Suriye ve Irak’ta bilmediğimiz, fark etmediğimiz, henüz bize söylenmeyen bir şeyler mi oluyor?
Önce şu şu kronoloji dikkatimi çekti…
(*) 11 Ocak 2024 günü, durup dururken bir “MİT’in 97’inci Kuruluş Yıldönümü yapıldı.
Orada MİT Müsteşarı İbrahim Kalın’ın geçen hafta yorumunu yaptığım önemli konuşmasını izledik.
Orada ilk defa yeni bir kavram işittik:
“Akıl ve erdemli güç…”
Ondan 10 gün sonra…
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, HAMAS liderini kabul etti…
Arkasından TRT ve AA’dan tek cümlelik klasik mi klasik bir açıklama geldi.
“Kabulde Gazze’de ateşkesin bir an önce sağlanması , insani yardımların arttırılması, rehinelerin bırakılması, kalıcı barış için iki devletli çözüm önerileri ele alındı…”
Normal zamanlarda alayı vala ile en yetkili ağızdan yapılacak açıklama “Diplomatik kaynaklara atfen” iki cümlelik bir habere dönüşmüştü.
Ne zaman yapıldı bu görüşme?
Tarih, yer, zaman belli değil.
Ama zamanlaması belli.
Kahire’de Mısır-Katar-ABD arasında esirlerin iadesi ve ateşkesin görüşülüp belli bir mesafe alındığı gün ve günlerde…
Acaba Fidan o gün ne dedi Haniyye’ye…
“Siz mücahid bir örgütsünüz yürüyün” mü…
Hiç sanmıyoum…
Tahminim “Esirleri bırakın” cümlesiydi en önemli konuşma…
Türkiye bunu Kahire’de değil Ankara’da yapmak istiyordu…
Aynı günlerde bir başka önemli gelişme daha…
MİT Müsteşarı İbrahim Kalın Bağdat’a gitti…
Bu konuda da medyaya tek kelime sızmadı.
Ülkenin en bilmiş komplo teorisyenleri bile doğru dürüst bir şey yazamadı…
Bütün bunlar olup biterken sizin de de bir şey dikkatinizi çekmiyor mu?
Türkiye artık İsrail’i direk aşağılayan, hakaret eden, ağır dille suçlayan üslubunu bir değil üç beş ton aşağı indirdi.
Nitekim İran Devlet Başkanı geldiğinde, birlikte yaptıkları basın toplantısında o İsrail’e ağzına geleni söylerken Erdoğan son derece sakin konuştu.
Gerçi seçim kampanyasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendini tutamayacağını çok iyi biliyoruz ama en azından devletin öteki katlarında bir “sükunet diplomasisi” hakim şu sırada…
Bu arada Cumhurbaşkanı ne derse onun replikası olarak daha ağırını söyleyen bakan ve siyasetçiler de susmuş durumda.
Hatta Lahey’de alınan karar etrafında bile bir “Vuvuzella efekti” yaratılmadı.
İşte tam o günlerde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 16 Ocak günü TBMM’de yaptığı konuşma geldi.
ABD’de olduğum için bu konuşmayı önce Sedat Ergin’in Hürriyet’teki yazısından okudum.
Sonra da TBMM zabıtlarından tam metnini…
Hemen ana konuya gireyim…
O konuşmada üç kelimelik bir yeni kavram çok dikkatimi çekti:
“Terörle mücadele diplomasisi…”
Fidan belki daha önce başka konuşmalarında da kullanmış olabilir ama ben ilk defa okuyor, işitiyorum…
PKK’nın 1984 yılında Eruh baskını ile başlayan terör döneminde işittiğim tek kavram “Terörle mücadele” idi…
Yani terörle anladığı dilden, güvenlik güçleri ile mücadele etmek.
Şimdi terörle mücadele kavramı yanına bir de diplomasi kelimesi ekleniyor…
O nedenle bu konuşmanın tam metnini alıp altını çize çize okudum.
Tabii ki dışişleri bakanı olarak Fidan’ın kendine ait bir terminolojisi var.
Ben bunu basitleştirerek günlük dile indirdim.
(*) BİR; Geçmişte Soğuk Savaş döneminin en büyük aktörleri (ABD ve Rusya) nükleer caydırıcılıktan dolayı savaşamıyordu. Şimdi bölgede başka güçleri savaştırıyorlar.
(*)İKİ Şunu unutmayalım: PKK’yı Esad rejimine Rusya (Yani eski Sovyetler Birliği) kurdurmuştur. PKK’yı Bekaa Vadisi’ne yerleştiren Sovyetler Birliği’dir.
(*)ÜÇ: Rusya’nın (Sovyetler Birliği’nin) Soğuk Savaş sırasında kurdurduğu Marksist-Leninist PKK, bugün “tarihin bir ironisi” olarak günümüzde yine Suriye’de (bu kez) ABD ve Batı ülkeleriyle işbirliği yaparak Suriye’yi bölmek için çalışmaktadır.
(*) DÖRT: Ancak Suriye içinde birbiriyle rekabet içinde gibi görünen bu iki devlet, yani Rusya ve ABD, kendi menfaatlerinin devamı için perde arkasında PKK’nın devamı için işbirliği yapmaktadır.
(*) DÖRT: ABD örgüte DEAŞ’la mücadele bahanesiyle teknoloji ve askeri teçhizat desteği veriyor. Rusya da Fırat’ın Batısında PKK’nın varlığına göz yummaktadır.” Bu “çarpık bir ilişkidir.”
Peki bunun sonucu nedir?
Konuşma metninde tam bu cümlelerde yok, ama o metnin Meclis duvarlarına vuran gölgesini Sedat Ergin şöyle yorumlamış:
“Türkiye’de halen mevcudiyetini devam ettiren PKK ve DHKP/C başta olmak üzere aşırı sol terör örgütleri esasen soğuk savaş döneminin birer ürünüdür” diye konuşuyor. Böylelikle, Soğuk Savaş mantığı içinde Sovyetler Birliği’nin Batı kampının önemli bir müttefiki Türkiye’yi, dolayısıyla Batı’yı zayıflatmak üzere bu iki örgütü kullandığını belirtmiş oluyor Dışişleri Bakanı.
Son yıllarda ABD’ye ve Batı’ya yaklaşımda böyle bir hayalet cümle okuyorum.
Bakan üstü örtülü biçimde ABD’ye “Dikkat edin PKK’ya destek vermek sizi zayıflatıyor. Bir zamanlar Sovyetler Birliğinin yaptığı bir şeyi şimdi size yaptırıyorlar” diyor.
Ve en kuvvetli mesajı da şu:
PKK’ya birlikte Suriye’yi bölmeye çalışıyorsunuz bunu yapmayın…
ABD’ye bir başka önemli mesaj daha var.
İran konusu…
Şu sıralar herkes Türkiye’nin İran’la arası iyi zannediyor, ama bakanın konuşmasından anlıyoruz ki durum hiç de öyle değil.
Bakanın şu cümlesini okuyalım:
“Irak’ta ihtilaflı bölgelerde peşmergenin sahadaki varlığının azalması, Iraklı bazı milis kuvvetlerle PKK arasında taktiksel ilişkiler kurulması sonucunu vermiştir…”
Kimdir bu Irak’taki “milis kuvvetler?”
İran olduğu çok açık değil mi…
“İran’ın tavrından biz de rahatsızız” demeye getiriyor bakan.
Kaderin tecellisine bakar mısınız?
Çok değil bundan 30 yıl önce “Asla kurdurmayız” dediğimiz Kuzey Irak Kürt yönetiminin Peşmergelerini şimdi biz savunuyoruz…
Otuz yıl sonra YPG için neler söyleyeceğimizi şimdiden tahmin edebilir misiniz…
Bu arada Irak ve Suriye’ye de şu mesaj var:
“Örgüt artık Türkiye’den daha çok Irak ve Suriye’nin milli güvenlik tehdidi haline gelmiştir.”
Yani arkadaşlar aklınızı başınıza toplayın, bu artık bizden çok sizin meseleniz diyor.
Bu sözlerden ne anlıyoruz?
Biz Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız.
Tamam da aynı metinde “Geçici Suriye Yönetimi” diye bir şeyden bahsediliyor…
Onlar kim?
Kontrolümüzdeki ÖSO ve HTŞ kime karşı savaşıyor?
Toprak bütünlüğünü savunduğumuz Esad’ın Suriyesi’ne karşı değil mi…
Bakan bize öyle bir Ortadoğu anlattı ki TBMM konuşmasında…
Türkiye’nin buralarda işi çok zor.
Bunun altından nasıl çıkacağız…
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan herkesten çok daha iyi biliyor o bölgeyi…
İşte o nedenle konuşmasından üç kere tekrarladığı “Terörle Mücadele diplomasisi” kavramını çok önemsedim.
Bir ağız sürçmesi veya retorik fantezi değil…
Ben iflah olmaz iyimserliğimle bu konuşmanın arkasında daha sakin, daha mantıklı ve daha sonuç alıcı yeni bir Orta Doğu politikasının işaretlerini okudum.
Tabii bunun ilk adımı ilgili ülkelerle negatif, aşağılayıcı hakaretamiz bir üslupla değil, yapıcı, pozitif bir dille konuşmak olmalı.
Masaya silahı koymadan, sakin bir üslupla konuşmak.
Sanki bu Orta Doğu labirentinden sadece İHA’larla, tanklarla, tüfeklerle, özel kuvvetlerle, belagatla çıkmanın mümkün olmadığını anlayan rasyonel bir düşünce egzersizi başlamış gibi.
Umarım 31 Mart’a kadar geçecek şu seçim kampanyasının belagat şehveti bu zihni egzersizi kundağında boğmaz.
24 Kasım 2024 - Çanakkale 116. Er Eğitim Alayında 50 yıl önce çekilen bir fotoğrafın hikayesi
23 Kasım 2024 - Hadise’nin yeni şarkısıyla gelen eski Türkiye özlemi: ‘Biz bizeydik nostaljisi’
22 Kasım 2024 - Ufuk Uras’a sordum: Devlet beye o soruyu sordun mu?
20 Kasım 2024 - Son anket: Türk halkı böyle bir Milli Eğitim Bakanı istemiyor
19 Kasım 2024 - Yılın son profil analizi: Hakan Fidan’a elini veren kaç parmağını kaybeder?