Rauf Orbay, 1918 sonunda işgal altındaki İstanbul’da Mustafa Kemal’le en sık görüşen isimlerden biriydi. Milli mücadele başlatılması gerektiğine Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir gibi o da inanıyordu, işgalci güçlere yaranmaya çalışmanın ve bu yolla ‘vatam kurtarma’nın mümkün olmadığını görenlerdendi.
Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı günlerde o da Bandırma üzerinden Batı Anadolu’ya geçti. Yunan işgali altındaki bölgeler dahil bir dizi temasın ardından Amasya’da Mustafa Kemal’le buluştu, meşhur Amasya Genelgesi’ni imzaladı. Erzurum Kongresinde de, Sivas Kongresinde de önemli rollerdeydi, İstanbul hükümetini seçimleri yapmaya mecbur eden ekipteydi.
Sonra Meclisi Mebusan seçiminde milletvekili oldu ve İstanbul’a gitti. Sivas’ta şekillenen Misak-ı Milli’nin bu Meclis’te kabul edilmesinde önemli rol oynadı. Ardından İngilizler tarafından tutuklanıp Malta adasına sürgüne gönderildi. Anadolu’da tutuklanan İngiliz yüzbaşı Rawlinson’la değiş tokuş sırasında serbest kaldı ve Ankara’ya geldi. Önce Nafıa Vekili oldu, ardından Meclis İkinci Başkanı ve sonra da Başbakan. Bu görevini Lozan Antlaşmasının imzalanmasına kadar sürdürdü, sonra İsmet Paşa ile arasındaki anlaşmazlıkları gerekçe göstererek istifa etti.
Cumhuriyet’in ilanı sonrası bu değişiklikle ilgili eleştirel bir demeç verince CHP içinde ciddi biçimde sorguya çekildi, giderek partiden uzaklaştı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucularından oldu. İzmir Suikastı davasında idamla yargılandı, 10 yıla mahkum edildi ama yurt dışında olduğu için hiç hapse girmedi. Son çıkan af kanunlarıyla affedildi, yurda dönüp yeniden milletvekili oldu, Türkiye’nin Londra Büyükelçiliğini yaptı. 1964 yılında öldü.
Mustafa Kemal, 1927 yılında okuduğu Nutuk’unda çok yerde Rauf Orbay’dan bir hayli ağır kelimelerle söz ediyor. Mustafa Kemal, Rauf Orbay’ın Anadolu’ya geçip yaptığı temasları küçümsüyor, ona İstanbul’a gitme dediğini söylüyor. Malta dönüşü 1922 yılı Temmuz ayında Rauf Orbay’ın başbakan olmasını şöyle yazıyor:
Muhalif grup, bundan sonra saldırıya geçti. Rauf Bey’i Bakanlar Kurulu Başkanlığı’na getirmeye çalıştı. Bunda başarı da sağladı. Muhaliflerin gizli niyetlerini anlıyordum. Bununla birlikte Rauf Bey’i yanıma davet ettim. Meclis’teki çoğunluğun kendisini Bakanlar Kurulu Başkanı olarak seçme eğiliminde olduğunu, bunun bence de uygun görüldüğünü söyledim. Rauf Bey, kararsız bir tavır takındı. “Bakanlar Kurulu Başkanlığı‘nın bir görevi yoktur” dedi. Rauf Bey demek istiyordu ki, Büyük Millet Meclisi’nin Başkanı, Bakanlar Kurulu’nun da doğal başkanıdır. Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararlar onun tarafından onaylanmadıkça yürürlüğe girmez. Buna göre, Bakanlar Kurulu Başkanı‘nın bir yetkisi ve serbestliği yoktur. Gerçekten de, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu gereğince durum böyleydi. Bununla birlikte, sonunda Bakanlar Kurulu Başkanlığı‘nı kabul etti. Rauf Bey, 12 Temmuz 1922 tarihinden 4 Ağustos 1923 tarihine kadar bu görevde kaldı.
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal daha ilk günden Rauf Orbay’ın kendisine muhalif olduğunu, muhalif grupların temsilcisi olduğunu düşünüyor. Nutuk boyunca Ruf Orbay’ın adı hep bu şekilde anılıyor. Bir örnek daha aktaralım:
Rauf Beylerin, Vehip Paşaların, Çerkez Ethem ve Reşitlerin, bütün yüzelliliklerin1, kaldırılmış Hilâfet ve Saltanat hanedanı mensuplarının, bütün Türkiye düşmanlarının, elele vererek aleyhimizde durmadan ateşli bir şekilde çalışıp uğraşmaları din gayretiyle midir? Sınırlarımıza bitişik merkezlerde yuvalanarak, hâlâ Türkiye’yi yok etmek için “Mukaddes İhtilâl” adı altında haydut çeteleri, suikast tertipleriyle çılgınca aleyhimizde çalışanların maksatları gerçekten mukaddes midir? Buna inanmak için, gerçekten kara cahil ve koyu bir gafil olmak gerekir.
Nutuk’tan böyle sayısız örnek vermek mümkün. Atatürk’ün ölümünden sonra Rauf Orbay’a iadei itibar etmek isteyen, 2. Dünya Savaşı yıllarında onu Londra’ya Büyükelçi olarak gönderen İsmet Paşa da aslında Rauf Bey hakkında Mustafa Kemal’den çok farklı düşünmüyor. İsmet İnönü hatıralarını Rauf Orbay’ın ölümünden sonra yayınladığı halde sözlerini hiç yumuşatmamış:
Şimdi burada, Rauf Bey’in Atatürk’ten uzaklaşması ve ihtilafa düşmesi meselesi ortaya çıkıyor. Bence Rauf Bey ile Atatürk arasında olan ihtilaf iki sebepten geliyordu. Birincisi, reformlardan. Atatürk’ün yapmakta olduğu reformları, Rauf Bey, kendisinin hazmedemeyeceği ölçüde kanaatinin dışında görüyordu. Bunlar söylenir söylenmez veya tatbike konulup meydana çıkar çıkmaz. Rauf Bey üzerindeki tesirleri ağır oluyordu. İkincisi; önde bulunmuş birinci derecede hizmet etmiş bir insan olarak, iktidarda bulunduğu zaman da bulunmadığı zaman da yapılacak işlerden kendisi ve arkadaşları haberdar olsunlar ve bunlar üzerinde müzakere edilsin, tarzında bir usulü iltizam etmesidir. Bütün ihtilaf buradan çıktı zannediyorum.
Herkes, kendisini hak sahibi görebilir ve görmelidir. Ama, milletin her ferdi devletin her meselesinde hak sahibidir. Ancak, o hakkın kullanılması şekli birtakım usullere ve vazife yerlerine bağlıdır.
Gerek Rauf Bey, gerek diğer arkadaşlar, Atatürk’ü, neler yapacağı bilinmeyen bir insan olarak kabul ediyorlar. Başından beri böyle tanımışlar ve bunun için ondan korkarlardı. Onu frenleyecek ve nihayete kadar bu hususta emniyet verecek tek çareyi, ne yapacaksa yapmadan evvel kendilerinin muvafakatini almasında görüyorlar. Kendileri ne vaziyette bulunurlarsa, bulunsunlar böyle olmasını istiyorlardı.
Peki bütün bu eleştirilere ve tartışmalara Rauf Orbay ne diyordu? Bir notu burada mutlaka belirtmek gerekiyor: Rauf Orbay pek az konuştu ve yazdı, hatıralarını Feridun Kandemir’in zorlamasıyla yazıp yayınlamış ve bu arada Atatürk aleyhinde hiçbir zaman tek bir kelime bile söylememiş bir isim.
Bakın hatıralarının bir yerinde Kandemir’e şöyle söylüyor:
Vatanın kurtulamayacak bir inkıraz felâketine uğradığı günlerde, o ümitsiz, kasvetli hava içinde, mümkün olabilenin yapılması çarelerini ararken, ancak eskiden beri her türlü vasıflarını, meziyetlerini yakından bildiğim Mustafa Kemal’in etrafında toplanmak suretile bir şeyler yapılabileceğine inanarak, ona bağlandım. Bu bağlılığı sonuna kadar, her şeye rağmen, millî bir vazife sayıp, tam bir işbirliği ile muhafaza ettim.
Mustafa Kemal’in iki değerli silâh arkadaşından başka, kimsenin böyle düşünüp, böyle davranmadığı bir zamanda, benim yaptığım işte bundan ibarettir. Yaptığımı inanarak yaptım. İnancımda aldanmadığımı da hamd olsun gördüm. Mustafa Kemal olmasaydı, bu memleket böylesine bir kurtuluşa zor mazhar olurdu. Milletlerin müşkül zamanlarında dört gözle aradıkları ve çok defalar da bulamamak talihsizliğine uğradıkları (Halâskâr-kurtarıcı) dediğimiz müstesna şahsiyetin bütün vasıflarına malik bir baş olarak, her şeyi yapan O’dur. Fakat bu arada, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşaların da candan yardımını asla unutmamak lâzımdır.
Peki acaba Rauf Orbay, Atatürk’ün Nutuk’ta söyledikleri için ne düşünüyordu? Orbay’ın cevabı şöyle:
Büyük adamların siyasî konuşmalarında ve yazılarında kendileri yoktur. Siyasî anlayışlarının müdafaası vardır. Belki o günkü siyasî hava öyle icap ettirmiştir.
Rauf Orbay, bu düşüncesini kanıtlamak için olacak, kitabına Atatürk tarafından kendisine imzalanıp verilen bir fotoğrafı da koymuş. Fotoğrafın üzerine Atatürk, Rauf Orbay’a hitaben ‘Benim Türkiye’yi kurtarmakta hakiki yardımcım ve müzahirim kardeşim’ diye yazıp imzalamış.