf etmeden, öylece söyleyiverdiğimiz kelimeler gibi farklı dillerin var oluş öyküleri de önümüze serilirken yapmamız gereken tek şey var: Eriş gibi bir edebiyatçının kaleme aldığı bu olağanüstü araştırmanın tadını çıkarmak.
Türkiye İş Bankası’nın Cumhuriyet’in 100. yılına armağan olarak 29 Ekim’de ziyarete açtığı Resim Heykel Müzesi’nin kalıcı sergisinin kitabı yayımlandı. Uzun yıllar bankanın Beyoğlu şubesi olarak hizmet veren, korunması gereken kültür varlığı tescili bulunan tarihi binadaki müze, Türkiye İş Bankası tarafından yıllar içinde biriktirilmiş koleksiyondan Prof. Dr. Gül İrepoğlu küratörlüğünde hazırlanan kalıcı sergiyi izleyiciyle buluşturuyor. ‘Türk Resmini İzlemek’ başlıklı kalıcı sergi müzenin dört ve beşinci katlarında izlenebiliyor. Müzenin kurucu küratörü İrepoğlu, Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin ‘herkes için sanat’ ilkesiyle hazırlandığını belirtiyor. Müzenin sergilerini hazırlarken yazdığı ‘Türkiye İş Bankası Sanat Eserleri Koleksiyonu’nun Işığında Türk Resmini İzlemek’ isimli kitabı ile ilgili olarak ise “Kitapta 19. yüzyıldan bu yana çağdaş Türk resim sanatının evreleri, tarihsel gelişimi, dönüm noktaları ve onları hazırlayan etmenler zengin görseller ve ayrıntılar eşliğinde işlenmektedir. Kitabın ikinci cildinde ise tüm koleksiyon eserlerinin künyeleriyle yer almaktadır. Kitaptaki görseller yalnızca koleksiyondaki eserlerden seçilmiştir; bu durum 1940 yılından bu yana biriktirilen ve özenle korunan eserlerin nasıl bilinçle bir araya getirilmiş olduğunu göstermektedir” diyor.
‘100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası’nın son cildi 1980-2023 arasının izlerini sürüyor, 12 Eylül sonrası oluşan toplumsal dinamikleri popüler kültürün abecesiyle işleyerek yakın geçmişin hafızasını tazeliyor. Derya Bengi ile Erdir Zat’ın birlikte kaleme aldığı kitap, adını Yeni Türkü’nün “Dönmek” şarkısından, Murathan Mungan’ın “Yollar bize memleket” dizesinden ödünç alıyor. Burada artık bambaşka “bir başkadır benim memleketim” şarkısı söyleniyor. Yalnızca coğrafi yolculuklara, gönüllü gönülsüz sürgünlüklere, zorunlu göçlere, yersiz yurtsuzluklara değil, yol mesafesiyle ölçülemeyecek bir ruh iklimine de işaret ediliyor.
Özal’lı yıllar, koalisyonlar, lahmacun ve hamburger kardeşliği, medyada ansiklopedi savaşları, “Şıkıdım”dan “Halimiz Duman”a yeni müziğin portresi, nostaljinin Türkçesi, özel TV ve radyoların fiyakası, yerli dizi uygarlığı, Ayasofya’nın dizi filmlik macerası, Emek Sineması, Gezi Parkı, deprem yıkıntıları, Ankara’nın Bağları, geyik muhabbetleri, çekyatlar, çikita muzlar, gulu gulu dansı, bohem takılmak, Vitrinde Yaşamak, Pop Çağı Ateşi, Uykudan Önce, dünün mirasıyla yarına kalan arasındaki denge…
Bir mekânda yaşamak orada izler bırakır. Kent, içinde yaşayanlarla konuşur, biz kentle konuşuruz. Bu kitapta bir araya gelen anlatılar, Berken Döner’in İstanbul’da iz bırakanlarla ve adeta kentle yaptığı sohbetlerden oluşuyor. Döner’in Gazete Duvar’da yayımlanmış makalelerinden oluşan kitap, bireylerin ve ailelerin hatıraları üzerinden şekillenen anlatılar aracılığıyla, İstanbul’u türlü yaşam portreleriyle okumayı öneriyor. Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nun ilk baleti Garbis Baltaoğlu’ndan Zıvartnots Korosu’nu ayakta tutmak için çabalayan Kevork Çağlıçubukçu’ya, Büyük Yeni Han’ın gümüş ustası Bedros Damar’dan şapkalarıyla İstanbul atlasında iz bırakan Katia Kiracı’ya kadar birçok ismin hikâyesi, kentin dokusunu keşfetmek isteyenlere alternatif bir tarih anlatısı sunuyor.