En uzun haftayı geride bırakmak üzereyiz. Paris Moda Haftası dokuz gün sürdü, 25 Eylül – 3 Ekim arasında 70’i aşkın koleksiyon kentin değişik yerlerinde gösterildi. Burası modanın birinci ligi.
Defilelere, resmi organizasyona dahil olmadan koleksiyonlarını bir mekan kiralayıp sunan firmalar, aksesuar, kozmetik ya da hızlı moda (fast fashion) markalarının verdiği davetler ve defile sonrası partilerini de katarsanız tam bir moda maratonuna dönüşüyor bu dönem.
Hafta için organizasyonlar aylar öncesinden başlıyor. Sadece ön sırada oturacak ünlülerin kimler olacağı bile aylarca moda evi ile menajerler arasında pazarlık konusu oluyor.
Bu konuyla ilgilenenlere iyi bir belgesel önerim de var. Chanel haute couture defilesinin tüm hazırlık aşamalarını anlatan 7 Days Out. Çok pırıltılı görünen moda dünyasının arka planında nasıl bir emek ve iş disiplini yattığını gösteren bir film. Filmin bir yerinde Karl Lagerfeld’in iş yükünü kastederek ‘ben işçi sınıfındanım’ demesini unutmak mümkün değil.
Marni defilesine bağlayalım konuyu. Defile saray benzeri bir özel mülkte gerçekleştirdi. Zamanında işçi (!) Karl Lagerfeld’e ait olduğunu öğreniyoruz. Lagerfeld’in moda üzerindeki etkisini ölümünün dördüncü senesinde hala hissediyoruz. Ve daha Chanel defilesini bile izlemedik!
Tasarımcı Francesco Risso imzasını taşıyan Marni koleksiyonu, çizgili ve ekose ketenler, dahiyane renk paleti, bohem ve eksantrik bir stil gibi Marni klasiklerini barındırıyordu. Onun ötesinde volümlü etekler, oversize ceketler, süper slim elbiseler ve 3 boyutlu çiçeklerle bezeli parçalar koleksiyonun yenilikçi detaylardı.
Saint Laurent’in koleksiyonu modellerdeki deri pilot başlıklarından anlaşılacağı üzere havacılık temalıydı. Kreatif direktör Anthony Vacarello harikalar yaratıyor son birkaç sezondur. Açılışı ekru bir tulumla yaptı. Ardından kargo pantolonlar, işçi ceketleri gibi parçalarla çok maskülen kıyafetlere altın takılar, kırmızı ruj ve deri eldivenler gibi feminen detaylar eşlik etti.
Maria Grazia Chiuri Dior defilesini her zamanki feminist yaklaşımıyla tasarlamıştı. Ağırlığı siyah olan koleksiyona sanatçı Elena Bellatoni’nin video yerleştirmeleri eşliketti. ‘My Body Is Not A Product’ (Bedenim bir ürün değildir) ve ‘I Am Not Your Doll’ (Senin bebeğin değilim) gibi çarpıcı sloganlar pembe ve sarı dev arka fonlarda dönüp durdu.
Gerçekten çok etkileyici şovlar izliyoruz Dior’da. Ancak bazen kıyafetlerin önüne geçtiğini düşünüyorum. Özellikle de dekor olarak kullanılan unsurlar hareketli olunca.
Koleksiyonda birçok büyük markada olduğu gibi farklı karakterde kıyafetler vardı. Örneğin kemik müşteriye hitap eden beli kemerli ceketler bir Dior klasiği. Asimetrinin ön planda olduğu örneğin tek omzun açıkta olduğu look’lar bence daha “şık, yetişkin kadın” tarzı idi. Ön sıradaki ünlüler içinde ‘Wednesday’ dizisinin oyuncusu Jenna Ortega olması tesadüf değildi. Koleksiyonun ana yeniliği isyankar, bohem look’lar, deri ceket, dantel elbise kombinasyonları ve botlar sanki Wednesday Addams gardırobu için tasarlanmıştı.
Jonathan Anderson Londra’daki kendi adını taşıyan defileden sonra bu kez de Paris’te Loewe ile karşımızda. Loewe son yıllarda nasıl da bir deri firması olmaktan çıktı. Üst üste unutulmaz defileler izliyoruz. Bu kez çok gündelik kıyafetlerle oynamıştı Anderson. Dev triko kaplar, aşırı yüksek belli pantolonlar, düz ayakkabılar, denim, beyaz gömlek…
Haftanın devamında Chanel, Balenciaga, Louis Vuitton gibi ağır toplar var. Onları da gelecek yazıda inceleyelim.