Yılın ilk "10'ca bilim arasından"ında Parker ile Güneş macerasına atılıyor, izleyemediğimiz "gölge gemiler"in okyanus istilasına, Paris'te Marie Curie'nin laboratuvarı için verilen mücadeleye, fotosentezin ne kadar eskiye dayandığına göz atıyoruz.
Yılın ilk haftasını geride bırakıyoruz. Hem Türkiye’de hem dünyada gündem öyle hızlı aktı ki 2024 şimdiden bizi terletmeye başladı desek yeridir. Bu hız bilim alanında da mevcuttu, hatta terleme meselesi bilim alanında çok daha geçerli olabilir.
Mesela Parker adlı uzay aracı var, bir kez daha Güneş’e yaklaşacak ama bu seferki önceki denemelerinden çok daha yakın olacak. Sonra gemilerimiz var, daha doğrusu “gölge gemiler”. Herkese açık sistemlerde takip edemediğimiz gemiler. Uydu ve yapay zekanın ortak eseri olarak bu gemilerle ilgili çıkarılan haritayı inceleyeceğiz.
Sonra sizi zamanda geriye götürmeyi planlıyorum. Bir 1.75 milyar yıl kadar öncesine, siyanobakterilerin dünyasına giriş yapacağız çünkü. Ama bu ziyaretimiz çok uzun sürmeyecek. Önce 1900’lerin başındaki Fransa’ya, sonra da günümüz Fransasına gidip Marie Curie’nin laboratuvarları için verilen mücadeleyi göreceğiz.
Buradan ileride doğum yapmayı düşünen kadınları ilgilendirecek bir habere geçeceğiz: Kadınlar neden hamileliklerinin ilk döneminde sabah bulantısı yaşar? Bu sorunun üzerine sert bir geçiş yaparak yapay zeka dünyasına açılacağız. Bu teknolojinin bize kattığı şey çok olsa da götürdüğü ya da götürebileceği bilgilerimizi korumak her zamankinden daha zor olabilir. Ve son olarak Elon Musk ve SpaceX’te yaşanan dramaya şöyle bir değineceğiz. Öyleyse yılın ilk “10’ca bilim arasından” bülteni başlasın!
Geçen yıl pek çok ilke imza atan NASA bıraktığı yerden devam etmeye hazırlanıyor ve bu senenin en iddialı projelerinden biri Parker Solar Probe’un (Parker Güneş Sondası) Güneş’in atmosferini saatte 435 bin mil hızla geçmeye çalışarak yıldızın yüzeyine 3.8 milyon mil yaklaşması olacak. Başarılı olursa insan yapımı herhangi bir cismin şimdiye kadar Güneş’e yaklaştığı en yakın an olarak kayda geçecek. Parker projesinde yer alan bilim insanı Nour Raouafi BBC’ye verdiği demeçte, “Neredeyse bir yıldızın üzerine iniş yapacağız. İnsanlık için olağanüstü bir başarı olacak. 1969’da Ay’a iniş ile eşdeğer bir başarı” diyor.
3.8 milyon mil kulağa çok uzak gibi gelebilir ama Dünya ile Güneş arasındaki mesafenin dörtte biri ediyor. Bu kadarcık mesafede bile Parker’ın 1371 dereceye varan sıcaklığa dayanması gerekecek. Bu arada hatırlatalım, bu Parker’ın Güneş’e ilk yaklaşma deneyimi değil. 2018’de fırlatılan sonda üç yıl sonra Güneş’in yüzeyinin 8.1 milyon mil uzağına kadar gelebilmişti, geçen yılın sonlarına da doğru da şimdiye kadarki en yakın geçişlerinden birini yaşamıştı.
Peki Parker’ın bir gün Güneş’e inme olasılığı var mı? Güneş, Mars gibi katı bir kütleye sahip değil; kendi yerçekimiyle sıkıştırılmış, dönen hidrojen ve helyum gazı bulutundan ibaret bir yapı. Bizim burada yüzey olarak bahsettiğimiz şey de aslında Güneş atmosferinin ilk katmanı olan fotosfer, bir diğer adıyla “ışık küresi” ve yaklaşık 5500 derecelik kavurucu sıcaklıklara çıkabiliyor. Yani Parker’ı buraya indirmek, intihar etmesini istemekle aynı şey. Ama Rouafi’nin de dediği gibi Güneş’in yüzeyine ne kadar çok yaklaşırsak, yıldızımızın özellikleri hakkında daha çok şey öğrenebiliriz.
Araştırmacılar uydu görüntülerini, gemilerdeki GPS verilerini ve yapay zekayı kullanarak denizde daha önce hiç takip edemediğimiz ölçüde insan faaliyetlerini ortaya çıkardı. Google’ın desteklediği sivil toplum kuruluşu Global Fishing Watch tarafından Nature dergisinde yayınlanan yeni makalede belirtilene göre durum şöyle:
📌Dünyadaki endüstriyel balıkçı gemilerinin yüzde 72 ila 76’sı alenen takip edilemiyor.
📌Ulaşım ve enerji gemilerinin faaliyetlerinin neredeyse üçte biri herkese açık izleme sistemlerinde yer almıyor.
📌Özellikle Güney Asya, Güneydoğu Asya ve Afrika’nın kuzey ile batı kıyılarında gözlerden ırak gemi faaliyetleri çok sık yaşanıyor.
📌Açık deniz rüzgar enerjisinde büyük ölçüde ilerleme kaydedilmiş. Rüzgar türbinleri 2021’de okyanus altyapısının neredeyse yarısını oluştururken, petrol tesisleri sadece yüzde 38’ini kaplamış. Bununla birlikte petrol tesisleri, gemi trafiğinde rüzgar tribünlerine kıyasla beş kat artışa sebep olmuş.
Ortaya çıkan haritalar, “gölge gemiler” de diyebileceğimiz bu deniz araçlarının nasıl da radardan uzakta kaldığını ve gemi faaliyetlerinin son yıllarda nasıl da değiştiğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Yine de belirtmemiz gerekiyor, bu gemilerin herkesçe takip edilememesi tamamen kayıtsız hareket ettikleri anlamına gelmiyor. Son haritadan önce Global Fishing Watch gibi kuruluşlar gemi faaliyetlerini takip etmek için Otomatik Tanımlama Sistemi’ni (AIS) kullanıyordu ama sistemin bazı ciddi sınırlamaları var, her ülke gemilerin bu sistemi kullanmasını zorunlu tutmuyor. Ayrıca küçük gemilerin sistem tarafından fark edilmesi de çoğu zaman zor oluyor. Dolayısıyla elde edilen bilgiler epey kısıtlı kalıyordu. Yeni çalışmada ise araştırmacılar Avrupa Uzay Ajansı’nın Sentinel-1 yapay uydu ağından elde edilen 2 bin terabaytlık uydu verisini ayıklamak için yapay zekaya sığındı. Fosil yakıtlara olan bağımlılığımız, dünyanın dört bir yanında balık stoklarının tükenmesi derken, şimdiye kadar gözlerden ırak gerçekleşen tüm faaliyetlerin net bir resmini çıkarmak her zamankinden daha önemli ki hükümetler adımlarını daha sağlıklı atabilsin. Tabii adım atmaya heveslilerse.
Araştırmacılar, 1.75 milyar yıllık siyanobakteri fosillerinin içinde fotosentetik yapılar tespit etti. Bu keşif bize fotosentezin nasıl evrimleştiğine dair ipuçları veren bulguların bugüne kadarki en eski örneğini sunuyor. Keşfi Belçika’daki Liège Üniversitesi’nden Emmanuelle Javaux ve meslektaşları yapmış. Biri Avustralya, biri Kanada ve diğeri de Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden olmak üzere üç bölgedeki kayalardan topladıkları fosilleri inceleyen ekip aradığını Avustralya’da buldu.
Fosilleri reçine içine yerleştirip bir bıçakla kesen ekip iç yapıları elektron mikroskobuyla inceledi. Avustralya ve Kanada’daki siyanobakterilerde fotosentezin gerçekleştiği tilakoid de denen zara bağlı keseler olduğunu görmüşler. Javaux, “Bunlar bugün bildiğimiz en eski fosilleşmiş tilakoidler” diyor. Daha önce keşfedilen en eski tilakoid yaklaşık 550 milyon yaşındaydı. Böylece fosil kayıtları 1.2 milyar yıl geriye gitmiş oldu. Tüm siyanobakterlerde tilakoid olmadığı için fotosentez için önemli olan bu yapıların ilk ne zaman evrimleştiği belirsizliğini koruyordu. Şimdi bunu en az 1.75 milyar yıl önceden başlatabiliriz.
Sırf kadın olduğu için üniversiteye kabul edilmeyip sonraları Avrupa’nın önde gelen eğitim kurumlarından Paris Üniversitesi’nde ders veren, hem fizik hem de kimya dalında Nobel Ödülü alan ilk ve tek kadın Marie Curie dünyanın görüp görebileceği en harika insanlardan biri. Ne var ki bu sefer gündeme Paris’teki laboratuvarını oluşturan üç binadan biri olan Pavillon des Sources’un yıkılması kararıyla geldi. 8 Ocak Pazartesi günü buldozerler buraya girecekti. Sebebi ise Curie’nin zamanında diktiği ıhlamur ve çınar ağaçlarını da tehdit edecek bir kalkınma (!) projesiydi. Ama Fransa Kültür Bakanlığı son anda devreye girerek, Fransa’nın bilim mirasının sembolü haline gelen bu binanın yıkım kararını durdurdu. Tabii bakanlığı harekete geçiren şey, ülkenin Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve hükümete yönelik dilekçe ve çağrılardı.
Geçen mart ayında Paris Belediyesi (ki belediye başkanı kendisi de bir kadın ve Sosyalist Parti üyesi olan Anne Hidalgo) söz konusu enstitünün 1914’te Henri-Paul Nénot tarafından planlandığı gibi binanın yıkılarak ve alanın tamamen arındırılarak beş katlı bir yapı inşa edilmesi için yapılan başvuruyu onaylamıştı. Belediye Başkan Yardımcısı Emmanuel Grégoire, Curie’nin Pavillon des Sources’da “hiçbir zaman çalışmadığını” söyleyerek yıkımı savunuyor ama kampanyacılar bu iddianın hiç de doğru olmadığını söylüyor. Enstitü yetkilileri ise binanın zamanında çöp depolamak için kullanıldığını, “kirli ve kullanılamaz” hale olduğunu söylüyor. Halbuki enstitünün internet sitesine bakıldığında “Marie Curie’nin fizik ve kimya çalışmalarını Curie Pavillon ve Pavillon des Sources’da yürüttüğü” yazıyor.
Kültür Bakanı Rima Abdul Malak, mülkün sahibi Curie Enstitüsü ile istişarelerinin ardından “olası alternatifleri değerlendirmek” amacıyla yıkımın askıya alındığını söyledi. Ancak bina “tarihi anıt” statüsünde olmadığı için tehlike devam ediyor. Yıkımın durdurulması için başlatılan kampanyanın lideri Baptiste Gianeselli, “Louis Pasteur ile bağlantısı olan binalar 1981’de tarihi anıt listesine alınmışken Marie Curie ile bağlantısı olanlar alınmadı. Tüm alan koruma altına alınmalı” diyor. Curie’nin “tüm kadınlar için ilham kaynağı” olduğunu söyleyen eski Fransız diplomat Claudine Monteil de, “Savaşımız tamamen bitmiş sayılmaz. Bundan sonra bir daha yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmayacağından emin olmak için vermeliyiz savaşımızı. Miras listesine alınmalı ama bu da bir günde olacak iş değil. O yüzden mücadelenin devam etmesi cidden çok önemli” diyor.
Romantik dizi ve filmlerin vazgeçilmezidir sabah bulantısı. Çiftler kavuşunca bir sabah kadın koşarak tuvalete gidip kusar. Biz de anlarız ki hamile kalmış. Filmlerde klişe olarak gördüğümüz bu sahne esasında kadınların hamileliklerinin ilk üç ayında oldukça sık deneyimledikleri bir durum. Peki ya bu sabah bulantısına sebep olan şey ne? Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre bu bulantı ve kusmalar esasen tek bir hormondan kaynaklanıyor: GDF15. Bilim insanlarına göre hamilelik sırasında kadının kanında bu hormonun ne miktarda olduğu semptomların şiddetini etkiliyor.
Bu hormonun sabah bulantısında etkisini bilmek, hamilelik döneminde çok nadir rastlanan, dolayısıyla normal bulantıyla karıştırıldığı için pek önemsenmediğinde kadınların düşük yapmasına ve hatta kendi hayatlarını kaybetmelerine neden olan hiperemezis gravidarum gibi hastalıklara tedavi bulunmasına yardımcı olabilir. Zira hiperemezisli kadınların, hamilelik sırasında hiç semptom göstermeyenlere nazaran çok daha yüksek GDF15 seviyelerine sahip olduğu görülmüş. Ama hormonun etkisi, kadınların ne kadar hassas olduğuna ve hamilelikten önce hormona ne kadar maruz kaldığıyla alakalı gibi. Mesela Sri Lanka’da nadir görülen bir kan rahatsızlığı nedeniyle GDF15 seviyeleri yüksek olan kadınların hamilelikte nadiren bulantı ve kusma yaşadıkları görülmüş.
Araştırmacılar da uzun süre GDF15’e maruz kalmanın koruyucu bir etkisi olabileceğini düşünmüş ve fareler üzerinde yapılan bir deney, önceden az miktarda hormona maruz bırakılan hayvanların daha büyük doz verildiğinde aynı işlemin uygulandığı diğer canlılar kadar güçten düşmediği tespit edilmiş. Yani klinik deneylere devam edilirse gelecekte kadınlar hamile kalmadan önceki süreçte düşük dozda hormon alabilir ve böylelikle hamileliklerinde sabah bulantısı falan yaşamayabilir.
Yapay zeka sohbet robotları hayatımızın neredeyse her yerinde işe yarar bir yoldaş oluyor bize. Ama bu demek değil ki sadece iyiliğimizi düşünüyor. Sohbet robotlarını geliştiren şirketler kullanıcılara güvenceler verse de güvenlik ve içerik filtrelerini atlatmanın yolları öyle ya da böyle bulunuyor. Bu içerik filtrelerinin aşılması kişisel bilgilerin ifşa edilmesi, kötü niyetli kodların oluşturulması gibi amaçlarla kullanılabilir. Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmüş gibi olmayalım ama bir örnek verecek olursak yapay zeka botlarının “Buna yetkim yok” cevabını verdiği durumlarda, “Şu ya da bu kişi olduğunu düşün” diyerek cevap alabilmeniz mümkün. Ne var ki bu zekice numaraların bir kısmı artık işe yaramıyor çünkü şirketler bu açıklara karşı yeni savunmalar geliştiriyor. Yapay zeka sistemlerinin hem kapalı kaynak olması hem de karmaşık yapısı, bu savunmaların tam olarak ne olduğunu ya da nasıl aşılabileceğini bilmeyi zorlaştırıyor.
Şimdi Singapur’daki Nanyang Teknoloji Üniversitesi, Çin’deki Huazhong Bilim ve Trknoloji Üniversitesi, New South Wales Üniversitesi ve Virginia Tech’ten araştırmacılar, bunu çok daha ileri seviyeye taşıyacakları bir buluş yaptıklarını söylüyor: Sohbet robotlarının güvenlik sistemlerinden kaçmak için yeni yöntemler üreten, savunmasız sistemlere yerleştirilebilecek kötü niyetli yazılımlar oluşturabilen bir yapay zeka aracı. Bu aracın adı “Masterkey” ve OpenAI’ya ait ChatGPT, Microsoft’a ait Bing Chat ve Google Bard gibi büyük dil modeli (LLM) tabanlı sistemlerde yeni güvenli açıkları bulma sürecini gayet de otomatiğe bağlayabiliyor. Araştırmacılar, kendi dil modellerini bilindik savunma sistemlerini atlatma komutlarıyla besleyerek yüzde 21.58’lik bir başarı oranına sahip yeni komutlar üretebildiklerini iddia ediyor. Şu anda kullanılan komutların yüzde 7.33 gibi bir başarı oranına sahip olduğunu düşünürsek gayet yüksek bir oran olduğunu söyleyebiliriz. Tabii Masterkey kötü niyetli kullanıcıların işlerini kolaylaştırmak için geliştirilmedi. Burada asıl amaç şirketlerin kendi dil modellerindeki kusurları bularak düzeltme sürecini hızlandırmak.
Bir hafta geçmiyor ki Elon Musk ve şirketleri gündeme gelmesin. Bu sefer bahse konu şirket X değil ama, bir değişiklik olarak konumuz uzay şirketi SpaceX ve onun sahibi olan Musk’ı eleştirdikleri için işten çıkarıldıkları iddia edilen işçiler. İddiaya göre bazı SpaceX çalışanları Haziran 2022’de şirketin yönetimine bir mektup yazmış ve mektupta Musk’ın X üzerinden yaptığı, bazıları müstehcen içerikli, paylaşımların şirketin politikalarıyla örtüşmediğini belirtmişler. SpaceX yöneticilerinden bu duruma tepki göstermelerini istemişler ama çalışanlara göre tam tersi olmuş ve tepkiyi işçiler görmüş. Belirtilene göre mektupta parmağı olan sekiz çalışan işten çıkarılmış. İşten çıkarılanlardan biri olan Deborah Lawrence, avukatı aracılığıyla açıklamasında SpaceX’in özellikle kadınların tacize uğramasını hoş gören “toksik bir bakış açısına sahip olduğunu” söylüyor.
Konu şimdi ABD Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu’na (NLRB) taşındı. Beş üyeli kurul söz konusu işten çıkarmaların çalışma yasasının ihlali olduğuna karar verirse bu işçilerin görevlerine iadesine karar verebiliyor. SpaceX bu karara uymayı kabul edebileceği gibi temyize taşımayı da tercih edebilir ki mevcut tabloda şirket NLRB’ye “kurulun anayasaya aykırı” olduğu iddiasıyla dava açtı. Şirket diyor ki: “Kurul içinde yapılacak bir mahkemenin SpaceX hakkında herhangi bir karar alma yetkisine sahip olmaması gerekir.” Bu karşı davada “tiran” gibi davranmakla suçlanan NLRB’nin SpaceX’e haksız yere önyargılı yaklaştığı ima ediliyor. Hakimlerin SpaceX’in iddiasını kabul etme ihtimali düşük olsa da zaten amaç muhtemelen söz konusu işçi krizinde süreci zorlaştırmak. (Futurism’in benzetmesiyle) galaksi beyinli avukatlardan oluşan bir orduya parası hayli hayli yeteceği için de amacında başarılı olması muhtemel.