Raf Gezgini: Dumanı üzerinde tütenler
Her yazar, ölümünden sonra bir edebi miras bırakmayı hayal eder. Raf Gezgini bu hafta yazarların bazıları başyapıt olarak anılan bazıları da yarım kalan son kitaplarını hatırlıyor.
Geçen hafta edebiyat dünyası büyük bir ismi Paul Auster’ı kaybetti. 77 yaşında hayatını kaybeden yazarın ölüm haberini aldığım andan, veda yazısını bitirene kadar aklımdan yazmak için onlarca şey geçse de zihnim bir yere takılıp kaldı. Uzun süredir kanser hastalığıyla mücadele eden Auster ‘Baumgartner’ın yazdığı son roman olacağını biliyordu. Bu hisle nasıl baş etti, bilgisayar başına her geçtiğinde neler hissetti merak etmeden duramıyorum. Ama en önemlisi ve sanırım en etkileyici olan da onu sevenlere, sevdiklerine ve okurlarına veda edebilme inceliği göstermesiydi.
Fakat edebiyat tarihi bu kadar şanslı olan yazar sayısı çok da fazla değil. Bugün klasikler arasına giren, tüm dünyanın okuduğu kitaplardan bazılarının yazarları eserlerinin başarısını göremedi. Hatta bazıları kendi kitaplarını tamamlayamadan hayata veda etti.
Her yazar, bir edebi miras bırakmayı hayal eder. Raf Gezgini bu hafta yazarların bazıları başyapıt olarak anılan bazıları da yarım kalan son kitaplarını hatırlıyor.
“Büyük birader bizi izliyor” ile popüler kültürün en meşhur referanslarından olan bu cümle, George Orwell’in Haziran 1949’da, ölümünden yedi ay önce yayınlanan son romanı. Orwell bu romanı yazmak için inzivaya çekildiğinde muhtemelen ölüme çok yakın olduğunu biliyordu. Zira tüberküloz hastasıydı. Hatta tüm zamanların en ünlü distopik romanını bitirmek için zamanla yarıştı Orwell. Hatta bir keresinde “bu kadar hasta olmasaydım bu kadar kasvetli olmazdı” bile demişti.
Geçen sene kaybettiğimiz Füruzan, tam 15 yıl sonra onra yeni öyküleriyle çıktı okurların karşısına. Aslında şimdi anlıyoruz ki o da okuruna veda etmiş Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan ‘Akim Sevgilim’le. ‘Akim Sevgilim’, ‘Sesi Olmayan Türkü’ ve ‘Varoşlarda’ adlı öykülerle, her zamanki gibi Türkiye’nin tüm gerçekliğine yer verdi yazar satırlarında. Zamanda yolculuk da mümkün oluyor bu üç öyküde. Kitaba adını veren ‘Akim Sevgilim’, Cumhuriyet’in ilk yıllarına konuk ederken diğer iki öyküde daha yakın geçmişe kırıyor rotasını. Ancak hangi zamanı anlatırsa anlatsın, Füruzan bu dünyadan gittikten sonra bile “olay” olmaya devam ediyor.
Sigmund Freud bu kitabı “şimdiye kadar yazılmış en muhteşem roman” olarak nitelendirdi, Franz Kafka, çalışmalarını etkilediğini dile getirdi, James Joyce üzerinde derin bir etki bıraktığını söyledi. Yazarı Dostoyevski ise “Hiçbir romanımı bu kadar önemsemedim” diyerek kendini anlattı. Bahsettiğimiz bu roman, Rus edebiyatının dev yazarı Dostoyevski’nin ‘Karamazov Kardeşler’i. Dostoyevski, ‘Karamazov Kardeşler’ için ilk notlarına Nisan 1878’de başladı, roman 1979’da yayımlandı. Yazar kitaptan dört ay sonra hayatını kaybetti. Yazar bu kadar önemsediği romanının, başyapıtı olacağını belki de biliyordu ancak kitabın Rus ve dünya edebiyatında ‘felsefe düzeyinde roman-tragedya denen türün de temelini attığını göremedi.
1800’lerin İngiltere’sindeki bir kasabada büyüyen Charlotte, Emily ve Anne Brontë adlı üç kız kardeş başta kendi ülkelerinde sonra da tüm dünyada edebiyatın en önemli temsilcileri haline geldi. Altı çocuklu yoksul bir ailede büyüyen bu üç kız kardeşi hayata tutan yegâne şey okumak ve yazmaktı. Ancak dönemin şartları malum kadınların edebiyatta yeri yoktur. Fakat üç kardeş de edebiyat tarihine iz bırakan klasikler armağan etti. Fakat kardeşlerden Emily, ilk ve tek romanı ‘Uğultulu Tepeler’le mükemmele ulaştı. Bu roman kimine göre dünyanın gelmiş geçmiş en büyük aşk hikayesi kimine göre kimilerine göre Viktorya döneminde orta sınıfın yükselişini anlatan mükemmel bir gözlemin çıktısı. Emily Brontë ise mükemmele ulaştıktan yani ‘Uğultulu Tepeler’i yazdıktan sadece bir yıl sonra hayatını kaybetti.
Ayrıca hatırlatalım, İngiliz edebiyatının klasiklerine imza atan Bronte kardeşlerin ilham verici hikâyesi beyaz perdeye de uyarlandı. Kardeşlerin hayatlarını öğrenmek isteyenler Sally Wainwright imzalı 2016 yapımı ‘Görünmeden Yürümek: Bronte Kardeşler’ filmini izleyebilir.
“Titreyen elini K.’ye uzattı ve onu yanına oturttu, büyük zorluklarla konuştu, onu anlamak zordu, ama ne dedi?”
Bu cümle, ‘Dönüşüm’, ‘Amerika’, ‘Dava’ adlı başyapıtların yazarı Franz Kafka’nın yarım kalmış romanının son cümlesi. Vereme yakalanan Kafka, 1924’te hayatını kaybetti. O dönem ‘Şato’yu yazıyordu. Kitap yarım kaldı. Ancak eğer ölmeseydi romanı bitirip bitirmeyeceği konusunda bazı tartışmalar var. Çünkü arkadaşı Max Brod’a yazdığı 1922 tarihli bir mektupta romandan vazgeçtiğini söylemişti. Fakat belli ki romanla vedalaşamıyordu. Zira vazgeçtiğinini söylediği halde K. isimli kahramanın sonuna dair fikirlerini de arkadaşına anlatmaktan geri durmadı. Kafka öldükten sonra tüm yazdıklarının yakılmasını istedi. Ancak Brod -neyse ki- bu isteği yerine getirmedi. Arkadaşının kitaplarını 20. yüzyıl edebiyat tarihine kazandırdı.
Sevgi Soysal sadece 40 yıl kaldı bu dünyada. Bu kısa ömrüne ‘Tante Rosa’ başta olmak üzere unutulmaz eserler bıraktı. Kadınlar için yazdı, kadınları anlattı. 12 Mart onun da hayatında bambaşka etkiler bıraktı; tutuklandı, sürgüne gönderildi. Ne olursa olsun yazmaya devam etti. Yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle 1975 sonbaharında bir göğsü alındı. Hastalık izlenimlerini ve 12 Mart sonrası değişimi anlatan öykülerini topladığı ‘Barış Adlı Çocuk’, 1976’da yayımlandı. Eylül 1976’da bir ameliyat daha geçirdi ve tedavi için eşiyle birlikte Londra’ya gitti. Üzerinde çalıştığı son romanı Hoş Geldin Ölüm’ü tamamlayamadan, 22 Kasım 1976’da hayatını kaybetti.
20. yüzyıl Amerikan edebiyatının melankolik prensesi olarak anılıyor Sylvia Plath. Bu tanımlamadan kendisi hoşlanır mıydı, açıkçası sanmıyorum. Çünkü o ateşli bir cinsiyet eşitliği ve kadın hakları savunucusuydu. Plath hayatı boyunca manik depresif bozuklukla mücadele etti. Henüz sekiz yaşındayken hayatını kaybeden babasından ölesiyle nefret ediyordu. İlk şiirini de babasının ölümünden sonra yazdı. Genç yaşlarda İngiliz şair ve yazar Ted Hugges ile evlendi. Defalarca kez aldatıldı, manipüle edildi. Artık bir başka nefret ettiği erkek daha vardı. Ve onunla yaşamayı mezara benzetiyordu.
Plath kısa ömrüne şiirler, denemeler, çocuk kitapları ve tek romanı olan ‘Sırça Fanus’u sığdırdı. Bu romanı Sylvia Plath’in hayatının romanıydı. Her anlamıyla… Zira üniversite öğrencisi genç bir kızın zihinsel rahatsızlığını, intihar girişimini ve yeniden yaşama dönme uğraşını anlattığı roman kendi hayatının özetidir aslında.Plath 11 Şubat 1963 günü hayatına son verdi. İki kızına kahvaltı hazırladı, daha sonra onları odalarına götürdü. Kendisi ise gazını açtığı fırına kafasını sokarak intihar etti. Sylvia Plath’ın en önemli kitabı ‘Sırça Fanus’ yazarın tam anlamıyla vedası. İlk önce 1963’te Victoria Lucas ismiyle yayımlandıktan sonra Sylvia Plath’in kendi adıyla da yayımlandı.
Nobel ödüllü yazar Gabriel García Márquez tüm zamanların en çok okunan yazarlarından biri. Dünya edebiyatının en önemli isimlerinden biri Marquez. Uzun yıllar gazetecilik yaptı, aynı yıllarda öyküler yazmaya başladı. Kolombiyalı Marquez, ‘Kırmızı Pazartesi’, ‘Albaya Mektup Yok’, ‘Aşk ve Öbür Cinler’, ‘Benim Hüzünlü Orospularım’ gibi klasikler arasına giren kitaplarıyla, İspanyol yazar Cervantes’i geride bırakarak 21. yüzyılda eserleri İspanyolcadan başka dillere en çok çevrilen yazar oldu.
Ama büyüklüğü bununla da sınırlı kalmadı. Hayata veda ettikten sonra bile romanı yayımlandı! O nedenle bu listeye, biraz daha farklı şekilde girdi. Söz dinlemeyen oğulları sağ olsun, Marquez’in “Bu kitap işe yaramaz. İmha edilmesi lazım” diyerek kendine sakladığı yapıtını ölümünün 10. yıldönümünde yayımladı. Kitap, her yıl annesinin ölüm yıldönümünde bir adayı ziyaret eden Ana Magdalena Bach adında bir kadınının hikayesini okurla buluşturuyor. Kadın adaya her ziyaretinde özgürlüğü, pişmanlığı ve aşkın gizemlerini keşfedebiliyor. Oğulları da babalarının kendilerini affedeceklerini umuyor. Vicdanınıza izin verirse -ki bizim veriyor- buyrun Marquez’in kendisinin bile okunmasını istemediği romanına…