Profesör Dr. Recai Coşkun fabrika tavuğunun yumurtladığı gibi makale basan akademik yayıncılığın girdiği çıkmazı eleştirmek için sahte referanslar kullanarak bir “makale” yazdı. Dahası bunu uluslararası bir bilimsel dergide yayınlatmayı başardı! Makalenin hikayesini yazarına sorduk.
Siz hiç “Dijital İşletmecilik Bilgeliğinin, sunduğu yeni olanaklar ile Comte’un insanlık dini tasarısına bir seçenek olup olamayacağını” düşündünüz mü? İşletme alanında çalışan Prof. Dr. Recai Coşkun düşündü ve bu konuda bir makale bile yazdı! Ama onun asıl düşündüğü başkaydı. Bilimsel, estetik ve etik özenden yoksun ‘seri üretim’ akademik yayıncılığın geldiği noktadan pek çok meslektaşı gibi o da rahatsızdı. Eleştirisini sahte bir makale yazarak dile getirmeye karar verdi.
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’ne geçici görevlendirmeyle İşletme Fakültesi dekanı olarak gelen Coşkun esas olarak İzmir Bakırçay Üniversitesi’nde yönetim ve organizasyon alanlarında çalışan bir bilim insanı. Uzun bir akademik kariyeri ve onlarca “gerçek” makalesi var ama onu arama sebebim birkaç gündür ekşi sözlükten sosyal medyaya ortamlarda konuşulan sahte makalesi.
“Hocam nereden çıktı bu makale” diye gülerek sorduğumda aynı şekilde gülerek cevap veriyor: “Bu aralar bütün arayanlar önce bir kahkaha atıyor, sonra başlıyor konuşmaya, alıştım artık. Bugüne kadar bir sürü yayın yaptım, hiçbiri sonuncusu kadar dikkat çekmedi, konuşulmadı. Bu da işin ayrı bir ironisi.”
Profesör Coşkun’un makalesinin başlığı ‘Bilgelik olarak dijital işletmecilik, Comte’un ‘Religion of Humanity’sinden sonra sosyal bilimler için yeni bir felsefi açılım sunabilir mi?’
Coşkun’a makale için ilhamı Nobel Akademi yayınlarından çıkan ‘Dijital Çağ ve Yeni Nesil İşletmecilik’ adlı kitap vermiş. Makalede gerçek olan tek şey bu kitabın önsözü. Neden ilham verdiğini ise birkaç cümleden bile anlamak mümkün:
“Dijitalleşmenin eşsiz rüzgârıyla ilerleyen işletmecilik, yeni melodi ve renk harmonisiyle değişimin boyutlarını dünyaya göstermektedir… İşletmecilik, aynı zamanda metaforik anlatımla organik bir kaos ve karmaşıklığı da yansıtmaktadır. Karmaşıklık içerisinde kendini bulmaya çalışırken çevresinden gelen ışıkla aydınlanacaktır. Aydınlandıkça kendi karanlığından çıkarak gelişecek ve belli bir zaman sonra çevresine ışık saçarak değişimin merkezi hâline gelecektir. Böylelikle, işletmecilik teknolojik gelişmelerin özellikle dijitalleşmenin yoğun etkisini hissederken ansızın rolünü değiştirip teknolojiyi kontrol edip yöneten bir bilgeliğe bürünecektir.”
Profesör Coşkun’un makalesi de aynen bunun gibi romantik bir havada başlıyor. Cümle başına düşen beş “janjanlı” kavramla devam ediyor, magazin figürlerinden şiirsel ifadelere, felsefi sorulardan geyik muhabbetine yazdıkça yazıyor ve birbirinden abes “kaynakça”yla son buluyor. Zaten referanslarından biri de Abes Yayınları’ndan çıkmış!
İşte birkaç kaynak adı:
Dariyus’a deyyus denmesinin psişik değeri üzerine çözümlemeler (Freud, S., Persepolis Yayıncılık).
Ben senin için mi kavga ettim yahut kurt köpeğimin tanıklıkları (Hitler, A., Gamalı Haç Yayıncılık).
Benim öğrettiklerimi kimler anladı (Lacan J. Abes Yayınları)
Makalenin hangi bölümü alıntılansa diğerlerinin hatrı kalacak ama tadımlık birkaç bölüm şöyle:
Hegel’in ardından bir deha gelmiştir dünyaya… Bu doğuştan saçı ve sakalı olan dahi bebe gençliğine erince dünyanın tuhaflığından bir kaçış yolu olarak sürekli antik Grek düşüncesine doğru zihinsel yolculuklar yapar (Engels, 1841, Correspondences- Marks’ım iki gözüm, babamın fabrikaları ve dahi her şeyimle yanındayım), İbni Sina’nın bile haberdar olmadığı antik metinlere ulaşır (bunlar İbni Sina’dan yaklaşık 450 yıl sonra papaz babasının çamaşırcı kadından peydah ettiği Rotterdamlı Erasmus tarafından gün yüzüne çıkarılmış metinlerdir, bkz. İacer, 2009) ve günün birinde ‘Demokritos ve Epikuros’un Doğa Felsefeleri Arasındaki Fark’ adlı tezi yazma gafletine düşer.
Bu arada yoğun beyinsel ve bedensel kasılmalara ve masa başında geçen uzun saatlere ve aşırı alkol tüketimine bağlı olarak hemoroit olur, artık nazik organı oturmasına müsaade etmemektedir… Bu tarihi bir andır, genç Karl Marks diyalektiği tekrar ayaklarının üzerine dikmeyi başarmıştır. Artık sosyal yapılar nerede duracaklarını iyice bellemişlerdir ve alt altta, üst ise üstte kalmaya ve üstte olan altta kalan tarafından belirlenmeye razı olmuştur…
Gün artık orak ile çekici kızıl bir zeminde buluşturma günüdür. Pazulu kollardaki kelepçe ve postallı ayaklardaki prangalar tıpkı dijital bilgeliğin melodik harmonisinden ilham alan Teoman’ın (2006) dediği gibi ‘param parça’ olmuştur.
“İşletmecilik bilgeliği”nin anlatıldığı bölüm de burada:
Burada İşletmecilik Bilgeliğinin derinliğiyle ilgili bir uyarıya bilmem gerek var mıdır?Derine inen boğuluyorsa bu onun eksikliği değil, doğanın işleyişinin genel geçer kurallarının sonucudur, yoksa kimsenin suçu değil! De Civitate Dei’nin halleridir bunlar, Deniz Seki’nin değil. Suç Raskolnikov cezasını çektikten sonra ortadan kalktı. Hazreti İsa’yı Çarmıha gerenler Dostoyevski okumayanlardır! Dijital çağ ve chat GPT bizi bu cehaletten kurtaracak ama bunun bir önkoşulu vardır: İşletmenin dijital bilgeliğinin sunduğu billur aydınlanma şerbetlerinden kana kana içmek, ta ki sırılsıklam esrikleşinceye kadar… Esrikleşmeden ayılmak, ayılmadan ayıklanmak, ayıklanmadan aydınlanmak, aydınlanmadan işletme bilgeliğinin ışığında yürümek olanaklı değildir, olsa bile evren buna izin vermez, zira artık o da dijitalleşmeden yanadır…
Doyamayanlar için tamamı burada.
Recai Coşkun sahte makaleyi yazdı. Peki nasıl oldu da araştırmaların yayınlanmadan önce ‘hakem’ diye adlandırılan akademisyenler tarafından okunduğu hakemli bir dergide basıldı. İnsanın aklına ilk olarak “okunmadan basıldığı” geliyor. Bu da yeterince kötü tabii ama maalesef böyle değil. Çünkü Coşkun bütün imla hataları ile ilgili düzeltme geldiğini, hatta Deniz Seki’nin adının geçtiği bölümle ilgili olarak “Bu kadar magazinsel bir ton kullanmasanız iyi olur” diye geri bildirim aldığını söylüyor: “Demek ki hakemler baştan sona okumuş. Geriye bir seçenek kalıyor, değerlendirenler benim yazdığım alandan o kadar bihaber ki basılmasına onay verebiliyor.”
Prof. Coşkun makaleyi yazma gerekçesini ise şöyle anlatıyor: “Çok emek verip çalışıp hakkıyla çok güzel yayınlar yapan akademisyenlerimiz var. Bir de böyle seri üretim şeklinde ne özgün katkı kaygısı duyan ne başkasının emeğini istismar eder miyim acaba diye düşünen hiçbir sınırı ölçüsü olmayan bir kesim var. Bir akademisyenin yılda 12 makale, 2 kitap yazması mümkün değil ama yazan var. Meslektaşlarımla sık sık bundan şikayet ediyoruz ama bir yere varamıyoruz. Ben de böyle bir işe giriştim.”
Aslına bakılırsa akademik yayıncılık yalnızca Türkiye’de değil dünyada da zor günler geçiriyor ve zaman zaman Recai Coşkun gibiler akademisyenler tekere çomak sokuyor. Bunlardan en meşhuru fizikçi Alan Sokal’ın makalesi!
Sokal 1996 yılında ‘postmodern anlatının saçmalığını’ göstermek için “Aşılan Sınırlar: Kuantum Kütleçekiminin Dönüşümsel Bir Betimlemesine Doğru” diye sahte bir makale yazar, bastırır. O dönemde akademik yayıncılığın ipliğini pazara çıkarır, büyük ses getirir. Bir başka sahte makale yazarı da John Bohannon’dır. Üstelik onunki çifte sahteciliktir. Hem yazdığı makale sahtedir hem de kendisi akademisyen değil gazetecidir. Profesör Coşkun makalesinde işte bu isimlere de yer vererek üstü kapalı şekilde selam yollamış.
Recai Coşkun makalesi yayınlandıktan sonra durumu kendi sınırlı akademik çevresiyle paylaşıyor ama 1 Kasım’da yayımlanan sahte makalenin hikayesi birkaç gün içinde sosyal medyada yürüyor.
Yayını yapan SSJR’den Coşkun’a özür telefonu geliyor ve bir şey yapıp yapamayacakları soruluyor. Prof. Coşkun için yapılacak şey net: “Derginin sorumluları bütün akademik camiadan böyle bir olayın parçası oldukları için özür dilemeli ve bundan sonra süreçleri iyi işleteceklerine dair garanti vermeli. Dergi 1 yılda 15 sayı çıkarmış. Bu sıklıkta nitelikli yayın yapmak mümkün değil.”
Şimdi biraz ciddileşelim çünkü Profesör Coşkun’un söyleyeceği önemli bir şey var: “Bu olaya tepki veren üç grup tespit ettim. İlki akademik hassasiyet taşıyıp bu tür mecralardaki yayınlara artık bir son verilmesi gerektiğini söyleyenler. Onlara büyük saygıyla yaklaşıyorum teşekkür ediyorum.
İkinci grup bunu bir siyasi malzemeye dönüştürüp kimi istiyorsa onu eleştirenler. YÖK’ü, hükümeti, kapitalizmi hedef alanlar. Muhalefet yapmak için kendine malzeme arayanlar. Üçüncüsü de uzun yıllar hiç yayın yapmayan ve akademide tembel sıfatı yiyebilecek bazı hocalarımız, bunu kendilerine kalkan yaparak böyle yayın yapacağımıza hiç yapmayız anlayışına sığınanlar.
Halbuki ben diyorum ki yayın yapalım, emek verelim, ter dökelim. Kendimizi aşmaya çalışalım, birbirimizi eleştirelim ve besleyelim. Bu makale akademik, estetik ve etik kaygılarla yazıldı. Bu kaygıları sahiplenen meslektaşlarıma saygılarımı sunuyorum, diğerlerini ise hiç önemsemiyorum.”
Az kalsın unutuyordum, Coşkun olur ya bir akademinin derdini çekmekten usanırsa yeni adresi şimdiden belli. Yalnızca meslektaşları değil öykücüler de arıyormuş kendisini. Hocam sizi de aramızda görmek istiyoruz diyenler varmış.