‘Àjàyí’nin Yolculuğu’: Uzun bir koşu…
10Haber'deki ilk yazımda Akdeniz polisiye edebiyatının en önemli iki temsilcisinden birisi olan Petras Markaris’e yer vermiştim. Bu kez diğeri var sırada; geçtiğimiz günlerde yayımlanan ‘Tindari Gezisi’ romanı vesilesiyle Andrea Camilleri...
‘Komiser Montalbano’ serisinin beşinci kitabı olan ‘Tindari Gezisi’nde yine Sicilya Adası’na özgü suçları, yozlaşmış kurumları ve yerleşik düzenin sürüp gitmesine kayıtsız kalan toplumsal zihniyeti teşhir ediyor.
2000 yılında yayımlanan ‘Tindari Gezisi’, Montalbano’nun rüyasını bölen bir telefon ile başlıyor. Vigata’da işlenen bir cinayetin haberidir Montalbano’yu uyandıran. Ekibi ile birlikte cinayet mahalline gelir ama Montalbano’nun kifayetsiz amiri Luca Bonetti-Alderighi, dosyayı onlara bırakmaktan yana değildir. Neyse ki soruşturma için düşünülen ünlü Komiser Gribaudo’nun hastalığı, vakayı yeniden Montalbano’nun almasını sağlayacaktır.
Bu girişin hikayenin bundan sonrasına aslında hiçbir etkisi yok ama gerek Montalbano’nun rüyasında gördükleri gerek soruşturma dosyası üzerinde dönen dolaplar, Andrea Camilleri’nin genelde İtalya, özelde Sicilya gerçeğine yaklaşımını göstermesi bakımından önemli.
Evinin önünde öldürülen ‘Nenè olarak bilinen Sanfilippo’, 21 yaşında, kazancından çok daha fazlasını harcadığı -oturduğu evden, eşyalarından, arabalarından ve banka hesaplarından- anlaşılan yakışıklı bir genç.
Soruşturmacıların görgü tanıklarının ifadelerini aldığı sıralarda anne ve babasının kayıp olduğunu bildiren bir adam geliyor karakola. Kayıp yaşlı çiftin öldürülen gençle aynı apartmanda oturması iki vaka arasında bir bağlantı olabileceği şüphesi uyandırıyor. Ve bir başka şüpheli durum Vitara’nın tanınmış bir mafya babasının, Montalbano ile görüşme talebi ile çıkıyor ortaya.
Zeytin ağacının dalları
Soruşturma ilerledikçe Nene cinayetinin yasak bir aşk ilişkisinden kaynaklandığına dair ipuçları elde ediyorlar ama Montalbano içgüdüsel olarak Nenè Sanfilippo’nun öldürülmesinin arkasında büyük bir şey olması gerektiğini hissediyor. Bağlantıları birleştirmek zorunda. Zihninin işleyişini -Montalbano ile Vitara rasındaki organik bağı sergileyecek şekilde- devasa bir Sarazen zeytin ağacının birbirine dolaşmış dallarına benzetmiş Camilleri.
Montalbano, “Gizemli bir şekilde bu dolaşıklığın, eğilip bükülmenin, örtüşmenin, kısacası dalların labirentinin, kafasının içinde olup bitenleri, iç içe geçmiş hipotezleri ve biriken konuları taklit edercesine yansıttığını keşfetmişti. Ve herhangi bir varsayım ona önce oldukça pervasız ve riskli göründüğünde kafasındaki o düşünceden daha da çılgınca bir yol izleyen dalın görüntüsü onu rahatlatır ve devam edebilmesini sağlardı” ve olayları birer birer aydınlatarak yoluna devam ediyor Montalbano…
‘Giallo’ geleneği
Andrea Camilleri, İtalyan polisiyelerinin dünyaca tanınmasına katkıda bulunmuş bir yazardı ama bu yolda yalnız değildi; böyle bir zirveye İtalyan polisiye edebiyat geleneğinin, özellikle de siyasi polisiye yazarlarının mirasçısı olarak tırmanmıştı.
Söz konusu mirası ilk eserlerini 1850’lerde vermeye başlayan Francesco Mastriani ve Emilio De Marchi gibi yazarlara kadar uzatmak mümkün. Ancak polisiye türün gelişimi 1930’lu yıllarda Amerikan ve İngiliz polisiyelerinden esinlenen ‘pulp’ tarzı kitaplarla başladı. Sarı kapakları nedeniyle ‘giallo’ yani ‘sarı’ olarak adlandırılan bu türden neşriyat, ilerleyen yıllarda sinemaya da sıçradı ve İtalyan suç-gerilim tarzının genel adı haline geldi. 1930’lu yıllarda büyük bir pazar yakalayan ve kitleselleşen giallo romanları 1941’de Faşist hükümet tarafından ‘vatansever olmadıkları’ gerekçesiyle yasaklanacaktı.
2. Dünya Savaşı’nın ardından üretim yeniden başladı. Yeni temalarla zenginleşen giallo romanlarının asıl yükselişi 1950’lerin sonlarında oldu. İtalya’nın pek çok gözde yazarının bu türe el atmasıyla birlikte içeriği kadar biçimi de yenilendi.
En önemli ve üretken yazarlardan birisi olan Carlo Emilio Gadda ise siyasi meseleleri suçun konusu haline getirerek kendisinden sonraki yazarları derinden etkileyecekti. Öyle ki 70’li yılarda türün popülerliği artmakla kalmadı; bu türden romanlar İtalya’nın kirli gerçeklerini yansıtmadaki cesaretleri ile toplumsal değişimde önemli bir rol üstlendiler – belki de ‘temiz eller operasyonuna’ ilham verecek kadar…
Söz konusu dönemin öne çıkan yazarı -hiç şüphesiz- romanları, senaryoları ve makaleleri ile Leonardo Sciascia’dır. Sicilyalı’dır Sciascia, romanlarında Sicilya toplumsal hayatına mafya kültürünün yaptığı etkiyi, siyasi ahlaksızlıkları, toplumsal yozlaşmayı işlerken olumlu kahramanlara ya da okuyucuyu rahatlatacak sonlara yer vermez. Göstermek istediği polisin, mafyözlerin ve siyasetçilerin içi çe geçtiği bir ülkede adaleti sağlamanın mümkün olamayacağıdır.
Sciascia gibi Sicilya’da yetişen, adanın törelerini ve mafya kültürünü yakından tanıyan Andrea Camilleri, ustasının izinden giderek siyasetçiler, çeteler ve bürokrasi arasındaki örtüşmeyi hedef almıştı. Türkçede ilk kez 2000 yılında ‘Montalbano ile Bir Ay’ adlı kitaptaki 30 kısa hikaye ile tanışmıştık Andrea Camilleri ve kahramanı Komiser Montalbano ile.
Sicilya’ya özgü tuhaf ve biraz da komik olayları Sicilyalılara özgü mantığı, pragmatizmi ve hoş görüşüyle çözümleyen Camilleri, ustası Leonardo Sciasca, hatta ünlü İtalyan yazar Luigi Pirandelo kadar Sicilyalıydı.
Sonaki yıllarda ‘Kırmızı Balık Cinayeti’, ‘At Hamlesi’, ‘Ünvansız Maktul’ ve Komiser Montalbano serisinin ilk dört macerasını okuma fırsatını bulduk. Gerek Montalbano serisinde gerek siyasi tarihin kriminal vakalarına el attığı romanlarında Camilleri’nin seçtiği mekan her zaman Sicilya’ydı, anlattığı mesele Sicilya’nın, Sicilyalılar’ın döngüsel kaderiydi.
Feodal ilişkilerin tümden tasfiye edilemediği, mafyanın neredeyse yasal bir güç sayıldığı İtalya’nın bu en geri kalmış bölgesinde yaşanan ‘gündelik’ olayların en iyi karşılığını polisiye kurguda bulabileceğini bir kez daha kanıtlamıştı.
Suçlardan, cinayetlerden söz ederken Montalbano polisiyelerindeki cinayetlerin ürkütücü bir yanı olmadığını eklemek gerekir. İnsanları rastgele ve vahşice insan öldüren seri katillere, şiddet dolu soygunculara ya da beynin gri hücreleriyle çözümlenecek sofistike cinayetlere yer yoktur.
Alışılageldik polisiyelerdekilere benzer çözümler de sunulmaz. Suç doğal bir akışın ürünüdür. Yasalar gevşek, yasaları uygulayanların yasaları çiğnemeleri gelenekseldir. Camilleri, böyle bir tablo çizerken güçlü bir mekan duygusu uyandırır. Yazdıkları tam da Akdeniz’e özgü suç romanlarıdır. Sicilya’nın her toplumsal kesitinden, her meslekten, yaşlı, genç, kadın, erkek, pek çok tip çizen yazar, klasik polisiyelerin aksine, dış mekanları, bu hayali Sicilya kasabasının sokaklarını, evlerini son derece canlı bir biçimde canlandırırken okuyucuya güneşin sıcaklığını, Sicilya mutfağının lezzetini hissettirir.
‘Komiser Montalbano’ polisiyelerinin en çekici yanının, pek çok polisiye dizisindeki gibi dizinin kahramanı ve olayların çözümleyicisi olan detektif karakteri olması şaşırtıcı değil. Ancak suçun yapısından ziyade Komiser Salvo Montalbano’nun soruşturmasına odaklanan bu dizinin kahramanı gerçekten de çok özel bir karakter.
Komik, alaycı, kah duygusal kah aksi, dürüst ama Sicilya’da işleri yürütmek için çeşitli entrikalar da çeviren bir tip. Aldığı dosyaları ne pahasına olursa olsun nihayetine erdiriyor ama görev aşkıyla, yasalara duyduğu saygıyla yapmıyor bunu. Montalbano gerçeği, ama insani gerçeği ortaya çıkarmanın peşinde. Sicilya hayatına sinmiş kriminal kültür ‘Montalbano Polisiyeleri’nin ana temasını oluşturuyor. Suçlar ve cinayetler o toprakların yüzlerce yıllık siyasi/toplumsal/ekonomik yükünü taşıyor. Camilleri ve kahramanı Montalbano işte o tarihin peşindeler…
Andrea Camilleri 1925’te, Sicilya’nın Porto Empedocle kasabasında doğmuştu. 1944’te Edebiyat Fakültesi’ne girdi ve ilk şiirlerini ve hikayelerini öğrencilik yılarında yazdı. O dönemde İtalyan Komünist Partisine de katılmıştı. Okulu bitirdikten sonra sahne ve film yönetmenliği eğitimi aldı ve yönetmen ve senarist olarak çalışmaya başladı.
Bir yandan da ilk romanını hazırlıyordu. Ne var ki başvurduğu 14 yayınevi tarafından geri çevrilen romanı, bir başka Sicilyalı yazarın, siyasi polisiyelerin büyük ustalarından Leonardo Sciascia’nın desteğiyle yayımlanabilecekti. Hayal kırıklığına uğrayan Camilleri 12 yıl uzak kaldı edebiyattan ama dönüşü muhteşem oldu; 1992’de yayımlanan ‘La Stagione della Caccia’ (Av Mevsimi) en çok satanlar listesine girdi.
1994 yılında kaleme aldığı ilk Montalbano polsiyesi ‘Suyun Şekli” ise bir efsanenin başlangıcıydı. Bundan böyle Camilleri ve Montalbano isimleri birlikte anılacaktı. ‘Montalbano Polisiyeleri’ öyle bir popülerlik kazandı ki, 2003’te Camilleri’nin doğduğu Porto Empedocle kasabası Montalbano serisindeki hayali kasaba -Vigàta’nın- ismini almak için başvuruda bulunacaktı. Kitapları 10 milyondan fazla satış rakamına ulaşan Camilleri, hayata veda ettiği 2019 yılına dek Roma’daki Silvio d’Amico Drama Sanatı Akademisi’nde ders vermeyi sürdürmüştü.