Yargı krizinde ‘inisiyatif alması’ istenen eski Adalet Bakanı 10Haber’e konuştu
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi'nin Can Atalay'la ilgili kararını uygulamayı açıkça reddetti. Bu yetmezmiş gibi, 'AYM kararında bizi tehdit etti' diyerek AYM üyeleri hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına suç duyurusunda bulundu. Böyle bir kriz ilk kez oluyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 100 yıllık tarihinde görülmemiş bir krizle karşı karşıya. Anayasa Mahkemesi’nin 14 Mayıs seçiminde tutuklu olarak cezaevindeyken Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçilen Can Atalay’ın derhal serbest bırakılmasına ilişkin kararı, dün Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi tarafından açıkça reddedildi ve uygulanamaz bulundu. Oysa Anayasanın 153. maddesinde Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu ve bütün devlet organlarının bu kararları uygulaması gerektiği açık biçimde yazılı. Yargıtay’ın veya başka bir devlet organının Anayasa Mahkemesi kararına uymayı ve kararı uygulamayı reddetmesi tarihimizde ilk kez yaşanıyor. Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi dün bir ilke daha imza attı, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay ile ilgili kararında kendilerini tehdit ettiğini öne sürdü ve bu tehdit nedeniyle AYM üyelerinin tamamı hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na bir de suç duyurusunda bulundu.
Yüksek yargı organları arasındaki bu dev krizinin göbeğinde, Anayasayı yorumlamaya kimin yetkili olduğuna dair bir tartışma yatıyor.
Bu tartışmayı anlayabilmek için olayların gelişimine ve tarihine kısaca bakmak lazım:
-Can Atalay, TİP’ten milletvekili adayı olduğunda Gezi Davasında ilk derece mahkemesi tarafından 18 yıl hapis cezasına çarptırılmış ama henüz hakkındaki karar Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından görüşülmemişti. Atalay tutuklu olarak cezaevindeydi.
-Bu sebeple İl Seçim Kurulu ve Yüksek Seçim Kurulu, Can Atalay’ın milletvekili adayı olmasında bir engel bulunmadığına karar verdi. Seçimde Atalay yeterli oyu kazandı. YSK da ona milletvekili mazbatasını verdi.
-Bunun üzerine avukatları Atalay’ı tutuklayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurarak Atalay’ın milletvekili dokunulmazlığını kazandığını, salıverilmesi gerektiğini söylediler. Ama mahkeme bunu reddetti.
-Mahkemeden gelen red kararı üzerine Can Atalay’ın avukatları Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundular. AYM daha önce milletvekiliyken tutuklanıp cezaevine gönderilen başka insanlar için kararlar almış, onların salıverilmesini sağlamıştı.
-AYM henüz Can Atalay başvurusunu gündemine almamışken Temmuz ayında Yargıtay 3. Dairesi Gezi Davasını görüştü ve hükme bağladı. Can Atalay dahil bazı sanıklar hakkındaki hükmü kesinleştirdi. Yani bu arada Can Atalay’ın sıfatı ‘tutuklu’dan ‘hükümlü’ye dönüştü. Oysa o arada Atalay milletvekili seçilmişti ve Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kararlarına göre dokunulmazlık kazanmıştı, yani hakkındaki yargılamanın durdurulması gerekiyordu. Yargıtay 3. Dairesi bunu yapmadı, Atalay’ı yargılamayı sürdürdü.
-Ardından Anayasa Mahkemesi, Can Atalay’ın bireysel başvurusunu görüştü ve Atalay’ın derhal serbest bırakılmasına karar verdi. Kararını da uygulaması için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi.
-İstanbul’daki 13. Ağır Ceza Mahkemesi günler sonra bu kararı uygulamayı reddetti ve topu Yargıtay’a attı, ‘Dava bizim elimizden çıktı’ dedi.
-Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi günler sonra Anayasa Mahkemesi’nin kararını ele aldı ve dün akşam saatlerinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 100 yıllık tarihinde benzeri yaşanmamış olan bir kriz başladı.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, kararında özetle şunları söylüyor:
-Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması’ başlıklı Anayasa’nın 14. maddesinde kötüye kullanma şeklinde kabul edilen faaliyetler; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozma, insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetlerde bulunma ve devletin veya kişilerin, Anayasa ile tanınan temel hak ve hürriyetlerinin yok edilmesini veya Anayasa’da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlama olarak düzenlenmiştir.
-Anayasa koyucu, hangi suçların Anayasa’nın 14. maddesi kapsamına gireceğine ilişkin somut bir niteleme yapmamış, bunun kapsamının belirlenmesini bilinçli bir tercihin ürünü olarak soruşturma ve kovuşturma makamlarına bırakmıştır. Bu itibarla, Anayasa koyucunun iradesinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve bu minvalde yürütme organının varlığını ortadan kaldırmaya yönelik bir faaliyette bulunulduğu takdirde milletvekilinin dokunulmazlıktan yararlanmaya devam etmemesi gerektiği yönünde olduğu izahtan varestedir.
-Anayasa Mahkemesi, Anayasa normunun uygulanmasını bireysel başvuru yoluyla ortadan kaldıracak veya işlevsiz hale getirecek şekilde bir karar veremez.
-Aksi halde Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne kasteden, pek çok kanlı terör eylemi ile irtibatlandırılan ve haklarında mutlak terör suçlarından soruşturma veya kovuşturma bulunup, henüz yakalanamayan ve kırmızı bültenle aranan Fethullah Gülen, Şerif Ali Tekalan, Recep Uzunallı, Adil Öksüz, Ekrem Dumanlı, Cemil Bayık, Murat Karayılan, Duran Kalkan, Sabri Ok ve Ali Ekber Doğan ve bunlar gibi şüpheli ya da sanıkların milletvekili seçilmelerinin, yemin ederek göreve başlamalarının ve TBMM’ye girmelerinin önü açılır ki bu durumun hukuken isabetli olduğunu savunmanın izahı kabil olduğunu söylemek mümkün değildir.
-Anayasa Mahkemesi, Yargıtay gibi yüksek bir mahkemenin kararını her türlü hukuka aykırılık sorunu yönünden inceleyebilecek olan bir süper temyiz makamı değildir. (Anayasa Mahkemesinin) temyiz mahkemesi olan Dairemizin kararını, yeniden yargılama görüntüsü altında dosyanın esasına da girip, adeta bozmak suretiyle kendisine yasal dayanaktan yoksun, gereğinden fazla ve yasal yetkisini aşacak şekilde anlam yüklediği anlaşılmıştır.
-Milletvekili dokunulmazlığı yönünden Anayasa’nın 14. maddesinin hangi suçları kapsadığının anayasal ya da yasal düzenleme dışında yargısal bir yorumla belirlenmesinin ciddi sıkıntılara yol açacağını belirtirken, kendisinin daha önceden yargısal aktivizm sonucu vermiş olduğu ve kamuoyunda üniversitelere başörtü yasağı olarak bilinen, bizce de kabul görmeyen bir kararını gerekçe göstermesi tarafımızdan dikkat çekici bulunmuş ve bir ironi olarak değerlendirilmiştir.
-Anayasa Mahkemesinin, bugüne kadar hem norm denetimi kararlarında hem de sonradan kendisine tali görev olarak verilen bireysel başvuru kararlarında, anayasal veya yasal bir yetkisi olmamasına rağmen hiçbir organ tarafından denetlenmememin vermiş olduğu rahatlıkla da içtihat yoluyla anayasal yetkisini sürekli artırmak ve kötüye kullanmak suretiyle kendisinin, daha önceden norm denetimi görevi sırasında sıkça dile getirilen yasama organı üzerinde vesayet organı olduğuna yönelik eleştirilerin, bireysel başvuruya ilişkin yetkinin verilmesi üzerine yüksek mahkemeler dahil tüm yargı üzerinde de ortaya çıkmasına neden olmuştur.
-Hatta gelinen noktada Anayasa Mahkemesi, hükümlü Şerafettin Can Atalay’a yönelik vermiş olduğu ihlal kararında, yasal bir dayanağı olmamasına ve doktrinde bile tartışmalı bir konu olmasına rağmen, ‘Anayasa Mahkemesi kararlarının objektif işlevinden’ bahsederek, kararı veren Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyelerini ‘ihmal suçunu işlemişlerdir’ şeklinde tehdit etme boyutuna kadar işi vardırmıştır.
-Bugüne kadar birçok terör örgütü veya üyesi tarafından hem sosyal medya hem de yazılı ve görsel basın üzerinden ya da ilk derece yargılamaları veya temyiz incelemesi sırasında gönderilen dilekçelerle sürekli tehdit edilen dairemiz üyelerinin, bir de Anayasa Mahkemesi tarafından bu şekilde tehdit edilmesi de esef verici ve manidar bulunmuştur. Ülkemizde Anayasa Mahkemesi sadece yasaları iptal ederek yasama organının alanına müdahale etmemekte; ayrıca, bazen yasa koyucu gibi davranarak Anayasa’ya göre aralarında astlık üstlük ilişkisi bulunmayan yüksek mahkemeler üzerinde de süper temyiz mahkemesi olarak vesayet makamı gibi davranmaktadır.
-Yukarıda açıklanan nedenlerle; Anayasa Mahkemesi’nin 2023/53898 numaralı, Şerafettin Can Atalay’ın bireysel başvurusu hakkında 25.10.2023 tarihli ihlal kararına hukuki değer ve geçerlilik izafi edilemeyeceği cihetle, bu bağlamda Anayasa’nın 153. maddesi kapsamında uygulanması gereken bir karar bulunmamakla; keza Şerafettin Can Atalay hakkında verilen mahkumiyet kararının temyizi üzerine yapılan temyiz incelemesi sonucu 28.09.2023 tarihinde Dairemizin 2023/12611 esas 2023/6359 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen ve infazı kabil bir hükmün mevcudiyeti karşısında; Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararına UYULMAMASINA,
-Şerafettin Can Atalay hakkındaki mahkumiyet hükmünün 28.09.2023 tarihinde Dairemiz tarafından onanması ile hükümlü sıfatını kazandığı ve Anayasa’nın 84/2. maddesinde milletvekilliğinin düşmesi sebeplerinden biri olarak “kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinin” düzenlenmiş olduğu, Anayasa’nın 76. maddesinde sayılan milletvekilliği ile bağdaşmayan suçlardan kurulan mahkumiyet hükmünün milletvekilliğini düşüreceği, Anayasa’nın 84/2 maddesi yönünden Anayasa Mahkemesi’ne müracaat imkanı tanınmadığı ve Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda inceleme yetkisinin de bulunmadığı gözetilerek; hükümlü Şerafettin Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması için kararın bir örneğinin TBMM Başkanlığı’na GÖNDERİLMESİNE,
-Anayasa hükümlerini ihlal eden ve kendisine verilen yetki sınırlarını yasal olmayacak şekilde aşarak hak ihlalinin kabulü yönünde oy kullanan ilgili Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında gereğinin takdir ve ifası için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda BULUNULMASINA,
-Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde mütalaaya uygun olarak, dosyanın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na TEVDİİNE, 08.11.2023 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasındaki kavga karmaşık bir hukuki sorun gibi duruyor ama aslında konu o kadar karmaşık değil.
Anayasanın 83. maddesi milletvekili dokunulmazlığının sınırlarını belirliyor. Bu maddede gösterilen bu konuyla ilgili istisna ise Anayasanın 14. maddesinde yazılı suçlar. Bu suçlarda dokunulmazlık işlemiyor. Bunlar genel olarak devlete karşı işlenen, terör ve darbe girişimi gibi suçlar.
Tartışma da burada başlıyor: Anayasanın 14. maddesinde yazılı bir suçtan yargılaması devam eden bir kişi milletvekili seçilirse bu yargılama yine de devam mı eder, yoksa o kişi artık dokunuşmazlık kazandığı için durur mu?
Bu konu, Ergenekon yargılamalarında bazı tutukluların milletvekili seçilmesinden beri Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasında tartışma konusu. Ceza yargısı ve Yargıtay bu kişilere dokunulmazlık uygulamak istemiyor, yargılamayı sürdürmek istiyor. Buna karşılık Anayasa Mahkemesi de, parlamentonun 14. maddenin nasıl yorumlanacağına dair bir yasa çıkarmaması halinde bu türden kişilerin dokunulmazlık kazanacağını söylüyor. AYM daha önceki kararlarında parlamentoya bu konudaki boşluğu dolduracak bir yasa çıkarması için çağrıda bulundu ama Meclis’ten herhangi bir yasa geçmedi.
Bu durumda konu geliyor, ‘Anayasayı yorumlama yetkisi kime aittir’ sorusuna dayanıyor. Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi, bu konuda Anayasayı yorumlama yetkisinin kendisine ait olduğunu öne sürüyor son kararında, daha doğrusu kendi yorumunun geçerli olduğunu söylüyor, ‘Aksi halde Murat Karayılan veya Fethullah Gülen de milletvekili seçilir ve yargılanmaktan kurtulabilir’ diyor.
Anayasa Mahkemesi ise Anayasayı yorumlamaya yetkili tek organın kendisi olduğunu özellikle vurguluyor. Gerçekten de hem Anayasaya hem de Anayasa Mahkemesi Kuruluş Kanununa göre Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını yorumlama yetkisi sadece Anayasa Mahkemesi’ne ait bir yetki.
Anayasanın 153. maddesi ise mahkemenin kararlarının kesin olduğunu söylüyor. Madde aynen şöyle:
Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz. Anayasa Mahkemesi bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.
Bu madde orada dururken mahkemenin kararının uygulanmasının Yargıtay’ın bir ceza dairesi tarafından oy birliğiyle reddedilmesi, cumhuriyet tarihinde benzeri görülmemiş bir yargısal kriz. Fakat bu kriz adım adım geldi. Yargıtay, 2010 Anayasa değişiklikleriyle yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruyu hep eleştirdi.
Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca Adli Yıl Açılış Töreni’ndeki konuşmasında AYM’ye yapılan bireysel başvuru hakkına yönelik eleştirilerde bulunmuş, şunları söylemişti:
“Bireysel başvurunun olağan bir kanun yolu gibi uygulanmasının ortaya çıkardığı sorunlar giderilmelidir. Uzmanlık gerektiren hukuki konularda engin bilgi ve deneyime sahip hukukçu hakimlerin geliştirdikleri tutarlı içtihatların, bireysel başvuru yönteminin amacını aşacak şekilde değiştirilmesi hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkelerini zedelemektedir. Bu şekilde oluşan belirsizlik ve karmaşa, bozma oranlarının artmasına, yargılama sürelerinin uzamasına ve neticede adli kalitenin düşmesine neden olmaktadır.”