20-01-2024
İsmet Berkan

Uzaktan çalışmayla Merkez Bankası Başkanlığı

Uzaktan çalışmayla Merkez Bankası Başkanlığı

Belki 20 yıl önceydi. Eski patronum Aydın Doğan beni bir seyahate götürmek istiyordu, ben de ‘Gelmesem daha iyi, burada çok işim var’ diyecek oldum ve hayatımın dersini aldım.

Aydın Bey gayet sert bir ifadeyle ‘Kardeşim’ dedi, ‘İşini uzaktan yapamıyorsan oturduğun yerde de yapamıyorsundur zaten.’

Çok ağır biçimde ifade etmişti ama Aydın Bey doğruyu söylüyordu. Bu sert cümlenin altında hayatımın yöneticilik dersi vardı: 

Eğer bir yönetici birlikte çalıştığı ekibine güvenmiyor, işlerin kendisi olmadan yürümeyeceğini düşünüyorsa o iyi bir yönetici olamazdı; sahiden ofiste otururken de işini aslında kötü yapıyor olurdu.

Dünya salgınla birlikte uzaktan çalışma denen şeyle tanıştı ama biz gazetecilerin temel çalışma yöntemi budur zaten. Çoğu zaman sahada yalnızsınızdır; eski zamanlarda gazetenize telefonla ulaşmak, yazdığınız haberi veya yazıyı göndermek bile büyük bir meseleydi ve biz o şartlara rağmen işimizi uzaktan da yapabilirdik.

Dediğim gibi benim mesleğim doğası gereği uzaktan çalışmayı temel yöntemlerinden biri yapan bir meslek olmasına rağmen ben kişisel olarak gazetecilerin kalıcı biçimde uzaktan çalışmasına da taraftar değilim.

Gazetecilik muhabirlikten yazı işleri editörlüğüne kadar yüz yüze tartışmayla, bağrışmayla, herkesin birbirinden haberdar olabildiği çalışma ortamıyla gelişir bana göre. Okuduğunuz gazetenin veya web sitesinin kalitesi o yüz yüze bağrışmalar sayesinde çok artar.

İşi gereği çok seyahat etmek zorunda olan yöneticiler açısından uzaktan çalışmak neredeyse bir hayat tarzıdır.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı düşünün. Sürekli hareket halinde. Buna rağmen ağır sorumluluğunu, bu sorumluluğun getirdiği ağır iş yükünü nerede olursa olsun yerine getirmeye devam ediyor.

Benzer bir durum bakanlar için de geçerli. Seyahatte oldukları için önemli kararlar almayı veya imza atmayı erteliyor değiller. Bazen uçak koltuğu, bazen otel odası, bazen uzaktaki bir başka ofis onların iş yapmaya devam etmesi için yeterli.

Ama ne olursa olsun, Cumhurbaşkanı olup bütün ofisiniz sizinle birlikte seyahat ediyor olsa bile sık sık ana ofisinizde de çalışmanız gerekir. Çok sayıda yüz yüze toplantı yapmanız, tartışmalara katılmanız, size öneride bulunanların gözlerinin içine bakmanız, ses tonlarına dikkat etmeniz de gerekir.

Sözü Gaye Erkan’a getirmek için bunca girizgahı yaptım. Anlaşılıyor ki Merkez Bankası Başkanı 23 Aralık günü henüz yeni bir yaşını doldurmuş oğluyla birlikte ABD’ye, New York’a uçmuş. Noel tatilini ve yılbaşını bu şehirde geçirmiş, Ocak ayının başında New York’ta bir yatırımcı toplantısına da katılmış ve dün itibariyle biliyoruz, henüz Türkiye’ye dönmüş değil. Herhalde bir aya yakın süredir uzaktan çalışıyor Merkez Bankası Başkanı.

Olmayacak şey değil. Çağdaş iletişim olanakları ona bu imkanı veriyor. Görüşmelerini, toplantılarını video konferansla yapıyor, talimatlarını elektronik posta veya haberleşme sistemleri üzerinden gönderiyor, yardımcılarının çeşitli konulardaki görüşlerini uzaktan alıyor olabilir.

Aydın Doğan’ın zamanında bana dediği gibi Gaye Erkan da işini eğer uzaktan yapamıyorsa ofisinde de yapamıyordur zaten.

Beş gün sonra, 25 Ocakta Merkez Bankası Para Piyasaları Kurulu toplantısı var. Herhalde Merkez Bankası Başkanı bu toplantıya katılacak. Yani bugün yarın Türkiye’ye geri dönmesini beklemeliyiz.

Ancak son birkaç günde Gaye Erkan’ın işini yapma biçimiyle ilgili çok sayıda dedikodu haberi birden yayınlandı. Haberlerin ortak özelliği Erkan’ın Merkez Bankası Başkanlığı yapma biçimini ve bu konudaki yeterliliğini tartışır mahiyette olmasıydı. Bu dedikodu haberlerinin üstüne geldi Gaye Erkan’ın uzun süredir ABD’de olması.

İlginçtir, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bünyesindeki Dezenformasyonla Mücadele Merkezi geçen hafta içinde 10Haber yazarı Erdal Sağlam’ın aralık ayı bütçe uygulama sonuçlarına ilişkin yorumunda yer verdiği olasılıkların bazılarını daha yazının mürekkebi kurumadan, sabah saatlerinde yalanlayan bir açıklama yapmıştı. Oysa Erdal bir olgudan değil, çeşitli olasılıklardan söz ediyordu; yani yazı doğası gereği spekülatif tahminler içeriyordu.

Ama son iki gündür Erdal’ın Gaye Erkan’la ilgili verdiği bilgilere ilişkin ne Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığından, ne Merkez Bankası’nın kendisinden ne de Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan bir açıklama geldi. Arada gördüğümüz yegane açıklamayı Gaye Erkan kendi kişisel sosyal medya hesabından yaptı, haberlerle ilgili dava açacağını söyledi (Erkan’ın hala ABD’de olduğu izlenimini veren de bu kişisel açıklaması oldu zaten).

Hatırlatmaya ve tekrar tekrar yazmaya gerek var mı bilmiyorum: Türkiye çok derin ve zorlu bir ekonomik sıkıntı döneminden geçiyor. Bu dönemde ekonomi yönetiminin en çok ihtiyaç duyduğu şey içeride ve dışarıda güven yaratmak, ‘Bu ekip bu işi becerir, arkalarında da zaten siyasi destek var’ izlenimi vermek.

Bu güvenin oluşması için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan defalarca açıklama yaptı, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek her fırsatta ‘Cumhurbaşkanı programımızı destekliyor’ diyor. 

Bu ekonomi takımının en önemli parçası ise Merkez Bankası.

Merkez Bankaları geleneksel olarak demeç vermeleriyle bilinen yerler değiller ama genel kabul gören anlayış bankanın iletişim politikası yoluyla piyasalardaki beklentileri biçimlendirmesini emreder.

Merkez Bankası Başkanıyla ilgili çıkan son haberlere ve yaşanan derin sessizliğe bir de bu açıdan bakın.

İlkokula başlayacak çocuktan 20 bin dolar istemek!

İlkokula başlayacak çocuktan 20 bin dolar istemek!

Hafta ortasından beri sosyal medyada elden ele yayılan bir fiyat tarifesini konuşuyoruz. Bilfen Kolejleri adlı özel okul bu yıl ilkokul birinci sınıfa başlayacak çocukların ailelerinden okul ücreti ve yemek parası olarak 20 bin doların üzerinde rakama tekabul eden ücret talep ediyor.

Bilfen eski ve köklü bir dershaneden dönüşmüş bir özel okullar zinciri. İşlerini de (bana kızmasınlar ama) hala temelde dershaneci gibi yapıyorlar. İlkokul ve ortaokulda esas görevleri çocukları LGS sınavına hazırlamak ve LGS’den yüksek puan alıp istedikleri seçkin liselere yerleşmesini sağlamak olarak görüyorlar. Okulun bu konuda bir ünü de var.

Bu eğitim anlayışının Türkiye’de ciddi bir karşılığı da var. Özellikle orta sınıf eğitimli aileler, belki çok benimsemeseler de çocuklarını iyi bir devlet lisesine gönderebilmek için sekiz yıl ödeyecekleri ücretlere dişlerini sıkıyor ve Bilfen’i tercih ediyor.

Bilfen’i konuşuyoruz, çünkü bu okulun tarifesini biliyoruz. Böyle pahalı olması gereken başka okulların fiyatlarını henüz bilmiyoruz çünkü. Ama Bilfen diğer özel okulların olası fiyatları hakkında hepimize bir fikir veriyor.

Eğitim, iyi ve kaliteli eğitime erişim maalesef uzun yıllardır Türkiye’nin en önemli sorunu ve biz bu sorunu bırakın çözmeyi her yıl biraz daha derinleştiriyor, içinden çıkılması zor bir hale getiriyoruz.

Son PISA raporunda da vardı, OECD’nin bütün raporlarında da yer alıyor: Türkiye devletin eğitime OECD ortalamasının bir hayli altında yatırım yaptığı, buna karşılık ailelerin OECD ortalamasının çok çok üzerinde eğitim harcamasında bulunduğu ülkenin adı.

Eğitim kuşkusuz ucuz bir şey değil. Ama ilkokul birinci sınıfta yılda 20 bin doların üzerinde ücret dünyanın sayılı seçkin okullarının ücretlerinden bile fazla.

Korkarım bu yüksek ücretin tek sebebi eğitim maliyetinin artması değil, bazı okullar onlara olan talebi de kırmak, azaltmak istiyor.

Depremde kaybolan çocuklar ve sonsuz acı

Depremde kaybolan çocuklar ve sonsuz acı

Hazar Dost’un bugünkü haberinde verdiği bir örnek beni çok sarstı.

Malum, 6 Şubat depremleri sonrasında neredeyse her deprem bölgesindeki morglarda ciddi bir sıkışma yaşandı. Bunun üzerine iki gün boyunca sahip çıkılmayan cenazelerin DNA örneği alındıktan sonra toprağa verilmesine karar verildi.

Böyle onlarca ‘kimsesizler mezarlığı’ ortaya çıktı; gömülenlerin sadece birer numarası vardı. Bu mezarlıklardan biri Elbistan’daydı ve buraya 1400 kişi gömülmüştü. Hazar’ın haberinden öğreniyoruz, bu 1400 kişinin 400’ü hâlâ mezarlıkta ‘kimsesiz’ olarak yatmaya devam ediyormuş. Aradan geçen bir yılda onları ya hiç arayan olmamış veya başka bir yanlışlık var.

İnsan merak ediyor tabii: Acaba diğer kimsesizler mezarlıklarında böyle ‘kimsesiz’ kalmaya devam eden kaç cenaze var?

Hazar’ın haberi sadece bundan ibaret değil. Haber aslında bir yıldır ölü mü yoksa hayatta mı olduğu hâlâ belirlenemeyen 47 çocukla ilgili.

O ailelerin yaşadıklarını insan hayal bile edemiyor: Acaba çocuğunuz hayatta mı değil mi? Değilse nerede toprağa verildi? Verildi mi, yoksa enkaz altından hiç çıkmadan şimdi molozlara mı karıştı? Eğer canlıysa şimdi nerede?

Korkunç bir durum.