Bilindik ‘asgari ücret tezgâhı’ yine devreye sokuldu
Almanya Büyükelçisi Jürgen Schulz’un açıklamaları yabancı sermayenin yatırım için taleplerinin ne denli zorlu olacağını gösteriyordu. Financial Times’taki Türkiye değerlendirmesi de bu taleplerin ağır gelebileceği ihtimalini düşündürüyor.
Ekonomi yönetimi seçimlerden sonraki planlarını hem kısa vadeli hem de yatırım için doğrudan yabancı sermaye gelişine göre yapıyor. Yüklü bir sermaye girişiyle, büyümeyi fazla düşürmeden toplumsal tepkileri azaltmayı düşünüyor. Ancak yatırım için yabancı sermayenin dile getirdiği taleplerin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul görmesi bir hayli zor olacak gibi görünüyor.
Geçen hafta Anadolu Ajansı’na değerlendirme yapan Almanya Büyükelçisi Jürgen Schulz’un açıklamaları, bu zorluğu açıkça gösteriyordu. Dün Financial Times’te yapılan Türkiye değerlendirmesinde, yine yabancı sermayeyi çekebilmek için gerekenlerin, ağır gelme ihtimali açıkça görünüyordu.
Merkez Bankası Başkanı’nın değişimi üzerinden yazılan ve Financial Times Yayın Kurulu imzasıyla yayımlanan yazı, “Türkiye yatırımcıların yeni ortodoksluğa olan inancını desteklemeli” başlığını taşıyordu. Başkan değişimine piyasaların sessiz kalmasının ülkenin ekonomik liderliğinin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’te olduğunu gösterdiği belirtilen yazıda “Ancak Şimşek’in tek başına bir kilit adam rolü taşımasının sağlıksız olduğu, Türkiye’nin ekonomi yönetimindeki kadroyu saygın isimlerle güçlendirmesi gerektiği” belirtildi.
Fon yöneticilerinin Şimşek’e güvendikleri ve tekrar Türk varlıklarına yatırım için hevesli oldukları belirtilen yazıda, “5 yıl önceye kıyasla bu durumun olumlu ama ideal olmadığı” kaydedildi. “Şimşek’in omuzlarındaki yük oldukça fazla ve böylesine kilit adam rolü taşıması sağlıksız” denilerek, ekonomi yönetiminin üst kademelerinde saygınlığı olan daha geniş bir kadronun “Erdoğan’ın ortodoksiye dönüşünün kanıtı” olarak görüleceği belirtildi. Ayrıca “Cumhurbaşkanı ile Batılı fon yöneticileri arasındaki karşılıklı güvensizlik devam ediyor” denildi.
Buradan yola çıkarak; seçimlerden sonra eğer güçlendirilmiş bir ekonomi programı dizayn edilecekse, uygulaması için saygın isimlerin ekibe dahil edilmesi isteniyor diyebiliriz. Ekonomiyi bu kadar zor durumda bırakan eski yöneticilerin, mesela BDDK’nın başındaki Şahap Kavcıoğlu’nun yerine yeni politikalara güç verecek saygın isimlerin atanması isteniyor olabilir. Bununla birlikte Şimşek’in göreve gelmesinden bu yana Cumhurbaşkanlığı’nın ekonomi danışmanlarının hâlâ yerinde durması da yadırgatıcı bulunmuştu. Erdoğan, bu kadroyu hâlâ değiştirmedi.
Bakan Şimşek, artık bu danışmanların eski etkisi kalmadığını düşünüyor ama bunun garantisi yok. Danışmanlar ve Kavcıoğlu’nun görevde kalmalarının “Seçimden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eski politikalara dönme ihtimali” konusunda tedirginlik kaynağı olması doğal. Seçim sonrası bu konularda hareket edilmesi, yeni liyakatlı kadrolarla ekonomi yönetiminin güçlendirilmesi, uygulanacak politikalar konusunda kritik bir sinyal niteliği taşıyacak.
Almanya Büyükelçisi’nin kamuoyunda fazla yankı uyandırmayan demecinin de yine bu çerçevede önemli bir uyarı olduğunu düşünüyorum. Bazı şirketlerin Türkiye’de yatırım yapmaktan çekindiklerini belirten Büyükelçi “yatırım koşullarının cazip olması gerekiyor. Bu koşulların arasında yasal güvenceler, planlama güvenliği, yani uzun vadeli plan yapabilmeleri ve finansman kolaylıkları olmalı. Bunlar bekledikleri olumlu çerçeve koşulları” demiş. Daha sonra Türkiye ve Almanya’nın yeşil hidrojen alanında işbirliği ve Türkiye’de üretiminde uygun koşullar olduğunu, işbirliğinin artarak süreceğini belirtmiş.
Almanya’nın geçen yıl başından beri Türkiye’de yeşil hidrojen konusunda işbirliği istediğini, yatırımın nerede kurulacağına ilişkin çalışmalar yapıldığını, Avrupa’ya aktarımı için mevcut boru hatlarının teknik kapasitesinin bile ölçüldüğünü biliyoruz. Mayıs seçimleri öncesi Almanlar, Millet İttifakı’nın kazanması halinde, zaten Batı ile ilişkilerin güçleneceği, kurumsal yapının oluşturulacağı, hukuki iklimin iyileştirileceğini düşünüp, hemen yatırıma geçme konusunda umutlanmışlardı.
Yabancıların derdi kimin iktidar olduğu değil; hukuk güvencesinin olması, uzun vadeli programların yapılıp uygulanabilmesi, denge ve denetim sağlayacak mekanizmalar ve kurumların güçlendirilmesi gibi talepleri var. İster istemez, on milyarlarca euro yatırıp, ülkelerinin enerji güvenliği açısından kritik öneme sahip olacak bir yatırımı tehlikeye atmak istemiyorlar.
Türkiye yüksek faiz verip bir süreliğine kısa vadeli yabancı sermaye çekebilir. Ancak ülkenin asıl ihtiyacı; dünyadaki dönüşüm sürecini iyi kullanıp, teknoloji ve iklim dostu yeni büyük yatırımlara girmesi, uzun vadeli yüksek büyüme sağlamanın, işsizliği azaltmanın yolunun buradan geçtiğini görmesi. İşte bunun için de Anayasası siyasi nedenlerle uygulanmayan, hukuk güvenliği olmayan, sürekli ekonomi politikalarının değiştirip sıkça istikrarsızlaşan bir ülke olmaktan çıkması gerekiyor. Kurumları sağlam, kuralların uygulandığı bir ülke ve ekonomi haline gelmesi şart.
Yabancılar da işte bu kaygılarını, diplomatik dille de olsa, dile getiriyorlar. Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem parasal ve mali sıkılaştırıcı ek tedbirleri alıp, hem de doğrudan yabancı sermaye için her açıdan Türkiye’ye güvenli hale getirecek kararlara imza atabilir mi? Bunun için siyasi ortaklıklarında, dış politika tercihlerine köklü değişiklikler yapmak zorunda kalmayacak mı? Göreceğiz…
23 Kasım 2024 - Para politikasında gevşeme dönemine girdik
22 Kasım 2024 - Merkez, Aralıkta faizi indirir, oranı Kasım enflasyonuna bağlı
20 Kasım 2024 - İktidarın enflasyonla mücadelede asıl niyeti ne?
19 Kasım 2024 - Fazla likidite 860 milyar TL ile yeni rekorunu kırdı
16 Kasım 2024 - ‘Faize dayalı rezerv’in Trump şoklarına dayanması zor