Cezayir’de bütün futbol faaliyetleri askıya alındı
11 Eylül saldırılarının habercisinden Milletler Cemiyeti'nin kurulmasına... Tarihte bu hafta yaşanan 10 önemli olayı sizler için derledik.
Geçen hafta 2024 ile birlikte başladığımız 10 önemli olayı tarih arşivlerinden çıkarıp günümüzle analiz etmeye bu hafta da devam ediyoruz.
Tarihin tozlu arşivlerinde bu kez de 8 Ocak haftasına yolculuk edeceğiz.
Geçmişten bu güne pek çok olaya ev sahipliği yapan takvim yapraklarında sizler için en önemli bulduğumuz olayları derledik. 8 Ocak geçmişten bu yana pek çok olayı barındırsa da bu hafta sizlerle paylaşmak istediğimiz iki önemli olay olacak.
Biri 1993 yılındaki Dünya Ticaret Merkezi saldırısının planlayıcısı Remzi Ahmed Yusuf’un aldığı ömür boyu hapis cezası. Diğeri de Woodrow Wilson’un 14 ilkesi.
Amerika Birleşik Devletleri başkanı Woodrow Wilson’ın 8 Ocak 1918 günü ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmayla tarihe geçen 12 ilkesini duyurdu. İlkeler ABD’nin I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmasını istediği dünya düzenine ilişkin görüşleri yansıtıyordu.
Yani ABD’nin yeni dünya düzenini.
Bu ilkelerden biri de Osmanlı İmparatorluğuyla ilgiliydi.
O madde “Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Türklerin yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır. Ayrıca Çanakkale Boğazı uluslararası güvencelerle gemilerin özgürce geçişine ve uluslararası ticarete sürekli açık tutulmalıdır” idi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün 4 Nisan 1926 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde yer alan demecinde bu ilkelere ilişkin görüşünü aktardığı ifade edilir. Atatürk “Malûmunuzdur ki Mîsâk-ı Millî’yi en nihayet Ankara’da tesbit etmiştim…İtiraf ederim ki, ben de hudud-u millîyi biraz Wilson prensiplerinin insanî maksatlarına göre ifadeye çalıştım. Hemen tasrih edeyim. O insanî prensiplere istinadendir ki Türk süngülerinin müdafaa ve tesbit ettiği hudutları müdafaa etmişimdir. Zavallı Wilson anlamadı ki, süngü, kuvvet ve şeref ve haysiyetin müdafaa edemediği hudutlar başka hiçbir prensiple müdafaa edilemez” dediği bilinir.
1993 ilk İkiz Kuleler saldırısının faili müebbet cezası aldı
2001’de yaşanan ve tüm dünyayı ekranlara kilitleyen İkiz Kuleler saldırısının aslında bir habercisi vardı. O da 1993’te yaşandı. Terör örgütü El-Kaide üyesi Pakistanlı Remzi Ahmed Yusuf 1993 Dünya Ticaret Merkezi saldırısını gerçekleştirdi. Amaç 2001 yılında yaşananlarla aynıydı: Kuleleri yıkmak ve on binlerce insanı öldürmek.
Ancak işler planlandığı gibi gitmedi. Saldırıda 6 kişi öldü, 1042 kişi de yaralandı. Yapılan soruşturmada saldırının el-Kaide ile bağlantıları olan Remzi Yusuf, Mahmud Ebu Halime, Muhammed Selami, Nidal A. Eyyad, Abdül Rahman Yasin ve Ahmed Ecac tarafından planlanıp gerçekleştirildiği tespit edildi. Remzi Yusuf’un amcası Halid Şeyh Muhammed ise saldırı için gereken finansal desteği sağlamıştı. Finansal destek sağlayıcısı 11 Eylül saldırılarında yeniden gündeme gelecekti.
Yusuf hem Kuzey hem de Güney Kulesi’ni patlatmak istiyordu. Saldırı başarılı amacına ulaşmadıysa da Kuzey Kulesi’nin altında patlayıcılar infilak etti ve bini aşkın kişi yaralanırken 6 kişi de öldü. İsminin diğerleriyle beraber tespit edilmesi sonrası Yusuf’un ABD’den kaçtığı anlaşıldı. Olaydan tam iki yıl sonra 1995 yılında Pakistan’da yakalandı. Çıkarıldığı mahkeme ona ömür boyu hapis cezasını verdiğinde takvimler 8 Ocak 1998’i gösteriyordu. O günden bugüne de Colorado eyaletindeki ADX Florence hapishanesinde bir hücrede tutuluyor.
Yusuf yalnızca Dünya Ticaret Merkezi’nde amacına ulaşmayan saldırının faili değil. Kimya elektronik konularında doktorası olan Yusuf Philippine Airlines’ın 434 sefer sayılı uçuşuna saldırıdan da sorumlu ve başarısız Bojinka Planı’nın baş sorumlularından biri.
Tarihler 2013’ü gösterdiğinde Yusuf yeniden gündeme geldi. 98 yılında hüküm giydiğinden beri tutulduğu hücreden çıkmak için dava açtı. İki metreye 11 metre yerde tutulan Yusuf koğuşa geçmeyi düşünüyordu. İçerideki “iyi hal”ine rağmen hücrede tutulmasının hak ihlali olduğunu gerekçe gösteren Yusuf Los Angeles Times’ın müdürüne mektup dahi yazmıştı. Yazdığı mektupta Yusuf “Tecritimin derhal sona ermesini ve mahkûmların hücrelerinin dışına 10 günde bir çıkmasına izin verilen hapishane sistemine geçirilmeyi talep ediyorum” demişti.
Times da Yusuf’un yemeklerini iki çelik kapı arasındaki küçük bir aralıktan aldığını, bu nedenle gardiyanları bile görmediğini yazmıştı.
Yusuf’un kaldığı hapishane Unabomber olarak bilinen Ted Kaczynski, “İç çamaşırı bombacısı” Umar Farouk Abdulmutallab ve “ayakkabı bombacısı” Richard Reid’e de ev sahipliği yapıyordu.
Mahmud Abbas seçimleri kazandı
9 Ocak da yıllar boyunca yine diğerleri gibi pek çok tarihi gelişmeye tanıklık etti. Bunlardan en önemlisi de günümüzle yakından ilintili olan bir olay. Yaser Arafat’ın ölümünden sonra Filistin Kurtuluş Örgütü başkanlığını devralan Abbas, 9 Ocak 2005 tarihinde yapılan seçimlere El Fetih’in adayı olarak girdi ve oyların yüzde 62.52’sini alarak Filistin Devlet başkanı seçildi. Ramallah’ta destekçilerine seslenen Abbas “Bu zaferi Yasser Arafat’ın, halkımızın ve şehitlerimizin ruhuna ve 11 bin mahkuma ithaf ediyorum” demişti.
Oslo veya 1. Oslo olarak da bilinen “Geçici öz yönetim düzenleme ilkeleri bildirgesi” anlaşması, Norveç’in başkenti Oslo’da düzenlenen görüşmelerin ardından 13 Eylül 1993’te dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin ve yine dönemin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Yaser Arafat arasında ABD’nin başkenti Washington’da imzalanmıştı. Anlaşmayla, taraflar arasında yıllardır süren çatışmanın sona ermesini, önce geçici Filistin Yönetimi’nin kurulması ve 1999 yılında da bağımsız Filistin Devleti’nin kurulmasıyla adil, kalıcı ve kapsamlı bir barışa ulaşılması hedeflenmişti. Birincisini takiben, 28 Eylül 1995’te imzalanan “İkinci Oslo Anlaşması” çerçevesinde işgal altındaki Batı Şeria A, B ve C bölgelerine ayrılmıştı. Batı Şeria’nın yüzde 18’ini kapsayan “A bölgesi”nin yönetimi idari ve güvenlik olarak Filistin’e, yüzde 21’lik “B bölgesi”nin idari yönetimi Filistin’e, güvenliği ise İsrail’e devredilirken, yüzde 61’ini kapsayan “C bölgesi”nin idare ve güvenliği İsrail’e bırakılmıştı. Oslo müzakerelerini eleştiren Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Hamas gibi örgütler ise bunu reddetmişti ve FKÖ ile araları açılmaya başlamıştı. Zaten Oslo müzakereleri de istenilen sonucu vermedi, Filistin’deki İsrail işgali, daha da artarak, Yahudi olan ve olmayanların ayrıldığı bir “apartheid rejimi” halini aldı.
İşgal de zulüm de o günlerden bu günlere devam etti. 2022 yılına gelindiğinde ise İsrail’de seçimleri Binyamin Netanyahu’nun yeniden kazanması tansiyonu daha da artırdı. Çünkü Netanyahu ülke tarihinin gelmiş geçmiş en sağcı hükümetini kurdu. O günden bu yana artan baskı ise 7 Ekim’de Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonunu tetikledi. 7 Ekim’den bu yana devam eden savaşta, ölü sayısı 23 bine dayanmış durumda. Hayatta kalanlar ise İsrail’in ambargoları nedeniyle kıtlıkla mücadele ediyor.
10 Ocak için de tarihin tozlu sayfalarında 1920’ye gideceğiz. Milletler Cemiyeti’nin kuruluşuna…
Milletler Cemiyeti aslında günümüzdeki Birleşmiş Milletler’in temeli sayılabilecek bir organizasyon. I. Dünya Savaşı’nın ardından İsviçre’nin Cenevre kentinde, 10 Ocak 1920’de kuruldu. Organizasyon, I. Dünya Savaşı ardından ülkeler arasında yaşanabilecek sorunları barışçıl yollarla çözmeyi kendisine amaç edinmişti. Ancak II. Dünya Savaşı’nın çıkmasına engel olamaması ardından fazla varlık gösteremedi. 1946 yılında dağıldı.
11 Ocakta ise öne çıkarmak istediğimiz iki olay, aslında iki kişi, var. Bunlardan biri, dünyada “sigaranın sağlığa zararlı olmadığı” algısını kıran Dr. Luther L. Terry diğeri de “Beyrut Kasabı” olarak nam salan eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron.
Sigaranın zararlı olduğunu kanıtlayan isim: Dr. Luther L. Terry
Dilerseniz biraz geçmişe gidelim, sigaranın “reklam” aracı olarak kullanıldığı hatta sigara içmeyen kişilerin ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüğü yıllara yani 60’lara. Zararlı olmadığına inanılan hatta reklamlarında “doktor tavsiyesi” mesajı verilen sigara uçak dahi her yerde fazlasıyla tüketiliyordu. Hatta ünlü isimler, ünlü sigara markalarının yüzü olmak için birbirleriyle yarışıyor sonrasında ise bazıları, ne hikmetse, kanserden ölüyordu. İşte o yıllarda, devasa gelirlere sahip sigara şirketlerinin canını sıkacak bir adam kendisini gösterdi: Dr. Luther L. Terry.
ABD Kamu Sağlığı Hizmetleri Birimi Başkanı Luther L. Terry’nin öncülüğünde bir komite tarafından 1964 yılında hazırlanan “sigara ve sağlık” konulu raporun ardından ABD Kongresi’nin 1965 yılında kabul ettiği Federal Sigara Etiketi ve Reklamı Kanunu ile birlikte tütün endüstrisi için kısıtlayıcı bazı değişiklikler yapıldı ve paketlere sigaranın sağlığa etkisi hakkında uyarı etiketleri yerleştirilmeye başlandı.
O tarihten öncesinde ise sigara şirketleri kendilerinin finanse ettikleri “araştırmaları” reklam konusu yapıyordu. Bu reklamlarda sigaranın “boğazı tahriş etmediğinin, sağlığa da zararı olmadığının” bilimsel olarak kanıtlandığı iddia ediliyordu. Hatta daha da ileri gidildi; sigaranın boğaz tahrişine ve öksürüğe neden olan tehlikeli tahriş edici maddeleri ortadan kaldırdığı iddia edildi.
Dr. Luther L. Terry’nin raporundan sonra ise algı tamamen değişti. Rapora karşı şirketler tarafından yapılan bazı “araştırmalarla” tüketicinin içi rahatlatılmaya çalışılsa da artık günümüzde sigara içmenin ne kadar zararlı olduğu kesin bir şekilde biliyor. Bunu ortaya çıkaran hatta Akciğer kanseri ile bağlantısını kanıtlayan Dr. Luther L. Terry’i ölümünün 39’uncu yılında anmış olalım. Terry, 11 Ocak 1964 yılında ABD Genel Cerrahı Luther L. Terry, sigara içmenin akciğer kanseriyle bağlantılı olduğunu açıklamıştı.
Beyrut Kasabı Ariel Şaron öldü
İsrail eski Başbakanı Ariel Şaron namı diğer Beyrut Kasabı, 11 Ocak 2014 yılında sekiz yıldır komada bulunduğu hastanede öldü. İsrail radyosu, eski başbakan Şaron’un tedavi gördüğü Ber Shava’daki Tel Hashomer Hastanesi’nde 85 yaşında hayatını kaybettiğini duyurdu. Sağlık durumun kötüleşmesi üzerine yaklaşık bir ay önce Tel Aviv’deki Tel Hashomer Hastanesi’nde ameliyat edilmesinin ardından yoğun bakım ünitesine alınan Şaron’da böbrek yetmezliği tespit edilmişti. Bundan dolayı son haftalarda sağlık durumu daha da kötüye gitmişti. Şaron, 4 Ocak 2006’da geçirdiği beyin kanamasının ardından komaya girmişti. Şaron’un doktoru, eski başbakanının böbreklerinin iflas etmesine bağlı bir kalp krizi sonucu öldüğünü duyurmuştu.
Eski İsrail Başbakanı ve ana muhalefet partisi Kadima’nın kurucusu Ariel Şaron, 14 yaşında İsrail ordusuna katıldı. Tel Aviv Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gören Şaron, 1967’deki “6 Gün Savaşı”nda görev aldı ve 1972’de ordudan ayrıldı. Şaron, 6 Ekim 1973’te Yahudilerin dini bayramı ‘Yom Kippur’a denk geldiği için bu şekilde anılan savaşta, Mısır’ın tüm Sina Yarımadası’nı alması üzerine tekrar orduya çağrıldı. İsrail Parlamentosu’na (Knesset) 1973 yılında giren Ariel Şaron, 1982 yılında savunma bakanı oldu. Şaron, İsrail ordusuna, Lübnan’da bulunan Filistin mülteci kampları Sabra ve Şatilla’ya saldırma emri verdi. Bu olayda 3 bin 500’den fazla Filistinlinin hayatını kaybettiği, bin 800 Filistinlinin kayıp olduğu açıklandı. Tarihe “Sabra ve Şatilla Katliamı” olarak geçen saldırıyı araştırmak için 1973’te İsrail hükümeti tarafından kurulan Kahan Komisyonu’nda suçlu bulunan Şaron, yargılama sonucu bakanlık görevinden alındı. İşte bu olaydan dolayı da kendisine Beyrut Kasabı lakabı takıldı.
1990-92 yılları arasında yerleşim bakanlığı yapan Şaron, bu süreçte 1967 savaşında İsrail’in işgal ettiği Batı Şeria ve Gazze’yi yerleşime açtı. 1998 yılında Dışişleri Bakanı olan olan Şaron, 1999’da Likud Partisi’nin lideri oldu. Şaron’un 2000 yılında polis korumasıyla Mesci-i Aksa’ya girmesi, 2. İntifada’nın başlamasına neden oldu. 2001-2006 yıllarında İsrail Başbakanı olan Ariel Şaron, 2005’de Likud Partisi’nden ayrılarak Kadima Partisi’ni kurdu. Ariel Şaron, 2006’da beyin kanaması geçirdikten sonra kaldırıldığı hastanede 8 yıl bitkisel hayatta kaldı.
Ölümünün ardından Netanyahu, “İsrail’in en büyük savunucularındandı. Bir kararın nasıl alınması gerektiğini, nasıl uygulanlanması gerektiğini bilirdi” demişti.
Bugüne dair öne çıkan gelişme ise Türkiye’nin ABD’den aldığı yardım olacak. Marshall Planı’ndan bahsediyoruz. II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konmuş ABD kaynaklı, antikomünist hedefli bir ekonomik yardım paketi olan Marshall Planını’dan 16 ülke faydalandı.
Bu ülkelerden biri de Türkiye oldu. Marshall Planı’na karşılık Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Molotof Planı olarak bilinen kendi ekonomik planını geliştirmişti. 1952 yılında, ABD yönetimi, Marshall Planı çerçevesinde II. Menderes Hükümeti yönetimindeki Türkiye’ye 58 milyon dolarlık askeri yardım yapılmasını onayladı. ABD Kongresi Marshall Planını 11 Eylül 1947’de onaylamış, Harry S. Truman planı 3 Nisan 1948 tarihinde imzalamıştı.
II. Dünya Savaşı sonrasında Truman Doktrini, esas itibarıyla Sovyetler Birliği’nin doğrudan doğruya baskısı ve tehdidi altında olduğu vurgulanmış ve buna istinaden sadece Yunanistan ve Türkiye’ye askeri yardım öngörmüştür. Fakat bu sırada Avrupa’nın durumu iktisaden son derece kötüdür. Altı yıllık savaş, bütün ülkelerin ekonomik kaynaklarını tüketmiştir. Savaş, bütün ülkelerde ağır tahribat yapmıştır. Sovyetler Birliğinin, bu durumu fırsat bilerek komünizm propagandasını şiddetlendirmiştir. Bunun üzerine ABD, 1945 Haziranı ile 1946 sonu arasında Batı Avrupa ve beraberindeki 16 ülkeye toplamda 15 milyar dolar ekonomik yardımda bulunmuştur. Fakat bu yardım, bütçe açıklarının kapanması, ithalat için kullanılması yüzünden sonuç alınamamıştır. Bunun üzerine ABD yeni planlar aramış ve Dışişleri Bakanı George Marshall’ın “Marshall Planı” 5 Haziran 1947 günü Harvard Üniversitesi’nde verdiği bir nutukta açıklanmıştır
3 Eylül 1783 tarihinde imzalanan Paris Antlaşması, Konfederasyon Kongresi tarafından 14 Ocak 1784’te kabul edildi. Ardından Büyük Britanya Kralı tarafından 9 Nisan 1784’te onandı. Anlaşma, Büyük Britanya Krallığı ile Kuzey Amerika’daki On Üç Koloni arasındaki Amerikan Devrimi Savaşı’nı sona erdirmiş olan barış antlaşmasıdır.
2011- Tunus’ta bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla başlayan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreçte, Devlet Başkanı Zeynelabidin Bin Ali ülkeden kaçtı, geçiş hükümeti kuruldu.
2021 -ABD’de Temsilciler Meclisi, dönemin ABD Başkanı Donald Trump’a yönelik azil maddesini onayladı. Bu sonuçla Trump, Temsilciler Meclisi’nde iki kez azli istenen Başkan olarak tarihe geçti.