Cumhuriyetin 100. yılında Metropolis’in hikâyesi raflarda
Geçen aylarda Avrupa Film Akademisi'nden ödül alan Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı ile Cumhuriyet'in ikinci yüzyılını ve kültür sanatın toplumsal faydasını konuştuk.
Güler Sabancı "Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında kültür ve sanat, Türkiye'nin zengin mirasını koruma, çağdaş bir kimlik oluşturma ve toplumsal birliği güçlendirme açısından önemli bir rol oynayacaktır" diyor.
Geçen aralık ayının ilk günlerinde Avrupa Film Akademisi’nin olağan ödül töreninde sahneye Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı çağırıldı ve kendisine Avrupa Sürdürülebilirlik Ödülü takdim edildi. Sürpriz bir ödüldü. Lakin kısa sürede Güler Hanım’a bu ödülün Sabancı Vakfı’nın düzenlediği kısa film yarışması nedeniyle verildiğini anladık.
Güler Hanım da konuşmasında “Sinema insanların kalbine dokunabilen ve dünyayı değiştirebilen bir güç. Bu ödül sinema aracılığıyla sürdürülebilirliği daha geniş bir izleyici kitlesine taşıma taahhüdümüzü pekiştiriyor” diyerek sinemaya olan inancını sahneden güçlü bir şekilde ilan etti.
Sabancı Vakfı yıllardan beri kültür sanata canı gönülden yatırım yapan kurumlar arasında. Vakfı sadece sinema değil, müzik, tiyatro, arkeoloji, plastik sanatlar gibi kültür sanatın hemen hemen her alanını destekliyor. Güler Hanım böyle bir ödül alınca kapısını çalıp kültür sanat üzerine söyleşi yapmak istedik. Kırmadı bizi ve 10Haber’in sorularını yanıtladı.
– Avrupa Film Akademisi’nde ödül almanız sürpriz oldu bizim için. Siz de ödül konuşmanızda “Bu benim için farklı bir şey. Hayatım boyunca aldığım ödüllerim oldu. Ama bu elbette çok çok özel” dediniz. Neydi bu ödülü sizin için özel yapan?
– Sabancı Vakfı olarak 50 yıldır tüm bireylerin haklardan eşit yararlandığı bir toplum yaratma idealiyle, eğitim, sosyal değişim ve kültür-sanat alanlarında; kadın, genç ve engelliler odağında çalışıyoruz. 50 yıl boyunca ülkemizin her köşesinde, yüz binlerce insanın hayatına dokunacak projeler ve faaliyetler yürüttük, yürütmeye devam ediyoruz.
Toplumsal dönüşüme pozitif etkisi nedeniyle kültür-sanatın çalışmalarımız arasında çok özel bir yeri var. Sabancı Vakfı Kısa Film Yarışması da toplumsal sorunlara sinema yoluyla ayna tutmayı amaçladığımız ve genç sinemacıların kariyer yolculuğunda onlara destek olmaktan gurur duyduğumuz bir projemiz. Sinemanın kitleleri etkileme gücünden ve dönüştürücü etkisinden yararlanarak toplumsal sorunlara dikkat çekiyoruz bu sayede.
2023’ün sonuna yaklaşırken de Avrupa’nın en saygın sinema kuruluşlarından Avrupa Film Akademisi tarafından Kısa Film Yarışması ile Sürdürülebilirlik Büyük Ödülü’ne layık görüldük. Sürdürülebilirliğin kapsamını çevresel sürdürülebilirliğin ötesine taşıyarak, ilham veren ve sorumluluk bilincini teşvik eden kurum ve kuruluşlara takdim edilen bu ödül, dünyanın geleceği ve toplumsal gelişim için sinemanın rolünü ve önemli bir araç olduğunu bize bir kez daha gösterdi.
– Sabancı Vakfı olarak düzenlediğiniz Kısa Film Yarışması var. Yıllardır sürüyor yarışma. Ve siz sinemayı dünyayı değiştirebilen bir güç olarak gördüğünüzü söylüyorsunuz. Sizce bu yarışma gençlerin dünyayı değiştirme gücüne nasıl katkı sunuyor?
– Tam sekiz yıl önce ‘Kısa Film Uzun Etki’ sloganıyla başlattığımız Kısa Film Yarışması ile toplumsal konularda farkındalık yaratmak ve bir dönüşüm başlatmayı hedefledik. Her yıl da küresel boyutlardaki önemli bir toplumsal sorunu tema olarak belirleyerek gündeme taşıdık. ‘Mülteci Kadınlar’, ‘Çocuk İşçiler’, ‘Ayrımcılık’, ‘Dijital Yalnızlık’, ‘Değişen İklimler, Değişen Hayatlar’, ‘Yeni Dünyada Yeni Meslekler’, ‘Ne Eğitimde Ne İstihdamda Yer Alan Genç Kadınlar’ ve bu yıl da ‘Su Krizi’… Her konu hem Türkiye’yi hem de dünyanın büyük bir bölümünü etkileyen ciddi problemlerdi. Ne mutlu ki sinemacılar da her temanın önemini benimseyerek hedeflediğimiz gibi bu problemleri etkili şekilde beş dakikalık kısa filmlere sığdırdı.
– Değişen bir dünyada Türkiye yerini alırken ülke olarak kültür ve sanat nasıl avantaj sağlayabilir bize?
– Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bir milleti yaşatmak için birtakım temeller lazımdır ve bilirsiniz ki, bu temellerin en önemlilerinden biri sanattır. Bir millet sanattan ve sanatkârdan yoksunsa tam bir hayata sahip olamaz” sözlerini misyon edinerek sosyal değişim için çalışırken kültür-sanat faaliyetleri ile bu çalışmalarımızı destekliyoruz.
Bu kapsamda da Sabancı Vakfı Kısa Film Yarışması, Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali, Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası ve Metropolis Antik Kenti kazı çalışmaları gibi farklı alanlarda yürüttüğümüz çalışmaların hem kültürel mirasımız hem de toplumsal katkı boyutlarıyla çok değerli olduğuna inanıyoruz.
– Cumhuriyet’in 100. Yılını kutluyoruz bu yıl. Bir asırlık süreç… 100 yıllık sürece bugünden bakılınca kültürel atılımların Cumhuriyet’in temel yapı taşlarından biri olduğu görülüyor. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında sizce bizim için kültür sanatın işlevi nasıl olacak?
– Cumhuriyetin ikinci yüzyılında kültür ve sanat Türkiye’nin zengin mirasını koruma, çağdaş bir kimlik oluşturma ve toplumsal birliği güçlendirme açısından önemli bir rol oynayacaktır. Sanat, çeşitli ifade biçimleriyle toplumsal sorunlara ve değişimlere duyarlılık kazandırabilir, birleştirici bir unsur olarak hizmet edebilir. Ayrıca, teknolojik gelişmelerle birlikte kültür ve sanat, dijital platformlarda daha geniş kitlelere ulaşarak küresel etkileşimi artırabilir. Bu yolla Türkiye’nin kültürel zenginliği uluslararası düzeyde daha geniş bir kitleyle paylaşılabilir.
– Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında nasıl bir Türkiye özlemi içindesiniz?
– Ülkemiz Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı yolda 100 yıl boyunca pek çok alanda önemli kazanımlar elde etmiş ve bunları da başarıyla uygulamış, coğrafyamızda gıpta edilen bir konuma gelmiştir. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında, eğitimde ve bilimde ilerlemiş, teknolojik gelişmeleri yakından takip ederek uygulayan, tüm bireylerin eşit fırsatlara sahip olduğu Türkiye hayaliyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bunu yaparken de toplumsal cinsiyet eşitliği, erişilebilirlik ve kapsayıcılık ile birlikte tüm kesimler için fırsat eşitliği ekseninde, kültür ve sanatın güçlü bir şekilde desteklendiği, hoşgörü ve diyalogun teşvik edildiği bir ülke, Cumhuriyetin ikinci yüzyılı için güçlü bir vizyon olacaktır.
– Sabancı Ailesi olarak bildiğim kadarıyla 45-50 yıldır toplumsal faydayı da gözeterek kültür sanata ciddi yatırım yapıyorsunuz. Kalıcı eserler, mekanlar ortaya çıktı bu yatırımlar sayesinde. Kültür sanat alanında yatırımların karşılığı uzun vadede alınır denir. Bu 50 yıllık yatırımların topluma ve size dönüşümü nasıl oldu, gözlemlerini anlatabilir misiniz? Sizin iyi ki bu alana yatırım yapmışız dediğiniz özel bir an var mı aklınızda?
– Her şeyi devletten beklememek gerektiği anlayışıyla Sabancı kardeşler sadece büyük şehirlere odaklı kalmamış, Türkiye’nin her yerine el uzatmaya çalışmış. Bu anlayışla 30 yıl gibi bir sürede pek çok ile gidilmiş, o ilin, ilçenin ihtiyacı neyse karşılanmaya çalışılmış. Kiminde kültür siteleri, kiminde yurt, kiminde ise okullar yapılmış. Aynı zamanda da Türkiye’nin başarılı çocuklarına karşılıksız burslar verilmiş. Sakıp Bey’den sonra ben başkan olarak seçildiğimde ve yeni mütevelli heyetimizle göreve başladığımızda Sabancı Vakfı 30 yaşına gelmiş, zaten kendini ispat etmiş, güçlü ve güven duyulan bir kuruluştu. Ülkesini seven ve elinden gelenin en iyisini yapan, samimi, çalışkan, güven duyulan ve sevilen bir vakıftı. Araştırmalarımız bize bunu gösteriyordu.
Bunun üzerine biz ne ekleyebiliriz, yeni bir dönemi nasıl başlatabiliriz diye düşündük. Daha sonra benim her zaman önemli bulduğum ve yönetim aracı olarak kullandığım metotla, dünyadaki iyi filantropi örneklerini incelediğimiz bir “arama konferansı” yaptık. Arkasından çok detaylı bir strateji çalışması yürüttük; yurt dışındaki vakıfların gelişim süreçlerini inceledik. Türkiye’deki ve dünyadaki sosyal değişim ve gelişmelere paralel olarak bizim mevcut hayırseverlik tecrübemizi tekrar değerlendirdik, üzerine, stratejik hayırseverliği inşa ettik. Vakfımızın kuruluşundaki Türkiye de aynı değildi, ne mutlu ki Anadolu’dan birçok varlıklı aile çıkmış ve bizim 30 yıldır yaptığımız gibi okullar, yurtlar yapmaya başlamışlardı.
Dolayısıyla artık içinde bulunduğumuz dönemde binalar yapmanın yanında yeni yaklaşımlara baktık. Toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda insana dokunmanın, sorunların çözümüne yönelik bütüncül yaklaşımların önemli olduğuna inanarak ilerledik. Güçlü yanlarımızın ne olduğuna baktık. İtibar, nitelikli insan kaynağı ve güçlü mali yapımızın yanında dünyaya açık, dünyadaki gelişmeleri takip edebilen bir vakıftık. Bunları en akıllı şekilde nasıl kullanabiliriz ve nasıl fark yaratabiliriz diye düşündük ve çalıştık.
– Sabancı Vakfı olarak müzik, tiyatro, resim, sinema, arkeoloji alanlarına yatırım yapıyorsunuz? Hangi alana nasıl, ne kadar yatırım yapılacağına nasıl karar veriliyor?
– Sabancı Vakfı olarak toplumsal gelişim için kadınlar, gençler ve engelliler odağında; eğitim, kültür-sanat ve sosyal değişim alanlarında çalışıyoruz. Kültürel mirasımıza sahip çıkmak, 7’den 70’e herkesi kültür-sanat ile buluşturmak ve özellikle de gençleri sanata teşvik etmek amacıyla pek çok disiplinde çok yönlü çalışmalar yürütüyoruz. Metropolis Antik Kent kazılarından Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali’ne, Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası’ndan Kısa Film Yarışması’na, Sakıp Sabancı Sanat Ödülleri’nden AIMA Müzik Festivali’ne kadar birçok projenin yürütücüsü veya ana destekçisiyiz. Sanatın iyileştirici ve toplumu dönüştürücü gücüne her zaman inandığımız için kararlarımızdan hep destek çıktı. Tüm faaliyetlerimizin de uzun soluklu, en az 10 yıllık destekler olduğunun altını çizmek isterim. Çünkü her konuda olduğu gibi kültür-sanat alanında da sürdürülebilirlik çok önemli. Ancak bu sayede bir değişimden söz etmek mümkün oluyor.
– Metropolis kitabına yazdığınız önsözde “Ülkemizin kültür sanat dönüşümüne katkı sunuyor, bu kadim topraklardan kazandıklarımızı bu toprakların insanlarıyla paylaşıyoruz” diyorsunuz. Siz bir iş insanısınız, kültürel yatırımlar kurumlar için ülkeler için ne kadar önemli?
– Biz yaptığımız işlerde her zaman pazar payından öte gönül payı için çalışırız. Bu da “karşılıksız” kelimesinin özünü oluşturan motivasyondur bizim için. Hayırseverliğin özünde de insan var. Dünyada var olan eşitsizlikleri gidermek, kendinden daha dezavantajlı olanlara el uzatabilmek var. Hayırseverlik, geçmişten günümüze hep varlığını sürdürmüş, insanlar ihtiyacı olana yardım etmişler. İnsan sevgisi bu işin ana felsefesi. Dedem Hacı Ömer Sabancı’nın dile getirdiği, vakfımızın da mutlulukla sahiplendiği ilke de bu anlayışla oluşturulmuş: “Bu topraklardan kazandıklarımızı bu toprakların insanlarıyla paylaşmak”. İhtiyacı olanların yanında olmak, eksikleri ve ihtiyaçları karşılamaya katkıda bulunmak…
Kültürel yatırımlar da bunun büyük bir parçası. Her zaman söylediğim gibi yaptığımız çalışmaların büyük kitlelere ulaşmasını, hayatlarda dönüşüm başlatmasını gönülden arzu ediyorum. Bir ülkede kültür-sanata ayrılan pay ne kadar yüksek olur ve insanlara ulaşırsa o ülkenin gelişimi aynı oranda yükselecektir.
– Siz çağdaş sanatı 1980’lerden ilgiyle takip ediyorsunuz. Kişisel olarak eser de alıyorsunuz. Sanatla kurduğunuz ilişki sizi nasıl dönüştürdü? Sanatın insan hayatına nasıl bir katkısı oluyor sizce?
– Sanat, insanı besleyen, hayata farklı bir pencereden bakmasını sağlayan çok önemli bir disiplin. Bireysel olarak benim hayata bakışımı da vizyonumu da çok etkilemesinin yanında çalışmalarımızda da çok önemli bir yere sahip. Sosyal değişim için vermek istediğimiz mesajları iletmede en etkili araçlardan biri.
– Bildiğim kadarıyla kültür sanata yatırım yapmak ve bu alanı takip etmek amcanız Sakıp Sabancı’dan size bir miras. Sakıp Bey bu mirası size nasıl aktardı?
– Sanatın toplumsal gelişmenin çok önemli, olmazsa olmaz parçası olduğuna inanırım. Bu inancı, amcam Sakıp Sabancı başta olmak üzere bütün Sabancı kardeşler bize miras bıraktı. Kurulduğumuz günden bu yana kültür-sanata büyük önem vererek bu alanda Türkiye’nin çeşitli yerlerinde kültür merkezleri inşa ettik ve toplumun hizmetine sunduk.
En gurur verici projelerimizden biri rahmetli Sakıp Bey zamanında başlamış ve bizlerin de devam etme şansı bulduğumuz Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali’dir. Bu festivali 25 yıldır Devlet Tiyatroları ile birlikte yürütüyoruz. Festivalin ilk senelerinde Sakıp Bey tiyatro salonları dolsun diye, oyunların biletlerini alır ve Adana’daki çalışma arkadaşlarımızı davet edermiş.
Sakıp Bey’den ve amcalarımdan öğrendiğim daha birçok şey hayatıma yön verdi. Güçlü olduğumu bildiğim yanlarımla, onlardan öğrendiklerimi bir potada eritmeye çalıştım hep. Sabancı benim için sadece bir soyadı değil; aynı zamanda bir değerler bütünü. Bu değerleri yüceltmeye, her zaman örnek olmaya büyük önem veriyorum.