Kariyerinin büyük çoğunluğunda J.D. Salinger veya Thomas Pynchon gibi bir tür inzivadaydı. Eserlerini duyurma çabası içine girmedi, röportaj tekliflerini geri çevirdi, kitaplarını hiçbir zaman imzalamadı, edebi konferanslara katılmadı, ders vermedi ve edebiyattan çok bilim ve kozmolojiye ilgi duydu.
13 Haziran'da tam 90 yaşında ölen yazarın geçen sene yayınlanan son iki romanı, Cormac McCarthy'nin ölüme yaklaşırken zihnini nelerin kurcaladığı konusunda ipuçları veriyor.
Amerikan edebiyatının çınarlarından 20 Haziran 1933 doğumlu Cormac McCarthy, 13 Haziran 2023’te, tam 90 yaşında hayata veda etti. McCarthy kariyerinin ilk otuz yılında, yani neredeyse 60 yaşına dek, kemik bir kitle tarafından okundu ve takdir edildi. Gene de ilk romanlarındaki pırıltı, McCarthy’nin 1981 yılında prestijli MacArthur Vakfı’ndan bir ‘dahi’ bursu kazanmasına yetti. Bu burs McCarthy için bir dönüm noktası oldu.
McCarthy’nin ölümünün ardından The Guardian gazetesinde yayınlanan yazıda şöyle deniyor: “McCarthy adeta birdenbire ortaya çıktı ve kariyerinin büyük çoğunluğunda J.D. Salinger veya Thomas Pynchon gibi bir tür inzivadaydı. Eserlerini duyurma çabası içine girmeyi hep reddetti, röportaj tekliflerini kibarca geri çevirdi, kitaplarını hiçbir zaman imzalamadı, edebi konferanslara katılmadı, ders vermedi ve edebiyattan çok bilim ve kozmolojiye ilgi duydu. O tam bir Amerikan orijinaliydi.”
MacArthur Vakfı’ndan aldığı burs, McCarthy’nin bilime olan ilgisiyle yakından alakalı olsa gerek. Zira MacArthur Vakfı’nın o dönemdeki başkanı olan Murray Gell-Mann, Nobel ödüllü bir fizikçiydi ve McCarthy ile çok yakın arkadaş oldu. Onun sayesinde McCarthy, bilim insanları için bir ‘think tank’ niteliğindeki Santa Fe Enstitüsü ile yakın bir bağ kurdu. Bu bağın en belirginleştiği eserleri ise bana göre son yazdığı iki roman.
Bir tesadüf eseri, iki hafta evvel, McCarthy’nin Passenger (Yolcu) ve Stella Maris isimli bu son iki romanını İngilizce asıllarından okudum. Neredeyse gizemli diyebileceğim bu eserler, birbirini tamamlayacak şekilde yazılmış ve hakikaten McCarthy’nin bilime olan ilgisini derinden yansıtıyor. Kuantum fizikten dine, insan bilincinden, terapiye, atom bombasından enseste çok geniş bir alanda dolaşıyorlar. McCarthy 89 yaşındayken yayınlandıklarına göre, yazarın hayatının sonbaharında kafasında en ön planda olan konuları ele alıyorlar diye düşünmemek elde değil. “Çok şey inceledim, ama az şey öğrendim” “Biliyordu ki eninde sonunda hiçbir şey bilemezsin. Dünyayı ele geçiremezsin. Sadece bir resim çizebilirsin” “Geçmişin felaketleri törpülenir. Törpülendikçe, bizi dünyanın en acı tahminlerimizden de öte bir karanlığa doğru yalpaladığı gerçeğine körleştirirler” gibi cümlelerin ustaca serpiştirildiği bu son romanlar, McCarthy’nin her zamanki ‘fırfırsız’ ve ödün vermeyen üslubuyla, okuyucuyu varoluşun doğası hakkında bir dehşetin içine sürüklüyor. Nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen birer yolcu olma ihtimalimizle bizi yüzleştiriyor.
Bu romanlar henüz Türkçeye çevrilmedi. Yani Türk okuyucuyla buluşmalarına daha vakit var. O zamana dek McCarthy’nin en önemli romanlarından biri olan Pulitzer ödüllü Yol ile bu dahi yazarı keşfetmeye başlayabilirsiniz. Bir yok oluş olayı sonrası, harap olmuş bir dünyada bir baba ve oğlunun yolculuğunu konu eden Yol, bir yandan dünyanın gidişatındaki ümitsizliği ortaya serer, bir yandan da sevgi, umut ve direnişi var oluşun merkezine yerleştirir. Korkunç bir güzelliktedir.
17 Kasım 2024 - Booker’ın son kazananı Orbital tam da COP 29’a denk geldi!
10 Kasım 2024 - Her şeyin sorumlusu: Çocuksuz kedi kadınlar!
27 Ekim 2024 - Intermezzo: Sally Rooney yine mest ediyor
20 Ekim 2024 - Kimse kendini kandırmasın, Victoria’s Secret’ta değişen bir şey yok
13 Ekim 2024 - Baskı, şiddet, yaş ayrımcılığı: Filmekimi karanlık köşeleri aydınlattı