İşleri son dakikaya bırakıp motive olmakta sorun mu yaşıyorsunuz? “Potansiyelin var ama kullanmıyorsun” sözleriyle mi büyüdünüz? Belki de fazlası: Hayat boyu “tembel” olarak etiketlendiniz. Peki dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun yalnızca çocukluk çağına özgü olmadığını biliyor musunuz?
“Hayatım boyunca her zaman düzensiz, dürtüsel biri oldum ve konsantre olmakta zorlandım. Yine de uzun yıllar bu özelliklerin sadece kişiliğimin yönleri olduğunu varsaydım. Okulda, başarılı olduğum konular vardı, özellikle de ilgimi çeken konulara yer verildiğinde… Yine de okul hayatımın çoğunu felç edici bir konsantre olamama sorunuyla boğuşarak geçirdim. Zihnim konu dışına sürüklenirdi, ne kadar odaklanmaya çalışsam da öğretmenin sözleri bir kulağımdan girip diğerinden çıkardı. Yıllar geçtikçe bu durum, hayal kırıklığına ve artan disiplin sorunlarına yol açtı ve çalışmalarımda giderek daha geride kaldım.
Okul benim için zordu ama okuldan ayrıldığımda pek çok açıdan hayatım daha da zorlu bir hal aldı. Okulda ilgimi çeken en azından birkaç keyifli konu vardı. Buna karşılık, okuldan çok az vasıfla ayrılmak beni neredeyse hiç ilgimi çekmeyen bir dizi işe mahkûm etti. Teşhis edilmemiş dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan birçok insan gibi, tam zamanlı bir işi elimde tutmakta zorlandım. Ben her zaman yazıya ve siyasete yoğun ilgi duymuştum. Düşük ücretli, güvencesiz bir dizi işte sürüklenen beş yılın ardından, gazetecilikte kariyer yapmak için üniversiteye geri döndüm. 10 yıl sonra, 30’lu yaşlarımın ortalarına geldiğimde, bir kitap yayınlamış ve çeşitli gazetelerde serbest çalışmıştım.
Dizginlenemez bir şevk ve yaratıcılıkla görevden göreve uçar ve kendimi yeni işlere atardım. Ama sonra çekip giderdim, çoğu zaman her şeyi yarım bırakırdım. Bilgisayar başında oturup yazı yazma gücümü topladığımda iyi işler üretebiliyordum ancak bu yeteneğim ara sıra belirirdi ve öngörülemezdi. Üniversite makalelerim kaotikti: Birkaç kelime yazardım ve sonra internette biraz gezinir, odada dolaşır, gidip ev arkadaşlarımla konuşurdum. 10 dakika sonra masama döner ve yalapşap bir şeyler yazmaya çalışırdım.
Daha sonra gazeteci olarak çalışırken, tek bir satırı bile yazmanın fiziksel olarak imkânsız olduğu günler oldu. Düşüncelerim dağınıktı. Belirgin bir sebep olmadan son teslim tarihlerini kaçırırdım. Sekiz saatten az uyuduğumda veya bir gün önce kötü beslendiğimde, ne kadar irade ve motivasyon göstersem de yazmak için oturmak fiziksel olarak imkânsız hale gelirdi. 2017 yılında nihayet bir doktora gitmeye karar verdim. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) tanısı konuldu. Birkaç aydır tedavi alıyorum ve DEHB belirtilerimin yönetimindeki iyileşme çok büyük. Hayatım boyunca hiç olmadığım kadar üretkenim. Bir zamanlar DEHB’mle başa çıkmak için kullandığım aşırı yeme, aşırı sosyal medya kullanımı gibi başa çıkma stratejileri eriyip gitti.”
Bu sözler 37 yaşında yetişkin DEHB tanısı alan Britanyalı gazeteci, yazar James Bloodworth’e ait. Uzmanlar, onlarca yıl DEHB’nin yalnızca çocuklarda görüldüğüne ve ergenlikten sonra da kaybolduğuna inandı. Ancak 90’larda yapılan bir dizi çalışma, DEHB’nin yazar Bloodworth’in hikayesinde olduğu gibi yetişkinlikte de devam edebileceğini gösterdi. Üstelik hiç de azımsanmayacak oranda…
Araştırmalara göre, DEHB tanısı alan çocukların üçte ikisinde belirtiler, erişkin dönemde bazen form değiştirerek bazen de benzer biçimde sürüyor. Fakat pek çok erişkin kendisinde DEHB olduğunun farkında bile değil. Bazı çalışmalar, DEHB’si olanların yüzde 20’sinden daha azının, bu hastalığa sahip olduğunu bildiğini gösteriyor. DEHB fark edilmediğinde bazı sorunların ortaya çıkması ne yazık ki kaçınılmaz: Akademik ve mesleki başarısızlık, kazalar, suça karışma, boşanma, madde kullanımı… İşin bir de toplumsal boyutu var. DEHB’si olanlara genellikle “tembel”, “üşengeç”, “isteksiz” etiketi yapıştırılıyor ve bu kişiler kendilerinde adlandıramadıkları bir huzursuzluk hissiyle yaşamak zorunda kalıyor.
Peki bir yetişkinde hangi belirtiler DEHB’ye işaret eder? Ne zaman bir doktora başvurmak gerekir? DEHB’nin erişkinlerde tedavisi mümkün mü? Dikkatimizi artırmanın yolları var mı? Psikiyatri Uzmanı Dr. Cengiz Arca’ya sorduk. “Psikiyatri ve Duvarın Ardı” podcast serisi ile tanınan Dr. Arca, erişkin DEHB’si hakkında merak edilen tüm soruları yanıtladı.
Önce dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun ne olduğundan konuşarak başlayalım.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) dikkatsizlik, dürtüsellik ve hiperaktivite belirtileriyle karakterize, genellikle çocukluk çağında ya da erken ergenlikte başlayan nörögelişimsel bir hastalık. Nörogelişimsel ifadesi, sinir sisteminin gelişimini etkileyen, beynin farklı şekilde işlev göstermesine yol açan bir grup farklılığı ya da hastalığı izah etmek için kullandığımız bir kavram. DEHB de sinir sistemi gelişimi sırasında birtakım kusurlar sonucunda ortaya çıktığını tahmin ettiğimiz hastalıklar arasında. Aslında hastalığın ismi biraz yanıltıcı, tıpta isimlendirildiği dönemde hastalığı tam karşıladığı düşünülen ama zaman içinde farklı tezahürlerini gördüğümüz hastalıklar var. DEHB de onlardan biri.
Hastalığın ismini yanıltıcı yapan şey nedir?
Bu hastalığa sahip olanlarda dikkat her zaman eksik ya da dağınık değil, bazen dikkati düzenleme kusuru da olabiliyor. Şöyle açıklayabilirim: “Hiperfocus” olarak adlandırdığımız, dikkatin bir konuya çok fazla verildiği, kişinin bir şeyle uğraşmaktan kendini alıkoyamadığı ya da başka bir şeye yönelemediği, masanın başından başka bir iş için kalkamadığı bir formu da var DEHB’nin. İnsanlar da bunu bazen “Dikkatle ilgili problemi yok, sadece hevessiz; işine gelen, sevdiği şeyleri saatlerce yapıyor ama istemediği şeyler olunca yapmıyor” gibi yorumlayabiliyor yanlış bir şekilde.
“Saatlerce bilgisayar oyunu oynuyor ama kitap okumakta sıkıntı çekiyor” örneğinde olduğu gibi mi?
Bilgisayar oyunu biraz tehlikeli bir örnek çünkü hiçbir şeye dikkatini veremeyen bir insan bile uzun süre oyun oynayabilir. Kitap okuma örneği daha doğru olabilir. Mesela saatlerce başından kalmadan felsefeyle ilgili bir şey okuyabiliyor ama iş edebiyata ya da derse geldiğinde bunu başaramıyorsunuz. Bu örnekte olduğu gibi, bazı konularda dikkatinizi uzun süre sürdürebilirken, bazı konularda dikkat süreniz çok kısa olabilir. Yani sadece dikkat eksikliği var demek, hastalığı yanlış anlamamıza yol açabilir.
DEHB’yi neden çok sık duyuyoruz artık, daha mı yaygın görülüyor yoksa hastalık daha yakından bilindiği için daha mı fazla tanı konuluyor?
Bildiğimiz şeyler şunlar: Hastalık eskiye oranla daha fazla raporlanıyor. Tıpkı otizmde olduğu gibi, otizm de her yıl daha fazla raporlanan bir hastalık. Aslında otizm ile DEHB’nin yolculuğu birbirine benziyor, tarihçesine baktığımızda her ikisinin de hekimler tarafından kabul edilmesi, tanı kılavuzlarına girmesi zaman almış. Raporlandıkça “Bu hastalıkların sıklığında artış var” gibi düşünülüyor ama muhtemelen oranlar eskiye göre çok fazla değişmiyor. Tabii tanı kılavuzlarının esnek olması da bir anda rakamı yükseltebiliyor. Örneğin DEHB için yakın zamanda şöyle önemli bir değişiklik oldu: Daha önce şikayetlerin yedi yaşından önce başlama şartı vardı, son kılavuzda sınır 12 yaş öncesine çekildi, bu da tanıyı kolaylaştırdı. Yedi yaş sınır olarak belirlendiğinde hastalığın yalnızca yüzde 50’si yakalanıyordu, bu oran 12 yaş sınırıyla yüzde 95’lere geldi. Böyle olunca hem çocuklarda hem yetişkinlikte DEHB tanısını alanların sayısı artmaya başladı.
Peki DEHB’nin görülme sıklığı nedir?
Coğrafi ya da kültürel farklılık göstermeksizin dünyanın hemen hemen her yerinde çocukluk için yüzde 5 oranı veriliyor. Çocukluk döneminde ortaya çıkan DEHB’nin üçte ikisi erişkinlikte devam ediyor. Hastaların üçte biri ise hayatlarını sorunsuz şekilde sürdürecek kadar iyi oluyor.
Erişkinlikte DEHB’nin hangi formu daha baskın?
DEHB’nün üç farklı formu var. Bir, dikkat eksikliği ön planda olabilir. İki, hiperaktivite daha yoğun olabilir. Üç, ikisi bir arada görülebilir. Yetişkinlikte hiperaktivite genellikle ortadan kalkıyor ama bazı yetişkinlerde öznel bir huzursuzluk hali olarak devam ediyor. Kalkıp ayakta dolaşmıyor belki ama oturduğu yerde huzursuz hissediyor ya da kıpırdama, sağını solunu çekiştirme ihtiyacında oluyor. Yani ancak çok yakından baktığınızda fark edebileceğiniz maskelenmiş belirtilerle de karşılaşmak mümkün.
DEHB’nin ne kadarı genetik ne kadarı çevresel etkenlerle açıklanıyor? Beslenmenin bozulmasının, kirliliğin artmasının etkisi var mı?
İnsanlar DEHB’yi genellikle kötü beslenme, aşırı sosyal medya kullanımı, televizyon izleme, çevre kirliliği gibi nedenlerle açıklama eğiliminde ama gerçekte genetiğin yüzde 80 civarında etkisi var. Elbette “Beslenme, kirlilik gibi problemlerin etkisi yoktur” diyemeyiz ama aile, ikiz ve evlat edinme çalışmalarında genetiğin rolü belirgin bir şekilde ortaya konmuş. Mesela bir kardeşte varsa diğer kardeşte olma ihtimali dokuz kat artıyor. İkizlerden birinde varsa diğerinde görülme oranı yüzde 77 ile 88 arasında değişiyor.
Cinsiyet dağılımı nasıl? Kadın ve erkekte oranlar benzer mi?
DEHB, Kuzey Amerika’da uzun süre genç, beyaz erkek hastalığı olarak lanse edilmiş, kadınlar göz ardı edilmiş. Erkek egemen dünyada yaşadığımız için erkekler için her şey daha kolay, buna bir rahatsızlığı dışa vurmak dahil. Tıpkı Cem Yılmaz’ın stand up’ında erkek çocuğun sinirlendiğinde bir şeye tekme atması ama kız çocuğunun saklanıp gizlenmesi örneğinde olduğu gibi. Benzer durumu hastalıklar için de söylemek mümkün, erkeklerin belirtileri daha görünür oluyor. Dağılım konusuna gelince… Çalışmalar, cinsiyet ayrımının belirgin olmadığını gösteriyor, sıklık kadın ve erkekte benzer.
Bir yetişkinde hangi belirtiler DEHB’ye işaret edebilir?
Dikkatsizlik, odaklanamama, zamanı yönetememe, eşya kayıpları, unutkanlık, aşırı aktivite veya huzursuzluk, aşırı sabırsızlık, strese toleransın düşmesi, söz kesmek… Bunlar en sık görülen belirtiler arasında. Aslında dokuzu dürtüsellik ve hiperaktivite, dokuzu da dikkat eksikliği ilgili olmak üzere 18 belirti var. Çoğu zaman dikkat kısmına odaklanılıyor ama yakın zamanda yapılan bir çalışmada en yüksek çıkan iki belirti dürtü denetimiyle ilgili: Sıra bekleyememek ve başkasının sözünü kesmek.
Size hastalar genellikle hangi yakınmalarla başvuruyor?
Genellikle dikkat sorunlarıyla geliyorlar. Sorumluluklarını yerine getiremediklerinde, akademik ya da iş performansında düşüş yaşadıklarında, işlerini zamanında organize edemediklerinde yardım arayışında bulunuyorlar. “İşleri yetiştiremiyorum, her şeyi son ana bırakıyorum”, “Aklımdan bir şeyler uçup gidiyor, çok sık unutkanlık yaşıyorum”, “Bazı şeyleri yapmaktan keyif almıyorum”, “Çok basit işlerde bile hata yapıyorum”, “İşleri yarım bırakıyorum ya da işe hiç başlayamıyorum” gibi yakınmalarla sık karşılaşıyoruz. Benim takip ettiğim hasta grubunda genellikle organize olmakla ilgili zorluklar, iş ve akademik performans öne çıkıyor. Tabii performans derken iki ana konuyu değerlendirmemiz lazım. Akademik, iş ya da spor fark etmez herhangi bir performansı sürdürmek için iki şeye sahip olmamız gerekir: Düzgün çalışan bir işlem belleği ve sebat etme kapasitesi. İşlem belleği, farklı eylemlerin birlikte nasıl yapılacağına ilişkin bilgileri sakladığınız, geçici bilgiyi işleyip depoladığınız, akıl yürütme gibi işleri yapmanızı sağlayan bellek türü. Sebatkarlık ise bir şeyi sürdürmek becerisine sahip olmak demek. Bir şeyin devamını getirmek biraz beyindeki ödül sistemi, biraz duygu düzenleme kapasitesi, biraz da öğrenilmiş bir disiplinle, tırnak içinde söylersek kişinin aldığı terbiyeyle alakalı. Dolayısıyla DEHB’de performansı konuşurken işlem belleği ve sebatkarlık gibi daha teknik meseleleri ele almamız gerekiyor.
Sebat etmek geliştirilebilir bir beceri ama değil mi?
Geliştirilebilir ama 20-25 yaşında kadar hiçbir şey için sebat etmemiş biri birkaç yılda çok sebatkar birine dönüşmez muhtemelen. Biraz daha erken yaşlarda kazanılması, sonra da üzerinde çalışılması gereken bir şey.
DEHB hayatın hangi alanlarını nasıl etkiliyor? “İş, okul, aile ve sosyal ilişkilerde her zaman daha fazla emek harcamaları gerekiyor ama genellikle buna üşeniyorlar” diye bir görüş var örneğin. Ne dersiniz?
En dramatik yerden başlayayım. DEHB’si olan insanlar sahiden çeşitli alanlarda risk altındalar. Okul başarısızlığı, akran zorbalığı, trafik kazası nedeniyle yaralanmalar, suça karışmak, mesleki başarısızlık, okulu tamamlayamamak, boşanma, intihar, erken ölümler… DEHB, hayatı sosyal, biyolojik ve psikolojik anlamda olumsuz etkiliyor.
DEHB’si olanlar toplumda “tembel”, “üşengeç”, “isteksiz” olarak etiketleniyor. Damgalanmanın yarattığı tahribat dışında aslında o insanlar da kendilerinde bazı şeylerin yolunda gitmediğinin farkında ve bu yükle yaşıyorlar. Başkalarının daha kısa sürede, daha az çabayla acı çekmeden yaptığı işler için onlar daha fazla efor gerektiriyor, daha ıstırap verici oluyor. Başkaları için yapılabilir bir iş DEHB’li biri için dünyanın en sıkıcı işi haline gelebiliyor. Bütün bu zorluklar da kişinin benlik saygısını azaltıyor, kendisiyle kurduğu ilişkiyi bozuyor. Bir noktada artık “Ben bir şeyleri yanlış ya da eksik yapıyorum. Bazı şeyleri düzeltsem de olmayacak” gibi bir inanç geliştiriyorlar. Sahiden işler öyle bir noktaya geliyor ki artık kendini doğrulayan kehanet tezi gerçek oluyor. “Ben zaten yapamam” diye işe koyuluyor, sonra yarım yamalak bir şeyler yapıyor ve sonunda diyor ki “Gördün mü bak, yapamadım. Zaten hiçbir zaman yapamayacağım.” Dolayısıyla bireyin yaşadıklarının bir hastalıkla ilgili olduğunu fark etmesi, toplumun da bu kişilere yardımcı olması çok önemli. Yoksa “Tembel” deyip bu insanların zor hayatını daha da içinden çıkılmaz hale getiririz.
DEHB ile ilgili mitlerden biri de zekayla ilişkilendirilmesi. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
DEHB tanısı alanlarda zekâ düşük, orta ya da ortalamanın üstünde olabilir. Tıpkı DEHB’si olmayanlarda olduğu gibi. Her insanın fiziksel ve mental bir kapasitesi var. Ben hastalarıma hep filozof Thomas Hobbes’ın sözünü hatırlatırım. “Hiçbir insan bir ötekinden bariz bir şekilde üstün değildir. Biri uzun olabilir, öteki kısadır ama daha pratik bir zekâsı olabilir ya da daha sinsidir” diye bir örnek veriyor Hobbes. Gerçekten de biri çok iyi matematik bilir ama öteki çok iyi resim yapar. Yaşadığımız dünyada ne yazık ki çok yönlülüğümüzü değerlendirecek, test edecek fırsatlar giderek azalıyor, insanların aşağı yukarı benzer işler yapması bekleniyor. Herkes mavi yaka, kısmen beyaz yaka işler yapmaya zorlanıyor. Oysa daha fazla çeşitlilik olsa insanların kendisini farklı yerlerde deneme şansı olur, “kapasite farklılıkları” o kadar göze çarpmaz. Ne var ki becerilerimizi, yeteneklerimizi keşfedebileceğimiz özgür bir dünya yok. Hele ki bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde bu çok büyük bir lüks. Görece gelişmiş ülkelere baktığınızda maddi kaygıları olmadan insanlar kendi yeteneklerini keşfedecekleri alanlara yöneliyorlar. Aslında totalde onlar daha da zenginleşiyor çünkü her bireyin maksimum performans göstereceği alanlarla ilgili daha faydalı politikalara sahipler.
DEHB nedeniyle başka psikiyatrik sorunlar ortaya çıkabilir mi? Ya da DEHB yanlışlıkla başka bir psikiyatrik bozuklukla karışabilir mi?
Psikiyatride birçok hastalık ya da bozukluk başka bir tanı alabilir. Buna doğrudan yanlışlık demek de kolay değil çünkü hem MR, kan tetkiki gibi objektif tanı yöntemlerimiz yok hem de psikiyatrik yakınmalar statik değil. O gün muayenede gördüğümüz, hastanın şikayetçi olduğu bir durum üç ay sonra başka bir duruma evrilebilir. Bu nedenle de hastalar ya da yakınları tarafından “Herkes farklı bir şey söylüyor” diye genel bir psikiyatri eleştirisi yapılır. Fakat şunu unutmamak lazım: Biz bir ay sonra aynı insan mıyız ki her şey aynı şekilde kalsın. Çevremiz ya da belirtiler değişince tanı da bazen farklılık gösterebiliyor.
Bir başka önemli konu, DEHB’nin bazı psikiyatrik hastalıklarla ortak belirtiler göstermesi. Örneğin kaygı bozukluğu, duygudurum bozukluğu ya da madde bağımlılığı DEHB ile ortak belirtilere sahip. Dahası bu sorunların DEHB ile görülme sıklığı fazla. Eskiden madde bozukluğu ya da depresyon yakınmasıyla gelen hastada DEHB atlanabiliyordu, hastalıkla ilgili farkındalık arttıkça bu sorunların DEHB’nin bir sonucu olabileceği de göz önünde bulunduruluyor artık. Zira son 5-10 yılı çıkarırsak hastalar, DEHB için değil, depresyon, kaygı bozukluğu, madde bağımlılığı, aile sorunlarıyla geliyordu. Şimdi hem klinisyenlerin hem de hastaların farkındalığı arttı, bu sayede biraz daha erken teşhise gitmek mümkün oluyor.
DEHB’si olanlarda madde bağımlılığı riski ne kadar yüksek?
Madde kötüye kullanımı ya da bağımlılığı genel nüfusa göre iki kat daha yüksek. Nörobiyolojik faktörler, eşlik eden psikiyatrik hastalıklar ya da yenlik arama, dürtüsellik gibi davranışsal özellikler madde bağımlılığı riskini artırıyor. DEHB ve bağımlılık ilişkisine baktığımızda ben en çok şu senaryonun yaşandığını düşünüyorum: DEHB’nin belirtilerinden mustarip fakat yaşadığı zorlukların nerden kaynaklandığını bilmeyen bir kişi, bir şekilde madde kullanmaya başlıyor, ardından maddenin yakınmalarına iyi geldiğine inanıyor ve maddeyi bir tedavi aracı olarak görmeye başlıyor. Tıpkı “Sigara içmezsem okuduklarımı anlamıyorum, dikkatimi tam veremiyorum” diyen, sigaranın bilişsel kapasiteyi artırdığına inanan insanlarda olduğu gibi. Bir kere uyarıcı ilaç, kokain, LSD gibi uyarıcı madde kullanıp “Şikayetlerime iyi geliyor” dediğinde de çok kolay bağımlılık gelişiyor.
Tanı nasıl konuluyor? Çocukluk döneminde olduğu gibi dikkat testlerinin kullanım alanı var mı?
Kapsamlı bir görüşme, tanıda en önemli basamak. İnsanlar ne yazık ki devlet hastanelerinde muayene süresinin kısıtlılığı nedeniyle bu imkândan mahrum kalıyor ama hastayı bir görüşmede 45 dakika dinlemek, daha sonraki haftalarda bu seansların tekrarlaması çok önemli. Bu sayede hastanın yaşamı ile belirtileri arasındaki ilişkiyi gözden geçirme şansına sahip oluyorsunuz. Görüşmelerle beraber bir de nöropsikolojik değerlendirme testi de uygulayabilirseniz altın standarda yakın bir teşhisiniz var diyebiliriz.
DEHB nasıl tedavi ediliyor peki?
Doğru teşhis, uygun ortam ve hastayla uzlaşı başlı başına değerli adım. Hastaya, “Yaşadığınız zorluklar DEHB ile ilgili olabilir” dediğinizde birçok hasta, yılların yarattığı zorlanma, hüsranın kaynağını öğreniyor, bu bilgi bile tek başına onarıcı bir işlev görüyor. Hastayla makul bir zeminde buluştuğumuzda ilaç tedavisi ve terapi devreye giriyor. Türkiye’de var mı bilmiyorum ama Batı ülkelerinde DEHB koçluğu da bazen tedavinin bir parçası olabiliyor.
İlaç tedavisi ömür boyu mu sürüyor?
İlaç tedavisinde en sık kullandıklarımız “stimulan” grubunda yer alan kırmızı reçeteli ilaçlar. Bunlar kişiye özel hesaplanmış dozlarda veriliyor. İlaç tedavisinin ömür boyu sürmesi gerekmiyor. Zaten bir süre sonra kişi, hayatını dengeye sokacak değişiklikleri yapınca, tedavide yol kat edince hastalık eskisi kadar alevli olmayabiliyor. “İlaçlar şu kadar yıl kullanılır” gibi bir kural yok doğrusu. Uzun yıllar kullananlar olduğu gibi birkaç sene kullanıp ilaçtan istifade eden ve ilaçsız devam eden hastalar da var.
İnsanlarda ilaç alınca hastalığın kalıcı olarak tedavi olacağına ilişkin bir kanı da olabiliyor. Aslında ilaçlar çoğu zaman belirtileri ortadan kaldırmaya yönelik değil mi?
Bu eksik ve hatalı bir bakış. Tıpta hiçbir ilaç, problemi tamamen ortadan kaldırmaz. Şeker, tansiyon, kalp hastalığında da ilaç kullanınca probleminiz yüzde 100 ortadan kalkmıyor. Elbette çok az bir hastalık grubu için istisnalardan söz edebiliriz. Örneğin bakteriyel enfeksiyonlarda antibiyotik tedavisi hastalığı kökten çözebilir. Dolayısıyla herhangi bir hastalık için baştan kalıcı çözüm beklentisine girmemek lazım. DEHB’de hastalar, ilaç tedavisinden istifade eder, ilaç sayesinde yakınmalar, onları zorlamayacak seviyeye gelebilir, bu da hayat kalitesini artırır. Zaten birçok tıbbi hastalıkta da hedef budur.
Psikoterapide neler yapılıyor?
Bireysel terapiler ya da grup terapileri oluyor. Uzun süre DEHB için bireysel terapi süreçleri yürüttüm. Yakın zamanda dikkat problemi yaşayan insanların olacağı bir grup psikoterapisi sürecini de yürüteceğim. Bu zorluğu yaşayan insanların birbirlerinden de öğrenecekleri çok şey var. Psikoterapi genel olarak epey işe yarıyor bu hastalarda. Hastanın yakınmalarını birlikte gözden geçirmek, geçmiş yaşamla ilgili “Nasıl ve neden?” sorularına yanıt aramak oldukça işlevsel. Hastaların yakın ilişkilerini ve iş yaşamını değerlendirmek, organizasyon konusunda planlar yapmak, zaman kullanımı üzerine çalışmak, sebatkarlık üzerine konuşmak ve bunlarla ilgili yol haritaları çıkarmak, birlikte adımlar atmak psikoterapide yapılan diğer çalışmalar.
Batı ülkelerinde DEHB koçluğundan söz ettiniz az önce. DEHB koçu tam olarak ne yapar?
Organizasyon, zaman kullanımı, plan yapma gibi alanlarda hastaya yardımcı olabiliyorlar. Bir terapistin hastayı bu şekilde takip etmesi hem maliyetli hem de böyle profesyonel bir ekip sayısına sahip değiliz. Tabii burada altını çizmek istediğim bir konu var: DEHB koçluğu, yeterli tedavi, profesyonel destekten sonra gündeme gelebilecek bir basamak. Yoksa bir psikiyatristle henüz teması olmamış birisi için tedavi alternatifi olabilecek bir seçenek değil.
Peki kendinde ya da bir yakınında DEHB’den kuşku duyanlar hangi durumda bir psikiyatriste başvurmalı?
Kesin bir yanıt vermek zor olsa da söylenebilecek birkaç şey var. Mesela çok sık eşya kaybediyor, eşyalarınızı bir yerde unutuyorsanız, örneğin yılda 8-10 kez yeni şarj aleti almak zorunda kalıyorsanız bu durum bize bir şey söylüyor olmalı. Yine bankamatik kartınızı bankamatikte unutuyor, faturalarınızın son ödemesini, sınav tarihlerinizi, her zaman gittiğiniz yolda sapağı kaçırıyorsanız bunların birer işaret olabileceğini aklınızda bulundurun.
Bir başka önemli belirti çok sık söz kesmek. Başkasının konuşmasına çok fazla tahammül edemiyor, sürekli araya girip bir şeyler söylemek istiyorsanız ya da konuştuğunuzda cümlenizi tamamlamadan bir sonraki cümlenin planı yapıyor, bu planı yaptığınızı bile fark etmiyor, hecelerin sonunu yutuyorsanız bu durum üzerinde düşünmeniz yararlı olabilir. Tahammülsüzlük hali sadece başkasının konuşmasıyla sınırlı değil elbette. Yemekhaneye gittiğinizde herkes sakince sırasını beklerken, siz sıraya girmemek için erkenden telaşlı bir şekilde önden gidiyorsanız ya da yemek sırası beklememek için kantinde tost yemeği yeğliyorsanız, ATM’de önünüzde birkaç kişi var diye boş bir ATM bulmak için birkaç kilometre yürümeyi göze alıyorsanız yine bunun üzerinde düşünmenizde yarar var.
Genel anlamda huzursuzluk, boş duramamak, sürekli bir şeyle uğramak, daimî bir telaş hali de önemsenmeli. Fevriyseniz, örneğin bir ilişkiniz var ama bir anda ilişkiyi bitirmeye karar veriyorsunuz ya da bütçenizi zorlayacak bir alışveriş fikrini bir anda uygulamaya koyuyorsunuz, tamamlamanız gereken bir sürü iş varken aniden başka bir projeye başlıyorsunuz… Böylece yüzlerce şey sayabilirim. Bu tür sorunlar yaşamak “Sizde kesinlikle DEHB var” anlamına gelmiyor elbette ama hayatınızı zorlaştırıyorsa profesyonel bir görüş almanız, “Ben bazı alanlarda sorunlar yaşıyorum ve bunları sizinle paylaşmak istiyorum” demeniz uygun olabilir.
Son olarak, DEHB sınırları içinde olmasa da artık çok sayıda insan dikkatini sürdürememekten yakınıyor. Dikkatimizi artırmak için yapabileceğimiz şeyler var mı?
Tutkuyla, heyecanla yapacağınız şeyleri bulmaya çalışmak listenin en başında bence. Bir insanın kendini tanıması, “Ben neyi seviyorum, neler beni mutlu ediyor?” sorusuna yanıt aramaya çalışması, yanıtı bulduğunda da hayata geçirmek için çaba göstermesi çok önemli.
Sosyal medyaya ayrılan zamanı kısıtlamak yapabilecekler arasında. Bildirimleri kapatarak oradan gelecek işaretlerin dikkatinizi kesintiye uğratmamasını sağlayabilirsiniz. Ben mesela haftanın bazı günlerinde akıllı telefonu bir kenara bırakıp internet erişimi olmayan bir telefon kullanıyorum. Eğer sosyal medyada bir şey paylaşacaksanız gönderinizi çeşitli programlar aracılığıyla önceden zamanlayabilirsiniz. Yapabileceğiniz bir başka şey, uykunuza gereken önemi göstermek. Uykusuz kalmak belleği kesinlikle olumsuz etkiliyor, konsantrasyon kaybına, sinirliliğe, daha dürtüsel davranmaya neden oluyor. O nedenle ben hastalarıma, “Kaçta yatarsanız yatın, her sabah aynı saatte kalkın” önerisinde bulunuyorum. Bu sayede akşam daha makul bir saatte uyur, uykunuzun düzene girmesini kolaylaştırırsınız.