Modern bilgisayar çağının başlamasında en önemli rollerden birini oynayan, bir zamanların 'süper bilgisayar'larının artık cebimize sığmasını sağlayan devrimin yapıcılarından biri olan Gordon Moore sessizce aramızdan ayrıldı.
İSMET BERKAN
Bugün Türkiye’de de dünyada da 60’lı yaşlarının başında veya daha ilerisinde olanlar, bu devrimi başından sonuna kadar yaşadı. Daha gençler ise parçalarına tanık oldu. Şu an 12-13 yaşında olanlar ise ‘native’ kabul ediliyorlar, onlar devrimin öncesini hiç bilmiyorlar.
Sözünü ettiğim devrim, bir zamanlar ‘süper bilgisayar’ kabul edilen bilgisayar işlemci gücünün elimizdeki minicik telefona kadar sığmasını sağlayan ‘silikon devrimi.’
Ve dün o devrimin en sembol isimlerinden biri olan, kendi adına bir ‘kanun’la da anılan Gordon E. Moore 94 yaşında hayatını kaybetti.
Moore’un hayat hikayesi, biraz da ‘silikon devrimi’nin, bilgisayar çağının hikayesi gibi.
1929’da California’da San Francisco yakınlarında doğmuştu. Üniversitede kimya okudu, sonra da ünlü CalTech’de kimya doktorası yaptı. İlk işi dev bir kimya şirketi olan Dow’daydı ama oradan ayrıldı, ABD’nin Doğu Yakası’nda, Marryland’deki Johns Hopkins Üniversitesinde uygulamalı fizik alanında araştırmacı olarak çalışmaya başladı.
Fakat yeniden California’ya dönmek istiyordu, Bell telefon şirketinin Batı yakasındaki araştırma laboratuvarında, transistörün mucidi William Shockley ile birlikte çalışmaya başladı. Orada hayat boyu ortak olacağı Robert Noyce ile tanıştı.
Sonra ikili, 500’er dolar sermaye koyup, havacılık konusundaki girişimleriyle tanınan Sherman Fairchild’dan da 1,3 milyon dolar sermaye alıp Fairchild Semiconductor Corporation şirketini kurdular. Bu şirket entegre devre üretiyordu.
Ama Moore ve Noyce, 1968’de oradan da ayrılıp kendi şirketlerini kurmaya karar verdi. Kurdukları şirket, bugün alanında dünyanın en büyüğü olan Intel’di.
‘Buz nasıl erir, su nasıl akar?’ sorularına matematikçi cevabına ödül
Bugün 60’larının başında olanlar, lambalı radyoları ve televizyonları hatırlarlar. Lamba, bir transistördü; elektrik akımının geçip geçmemesine karar veren bir anahtar yani. Sonra onun çok daha hızlısı ve küçüğü olan transistör icat edildi. Bulan bir Amerikalıydı ama transistör üretimininde liderlik Japonya’daydı. Bu ülke savaş sonrası transistörün önemini kavramıştı ve öncülüğü yürütüyordu.
Moore ve Noyce, Intel’i kurduklarında henüz yeni geliştirilmiş olan MOS (metal oxide semiconductor-metal oksit yarı iletken) teknolojisine ve dolayısıyla alüminyum yerine silikona yöneldiler. Aynı silikon yonganın üzerine çok sayıda transistörü yerleştireceklerdi.
Moore, 1965’te ilk yayınlandığında pek az kişi tarafından okunan ama sonradan bütün bilgisayar endüstrisinin ‘kanunu’ haline gelen meşhur makalesini ve görüşünü yazmıştı.
Bugün ‘Moore Kanunu’ olarak bilinen bu görüş şöyleydi: ‘Bir silikon çipin üzerine sığan transistör sayısı görülebilir bir geleceğe kadar belirli aralıklarla ikiye katlanacaktı. Bu da bilgisayarların işlem gücünün belirli aralıklarla ikiye katlanması anlamına gelecekti. Moore’a göre mikrop çiplerdeki transistör sayısının ikiye katlanması bilgisayarların yapımını daha pahalı hale getirecekti ama bilgisayarların çok sayıda satılacak olması sayesinde fiyatları da aslında ucuzlayacaktı.’
3D yazıcıda üretilen dev uzay roketinin ilk denemesi başarısız
Bugün düzenli aralıklarla ‘Moore Kanunu’nun sonuna gelip gelmediğimiz tartışması yapılıyor ama Intel dahil pek çok şirket hala düzenli aralıklarla daha fazla transistör sığdırdıkları yeni yeni işlemcileri duyurmaya da devam ediyor. Ancak elbette Moore Kanunu’nun sonsuza kadar geçerli olması mümkün değil; o yüzden bugün dünya Kuantum Bilgisayar peşinde de koşuyor; daha fazla işlemci gücü elde edebilmek için.
Geleceğin silikonda olduğunu ve gelecekte bilgisayarların çok ucuzlayacağını tahmin eden adam olan George Moore son derece mütevazı bir insandı. Servetinin önemli bölümünü yardım severliğe ve eğitime harcadı. Hawai’deki evinde huzur içinde öldü.
Tam da onun ölüm haberinin geldiği hafta onunla aynı devrimin bir başka önemli oyuncusu, Bill Gates, bir sonraki devrimi ilan etti.
Gates’e göre kendi ömrüne sığan ilk büyük teknolojik sıçrama, bilgisayar kullanmak için kullandığımız arayüzün teknik olmaktan çıkıp herkesin herkesin anlayabileceği biçimde görselleşmesini sağlayan ‘masaüstü devrimi’ydi. Hatırlayın, bu devrimi ilk olarak fark eden kişi Apple’ın kurucusu Steve Jobs’du. Aslında Xerox’un laboratuvarında geliştirilen teknolojiyi 1984 yılında Aplle bilgisayarlara uyarlayan Jobs, ‘kişisel bilgisayar’ları da başlatmış oldu. Arkadan Bill Gates’in Microsoft’u Windows’la geldi.
Şimdi Gates’in şirketi, OpenAI adlı şirketin en büyük yatırımcısı ve Gates geçen gün kendi blogunda OpenAI’ın ürünü ChatGPT’nin gersel ara yüz kadar önemli bir teknolojik atılım olduğunu düşündüğünü yazdı.
Gates, GPT’yi iki ayrı konuda imtihan etmiş. İlk imtihan, içinde açık uçlu soruların da olduğu 60 soruluk bir biyoloji sınavıymış, GPT bu sınavda bazılarında akıl yürütme de gereken 59 soruyu doğru cevaplamış. İkinci imtihanda ise GPT’den çocuğu hasta bir babaya mektup yazmasını istemiş, bu mektubu da ‘Duyarlı ve anlayışlı’ bulmuş Gates.
Hazır bilgisayarlar alanındaki devrimlerden başlamışken, son olarak bir de bir hayli geç kalmış bir ödül var, ona değineyim.
Bilgisayar biliminin en prestijli ödülü olan Turing Ödülü’nü bu yıl Bob Metcalfe aldı. Metcalfe, bilgisayarlarımızı yerel ağlarımıza ve oradan da internete bağladığımız ‘Ethernet’ adlı kablonun ve o kablonun hizmet vermesini sağlayan algoritmanın mucidiydi.
‘Alt tarafı bir kablo bulmuş’ demeyin, linkini verdiğim İngilizce haberi okuyun, bugün hepimizin çantada keklik gördüğü bilgisayarların birbiriyle haberleşmesi, sandığınızdan çok daha karmaşık bir problemdi, onu Metcalfe çözdü.
Ethernet bulunalı yıllar oldu aslında ama Metcalfe’ye ödülü daha yeni geldi.
Farelerde başarılan insanda da başarılırsa inanılmaz bir tedavi ortaya çıkacak