Talisca tepki gösterdi: Ben Brezilyalı değil miyim?
İşbu yazı zor bir işe girişmek için yazıldı. Hem golften bahsedecek hem de ilginizi çekecek. Başarır mı bilinmez? Ama konu önemli. Yazmadan olmaz. İçinden bolca siyaset geçen bir spor öyküsü bu. Sadece golfle sınırlı da değil.
Michael Moore’un 11 Eylül’le ilgili belgeselini izlemiş olanınız vardır. ABD’de popüler bir muhalif dilin sözcüsü olan Moore’un belki de en ‘komplocu’ belgeseliydi “Fahrenheit 9/11”. Kuleler yıkıldıktan sonraki toplumsal travma kadar bu yıkımın arkasındaki siyasi ayak oyunları ve Suudi etkisine de odaklanmıştı. Hatırlıyorum, sıkı bir hayranı olarak belgeseli seyrederken bu yaklaşımı garipsemiştim. Ama zaman onu haklı çıkarıyor olabilir. Çünkü Suudi Arabistan’ın ayak oyunları Kırkpınar’da yok.
Güreşten golfe geçelim. Konumuzun başrolünde sopa sallayanlar var. Cem Yılmaz’ın zengin sporu olmakla mimleyip parodisini yaptığı golfte neler oluyor olabilir ki konuşmaya değer? Hikaye kabaca şöyle. Profesyonel Golfçüler Birliği’nin (PGA) başında şu sıralar önemli bir dert var. Bu dert ilk olarak 2019 yılının sonbaharında zuhur etti. Hani İngiliz Premier Lig kulübünü satın alan, Cristiano Ronaldo’yu transfer eden, Fransa Bisiklet Turu’nda en güçlü takımlara sahip olan, erkek tenisine reddedemeyeceği bir teklif yapmaya hazırlanan, motor sporlarının temel sponsorlarından olan Suudi Arabistan var ya, golf dünyasına büyük bir çomak soktu. Dünyadaki iki büyük (ve birbiriyle organik bağı olan) golf organizasyonuna şirk koştular ve yeni bir yapılanmaya giriştiler. PGA European Tour kıyameti kopardı. Başlarında eski bir golf yöneticisi vardı ve böyle bir girişim affedilemezdi.
Onlar affetmeyedursun, teklif öyle büyüktü ki bir anda ortalık toz duman oldu. Dünyanın en iyi golfçülerinden dördü, ilk yüze giren isimlerden ise 16’sı yeni kurulan LIV Golf’e geçti. PGA cezalar yağdırdı, bir daha geri dönemeyeceklerini duyurdu falan filan. Ama sonra ne oldu? Mangalda kül bırakmayan PGA CEO’su 1,5 ay önce çıktı dedi ki LIV Golf’le iş birliği yapabiliriz. Çünkü para öyle böyle değil. Ve herkesin bir fiyatı olabilir.
Suudilerin tek girişimi golf değil tabii ki. 2030 yılını hedef koydular ve önlerine gelen ne kadar organizasyon varsa almaya çalışıyorlar. Kim var peki bu hareketin arkasında. Cemal Kaşıkçı cinayetinden iyi tanıdığımız Muhammed Bin Salman. Kendisi 2015’ten beri ortaya koyduğu bir perspektifle sporu kullanıyor. Suudi Arabistan’ın uluslararası çekim merkezi haline gelmesi için sömürmediği, aklını çekmediği organizasyon neredeyse yok. En son Kadınlar Dünya Kupası’nın ana sponsoru da oluyorlardı ama öyle bir tepki geldi ki FIFA geri adım atmak zorunda kaldı. Yeri gelmişken ortada dönen parayı da söyleyelim. Suudi Arabistan Yatırım Bakanlığı’nın açıklamasına göre önümüzdeki yedi sene içinde spora 2030’a kadar 3,3 trilyon dolar kümülatif yatırım yapmayı planlıyorlar. Bu ABD ve Çin hariç diğer bütün ülkelerin yıllık bütçesinden fazla.
Peki golfü özgün kılan ne? Suudi Arabistan, ilk olarak Nazilerin başlattığı, şu sıralar da çok yaygınlaşan ‘Sportswashing’ kavramının mucidi değil. Katar bunu gözümüzün önünde çok daha önce başlattı. Futbol zaten Ortadoğu, Rus ve Doğu Asya balonlarına teslim edilmek üzere. Üstelik kimse buna öyle yüksek ses de çıkarmıyor. Newcastle United takır takır oynuyor. Trump LIV Golf’ün organizasyonlarında defalarca sopa sallıyor. Eee?!..
Golfü özgün kılan şey bazı sporcuların tepkisi. Henüz gıkı çıkmayan ve belki de tarihi fırsatı kaçıran Tiger Woods’tan sonra bu sporun en büyük yıldızı Rory McIlroy çok net konuştu mesela. “Daha fazla para kazanmak için birilerinin propagandasına alet olmayacağım” diyebildi. Başka golfçülerin de sesi çıktı. Hatta o kadar yüksek çıktı ki, Suudilerin golfün sahibi olması projesi şimdilik rafa kalktı.
Tam da bu nedenle golf işbu yazının assolisti işte. Sonuçta bu işin asli unsurları, siyasi literatürle söylersek, özneleri çıktılar, dediler olmaz. Bu iş sadece parayla yürümez. Golf sporunun muhalefetin öncüsü olamayacağını ben de biliyorum. Ama anlı şanlı futbolcular kariyerlerine, saygınlıklarına bakmaksızın, tek laf etmeden paranın peşinde koşarlarken bu davranışın bir takdiri hak ettiği ortada. İş nereye gider bilinmez. Ama sporcuların artık haysiyetlerini de bir yatırım aracı olarak görmemelerinin zamanı gelmedi mi? Hangi spor olursa olsun, en üst düzey isimler artık akıl almaz paralar kazanıyorlar. Haysiyetlerini feda etmelerine gerek olmayacak kadar büyük rakamlar bunlar. O yüzden artık ses çıkarmanın vakti geldi geçiyor. Aksi takdirde birileri oyuncaklarını elinden alacak ve bir şeylere dur demek için çok geç olacak.
Bakın Gary Lineker’e. BBC’nin en çok maaş verdiği adam neredeyse kurumu alt üst ediyordu. Onu da sonra anlatalım artık.