Haftanın kitabı – ‘Ölüm Tüneli’: Yazar ve entelektüel
İspanyol yazar Ramón J. Sender'in 'Bir İspanyol Köylüsüne Ağıt', okuru İspanya İç Savaşı günlerine götürüyor ve bir gencin hikayesini anlatıyor. Yazarın en önemli eseri olarak kabul edilen roman isyan, adalet, ikiyüzlülük gibi meseleleri tartışıyor.
İspanyol yazar Ramón J. Sender, en önemi eserleri arasında gösterilen ‘Bir İspanyol Köylüsüne Ağıt’ta, İspanya İç Savaşı arifesindeki İspanya’nın bir köyüne götürüyor okuyucuları. Paco isimli bir gencin kısa hayatından kesitler vererek savaşın arkasındaki nedenleri sergilerken isyan, adalet, ikiyüzlülük ve kefaret gibi meseleleri tartışıyor. Az sayfada çok şey söylemeyi başaran bir roman.
Pek tanıdığımız bir isim değil Ranon j. Senders. Sanıyorum bu Türkçedeki ilk çevirisi. Oysa Sender, iç savaş sonrasının en çok okunan İspanyol yazarlardan birisiydi. Öyle ki eserleri -çevrildiği diller göz önüne alındığında- Miguel de Cervantes kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştı.
Hayatı romanları kadar mücadele, acı, şiddet ve macera içeren Ramón José Sender Garcés, 1902 yılında Huesca’nın bir köyü olan Chalamera’da doğmuştu. Babası memur, annesi öğretmendi. İlk eğitimine küçük bir kasabada başladı. Tatil dönemlerini ise Reus rahiplerinin okullarında yatılı öğrenci dolarak geçiriyordu. Daha sonra ailesinin yerleştiği Tauste’de liseye eğitimini tamamladı.
1918’de felsefe ve edebiyat eğitimi aldığı Madrid’e gitti. Ama bir yıl sonra gazeteci olarak sahneye çıkacaktı. Dönemin önemli sol eğilimli gazetelerinde çalıştı. Yazmaya da başlamıştı. İşte bu sıralarda piyanist ve feminist aktivist Amparo Barayón Miguel ile tanıştı. 1935’te evlendiler ve iki çocukları oldu.
Sender, karısının anarşist felsefeniden etkilenmişti. Ancak bir süre sonra komünistlere katıldılar. İç savaşın yaklaşmasıyla birlikte askere alınan Sender, önce milis, sonra komutan olarak cepheye gönderildi. Ailesine yardıma giden karısı Amparo Barayon ise ne yazık ki faşist milislerce tutuklanarak infaz edilecekti. Cepheden dönen Sender, 1938’de çocuklarıyla birlikte sürgüne gönderildi.
İspanya’ya dönme imkanlarının tükendiğini anlayınca, 1948’de ABD’ye yerleşti. 1965-1971 yılları arasında Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde İspanyol Edebiyatı Bölümü’nde görev yaptı. 1976’da İspanya’ya döndü ve 1982 yılında -79 yaşındayken- hayata veda etti…
Bu fırtınalı hayata – çoğu sürgünde yazılan- çok sayıda eser bırakmayı başarmıştı. Bunlar arasında en önemlileri 1942’de yazılan ‘Crónica del Alba / Şafağın Tarihi’, Ulusal Edebiyat Ödülü’nü kazanan ‘Marruecos; Mr Witt en el cantón /Kantondaki Bay Witt’ (1935), ilk kez 1953’te Meksika’da yayımlanan, Franco döneminde İspanya’ya girmesi yasaklanan ama bugün 20. yüzyılın İspanyolca yazılmış en iyi 100 romanı listesine dahil edilen ‘Bir İspanyol Köylüsüne Ağıt’ (1960), Amerikalı efsanevi silahşör Billy the Kid’in hayatından esinlenen ‘El Bandido Adolescente / Genç Haydut’ (1965) ve 1969’da Planeta Ödülü’ne değer görülen ‘En la vida de Ignacio Morel /Ignacio Morel’in Hayatı’ romanlarıdır. Romanlarının yanı sıra denemeler, edebiyat eleştirileri, tiyatro oyunları ve şiirler de yazmıştı.
‘İspanyol Köylüsüne Ağıt’ın hikayesi bir kilisede başlıyor: “Papaz, başı önünde, ölünün ruhu için düzenlenen ağıt ayini için giydiği cüppesine eğilmiş, bir koltukta oturmuş bekliyordu.”
Papaz Millan’ın bekledikleri, bir sene önce faşist milisler tarafından kurşuna dizilen köy delikanlısı Paco’nun yakınları, sevenleri ve arkadaşları.
İşte bu bekleyiş sırasında doğumundan beridir tanıdığı, vaftiz törenini bizzat kendisinin yaptığı, dinine bağlı bir insan olarak yetiştirmek için emek verdiği Paco’yu düşünecektir Papaz Millan; kısa bir ömrün dönüm noktalarını…
Vaftiz törenini, Paco’nun papaz yardımcıcısı olarak hizmetlerini, askere gidişini, düğününü, seçimi Cumhuriyetçiler’in kazanmasını, Paco’nun toprak sahiplerine karşı verdiği mücadeleyi, köyün faşist milislerce basılmasını, Paco’nun yakalanmasında kendisinin oynadığı rolü, yani ihanetini. Ama en önemli hatıra parçası Paco’yu yanında götürdüğü bir yoksul cenazesidir. Zira Paco, mağara oyuklarında yaşayan insanların sefil yaşantısını ilk olarak orada görmüş ve yıllar sonra başlatacağı isyanın tohumları ilk kez orada ekilmiştir zihnine.
Sona gelindiğinde bekledikleri değil orada hiç yeri olmayanlar katılacaktır törene – Papaz Millan’a suç ortaklığını hatırlatırcasına…
“Ana sunağa çıktı ve ayini başlattı. Kilise bomboştu, yalnızca Don Valeriano, Don Gumersindo ve Señor Cástulo’dan başka kimsecikler yoktu (…) Ve korkular içinde ve aynı zamanda üzgün ve duygulanmış olarak şöyle düşündü: Şimdi ben, onun tininin kurtuluşu için bu duayı okuyor, parasını düşmanlarının ödemek istediği ağıt ayinini yapıyorum.”
Uzun süre yasaklı kalan roman Franco’nun ölümünün ardından İspanya’da oldukça etki yaratmış, 1985’te İspanyol yönetmeni Francesc Betriu tarafından başrolünde Antonio Banderas’ın oynadığı ‘Réquiem por un campesino español’ adıyla sinemaya uyarlandı. Film de başarılıydı, 1985’te 42. Venedik Uluslararası Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışmıştı.
Ramon J. Sander, kendisinin aktif bir militan olarak bizzat yaşadığı tarihsel dönemi -sahip olduğu özgürlükçü ve anarşist perspektiften- kısa ama çarpıcı bir hikayeye dökmesini hiç kuşkusuz iyi bir gözlemci olmasına da borçlu. Köy hayatını çok canlı ve gerçekçi ayrıntılarla yakalamayı başarıyor.
Olayların geçtiği mekan, yüzyılın başındaki İspanya taşrasının tipiği; feodal dönem artığı düzenin sürüp gittiği, toprak sahiplerinin baskı ve sömürüsüne kilisenin suç ortaklığı ettiği bir köy. Bu aynı zamanda kendilerine kurtuluş sözü veren Cumhuriyetçiler yanında saf tutan, bunun bedelini ağır biçimde ödeyen ve savaş sonrası dönemin sert baskısına maruz kalan bir köy.
Çok önemli bir tarihsel bağlamda geçen olay örgüsü, Paco’nun trajedisinin tanığı ve katledilmesinin suç ortağı haline gelen Mosen Millan’ın anı parçacıklarıyla ustalıkla dokunmuş. Hikaye köyün gerek savaş öncesi, gerek savaş sonrası atmosferine nüfuz ederek kolaylıkla akıyor.
Akışta dilin sadeliğinin büyük rolü var. Böylesine sadelikle anlatılan kısa hikayeye bu denli zengin ve yakıcı meselenin sığdırılmış olması gerçekten şaşırtıcı. Kilise, Franco diktatörlüğü ve feodal yapılar arasındaki ittifak, siyasi gerilimler, yoksulluk, isyan, kahramanlık, şiddet, adaletsizlik, ihanet, kefaret, hatırlama dinamikleri gibi pek çok tema yüz sayfadan az bir romanda basit ve net bir biçimde sergileniyor.
İşte bu noktada Sender’in ekonomik anlatımını övmek gerekir. Paco’nun hayatından kritik ve karakteristik kesitler verirken her kelimeyi titizlikle seçmiş. Kişiler, olaylar, eşyalarda da aynı titizlikten söz edebiliriz. Pek çok figür kendilerinin dışında farklı ve derinlikli anlamlar taşıyan simgelere dönüşüyorlar. Simgeleri, göndermeleri çok yerinde ve dolu dolu kullanmış Sender.
Kitaba yazdığı Önsöz’de Enrique Múgica’nın belirttiği gibi, “Belki de tüm bu simgelerin en güzeli köylü delikanlının atı. Dağlarda başıboş koşturan, suçlu ve pişman papazın eski yardımcısı için düzenlediği ve köyün üç zengininin masrafları ödemek için yarıştığı ayinin yapılacağı sabah (Aragon’un kuzeyinde Lérida kırığı yakınlarındaki) köyün kilisesine giren at. Ayine kimse gelmez, tek gelen attır, bu da bize Elia Kazan’ın filminde özgürlük simgesi olan, Emiliano Zapata’nın ak kısrağını anımsatır.”
Kısa ve akıcı bir hikaye okurken farkedilmeyebilir; kahramanın kaderinin daha baştan bilindiği ‘Bir İspanyol Köylüsüne Ağıt’ta Eski Yunan tragedyalarının kalıpları kullanılmış. Şematik ve sembolik bir Yunan tragedyası, öyle ki arkadaki korosu, yinelenip duran halk ezgileri bile eksik değil. Hikaye boyunca dinleyeceğiniz -Paco için- yakılmış türkünün nakaratları aynı zamanda kollektif hafızaya yapılan bir gönderme vazifesi görüyor.
Her ne kadar siyasi ve toplumsal gerçeklikler etrafında kurgulansa bile ‘Bir İspanyol Köylüsüne Ağıt’ aslında Papaz Millan’ın dramını işliyor. Bu nedenle 1953’teki ilk baskısındaki adının Mosen Millan olması anlaşılır bir seçim. Roman kahramanı haksızlığa boyun eğmeyen Paco’dur ama romanın tek karakteri Papaz Mosen Millan’dır ve Sander’in üzerinde asıl üzerinde durduğu mesele Papaz’ın yakıcı iç hesaplaşmasıdır.
Romanın girişinde Mosen Millan’la gözleri kapalı biçimde geçmişi hatırlarken karşılaşmıştık. Gözlerini kapatması ihanetinin farkındalığıyla gerçekliği inkar etme refleksinden, hatıraları bölen ise ayine birinin gelip gelmediğini öğrenme arzusundan kaynaklanır. Endişelidir Papaz, zira Paco’nun ölümünde kendisinin nasıl bir rol oynadığını bildikleri için köylülerin ayine katılmayacağını içten içe kavramıştır. Ayini düzenlemekteki maksadı Paco’nun ölümüne katılmış olmanın suçluluğuyla başa çıkmaktır ama bu hiç kolay olmayacaktır.
Sender, Mosen Millan özelinde toplumun statükodan yana olan kesimini ete kemiğe büründürmüş yani bir roman karakterine. Suçlular zaten belli. Millan üzerinden iç savaşta tarafsız ya pasif kalan toplumsal kesimleri ve dini gerekçelerle iktidarın destekçisi olan kiliseyi suç ortaklığına yerleştiriyor. Papaz Millan’ın suç ortaklığı, pişmanlığı ve kendisini haklı çıkarma çabasının olay örgüsüne derinlik katmanın yanı sıra böylesi kaotik zamanlardaki ahlakı yargıları sorgulamamızı sağladığını da eklemek gerekir. Ancak Sender, günahların tümünü Millan yüklemiyor. Bir insan olarak öyle davranmış olmasının nedenlerini, koşullardan bunalmış olmanın yarattığı insani zayıflığı anlamaya çalışıyor. Ancak böyle bir insanın günahının sonsuz kefareti içinde vicdan azabıyla yaşamaya devam etmek zorunda kaldığını da vurgulayarak!
‘Bir İspanyol Köylüsüne Ağıt’ o zamanın İspanya’sının karmaşıklığını yoğunlaştıran güzel bir roman. Üstelik sadece tarihe açılan bir pencere değil, aynı zamanda insan doğası ve kritik anlarda aldığımız kararlar üzerine kafa yormamızı zorlayan, okuyucuyu hesaplaşmaya çağıran bir ayna. Öyle ki, sona gelindiğinde işbirlikçi köy papazı dahil hepimize ağıt yaktıran bir anlatıya dönüşüyor.