Cumhuriyet ve tiyatro: Sahnede sanatın ve özgürlüğün peşinde 100 yıl
Cumhuriyet'in 100. yaşını döneme tanıklık etmiş, gerektiğinde cephede mücadele ederek gerektiğinde satırlarıyla anlatarak savunan yazarlar ve eserlerini hatırlayarak kutluyoruz.
Cumhuriyet’in 100. yaşını döneme tanıklık etmiş, gerektiğinde cephede mücadele ederek gerektiğinde satırlarıyla anlatarak savunan yazarlar ve eserlerini hatırlayarak kutluyoruz.
Cumhuriyet’in kuruluşunun en yakın şahitlerinden biri Türk edebiyatının en önemli kalemlerinden Halide Edip Adıvar. Milli Mücadele’ye bizzat katıldı, Anadolu’ya gitti, idama mahkum edildi, cephede görev aldı, sürgüne gitti… Cumhuriyet’i kutlarken anılacak en önemli eserlerden biri de Handan’da aşkı ve kadın özgürlüğünü sayıklamalarla dile getirdiği, bir toplumun, bir ulusun yeniden varoluş mücadelesini anlattığı ‘Ateşten Gömlek.’
Kemal Tahir’in 1965 yılında yayınlanan ‘Yorgun Savaşçı’ romanı, 1919 ve 1920 yıllarında İstanbul’daki örgütlenmeleri ve Anadolu direnişini anlattığı kurgusuyla Cumhuriyet’in kuruluşuna giden sürecin romanı olarak tanımlanır. Tüm bu süreç yüzbaşı Cemil’in hikâyesi üzerinden anlatılıyor. Tahir ‘Yorgun Savaşçı’ romanıyla 1967-1968 Yunus Nadi Roman Armağanı’na değer görülmüştü.
Söz konusu milli mücadele olduğunda listeyi bir Halide Edib Adıvar romanıyla kısıtlamak olmaz. ‘Vurun Kahpeye’ ailesini genç yaşta kaybetmiş, Anadolu’da öğretmenlik yapan Aliye’nin hikayesi üzerinden milli mücadele dönemini anlatıyor. Yunan işgalinin yaşandığı dönemde Aliye birden fazla cephede, birden fazla düşmanla savaşmak zorunda kalıyor.
Takvimler 1920’yi gösteriyor. ‘Reis Paşa’ Anadolu’da, direniş her yerde. Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Halide Edip, Yunus Nadi… Makbule Hanım, Zübeyde Hanım, Fikriye… Dönemin tüm kahramanlarını takip eden ve atmosferi birebir aktaran bir roman var karşımızda.
Nazım Hikmet’ten Kurtuluş Savaşı’nın tüm kahramanlarına ses veren bir eser. Destanın kahramanı halktır, köylülerdir. Her türlü imkansızlığa rağmen bağımsız mücadelesinden vazgeçmezler, sonucunda zafere de ulaşırlar. Nazım Hikmet ‘Kuvayi Milliye’yi 1939’da yazmaya başlar, 1941’de bitirir. Bu ölümsüz destan tiyatro sahnesinde de izleyicilerin karşısına çıktı.
Mithat Cemal Kuntay imparatorluk dağılırken değişen hayatların yeni yapılar karşısındaki direnç ve zaaflarını en üst düzey bürokratlardan başlayarak toplumun her kesiminden örneklerle kuşatıcı bir şekilde, büyük bir ustalıkla anlatıyor. Adnan karakteri üzerinden İstanbul’daki üç döneme konuk oluyoruz. II. Abdülhamit’in istibdat döneminde (1878-1908) başlayan roman Ankara Hükümeti’nin kurulduğu yıllara kadar uzanıyor. Bahsi geçen üç İstanbul ise 20 yaşında tanıştığımız Adnan’ın 50 yaşına kadarki yaşamını ve şu dönemleri kapsıyor: Abdülhamit dönemi İstanbulu, İttihat ve Terakki dönemi İstanbulu ve milli mücadeleyle önemini kaybeden İstanbulu.
Milli Mücadele Dönemi romanları arasında ilk sıralarda yer alan Yaban Birinci Dünya Savaşı’ndan Sakarya Meydan Muharebesi’nin sonuna kadar geçen süreci anlatıyor. Milli mücadele sırasında Orta Anadolu’da bir köydeyiz. Köyün, köylülerin, ülkenin durumu romanın atmosferini oluşturuyor. Bu köyün bir de aydını var, Ahmet Celal. Aydın – köylü çatışmasını merkeze alan eserde Ahmet Celal ” Kendini kurtarıcı olarak gören, halkı eğitmeyi (ya da adam etmeyi) görev edinmiş, kafasında yarattığı gerçekle yaşanan gerçeğin çatışması sonucu “yaban”laşan tipik aydın” olarak tanımlanıyor. Bir yandan bu çatışmayı izlerken bir yandan da kurtuluş mücadelesine farklı bir perspektiften bakışa davet ediliyoruz.
Yesâri Âsım Arsoy’un o meşhur şarkısını bilirsiniz: “Biz Çamlıca’nın üç gülüyüz, Aşk bahçesinin bülbülüyüz, Dillerde gezer söyleniriz, Gamsız yaşarız eğleniriz…”
Peki bu üç kız kardeşin gizli kalmış heyecan dolu yaşamları ve aşkları? Topuz romanında Milli Mücadele yıllarında İstanbul’daki gizli direniş örgütleriyle işbirliği yapmış, İngiliz ve Fransızlardan önemli bilgiler sızdırarak düşman kontrolünde bulunan silah depolarının boşaltılıp Anadolu’ ya silah sevk edilmesinde görev alarak direnişe büyük katkıda bulunmuş kız kardeşlerin hikayesine ışık tutuyor. Topuz bu romanında da her zaman izlediği yoldan gidiyor, anılar ve belgelerle Kurtuluş Savaşı’nın çok az değinilen kahramanlarını anlatıyor.
Tarık Buğra’nın kendi deyişiyle Küçük Ağa, destanlara yakışır bir konuyu ele almasına rağmen, destan değil gerçekliği anlatan bir romandır.
Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü, heybetini kaybetmeye başlamış, isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür. Olaylar Akşehir’in bir kasabasında başlar. Milli mücadelenin bir bölümünü anlatan roman padişahın açtığı sancağın altında savaşılacağı bilgi ve inancıyla yaşamış taşra insanlarının, halife-padişah çağrısının yokluğunda ve işgal haberleri yayılırken yaşadıkları ikilemlerin, açmaz ve iç çalkantıların, kendileri ve kaderlerine sahip çıkma hakkında yeniden düşünmek zorunda kalışlarının hikâyesidir.
İstanbullu bir paşa kızı Zinnur ile Urfalı köklü bir ailenin oğlu İbrahim’in büyük aşkı… İbrahim nişanlı olsa da bu engeller aşılır, nişanlanırlar. Milli Mücadele yıllarıdır, memleketin her yeri işgal edilmiştir. İbrahim, anne ve babasının baskısıyla Urfa’ya döner. Nişanlısının yolunu gözleyen Zinnur, aldığı bir mektupla İbrahim’e sonsuza dek veda etmek zorunda kalır. Halide Nusret’in hayatından izler taşıyan bu roman Milli Mücadele’nin Anadolu’da ve İstanbul’da yaptığı değişimleri, Urfa’nın kültürel dünyasını, Halide Nusret’in bakış açısıyla anlatıyor.
Cumhuriyet’i anlatan romanların arasına bir de Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk portresi bırakalım. Modern Türkiye tarihini ve Atatürk’ü ele alan kapsamlı çalışmalardan biri Klaus Kreiser imzalı ‘Atatürk’. Dilek Zaptçıoğlu çevirisiyle yayınlanan kitap “hamasi övgücülükten de, muhalif anlatıların keskinliğinden de uzak bir biyografi” iddiasıyla uzun yıllardır büyük ilgi görüyor. Kreiser’ın kendi ifadesiyle asıl amacı Mustafa Kemal’i tarihsel bağlamı içinde anlatmak. Bu iddiasını neticelendirmek için Mustafa Kemal’i asker, siyasetçi, kültür devrimcisi gibi farklı yönleriyle ele alıyor. “Atatürk’ün rejimi”ni ağır bir “talim-terbiye diktatörlüğü” olarak tanımlıyor ancak akla gelen diktatör tanımından farklı bir yere konumlandırıyor.