1920'lerin milliyetçi-muhafazakar yazarı Müfide Ferit Tek'in 'Ay Demir' ve 'Pervaneler'i bugünkü edebiyat beğenimize hitap etmiyor belki ama bu ülkeyi biçimlendiren zihniyet biçimlerini ve gerilimlerini barındırmaları açısından önemli örnekler.
Yayınevlerinin geçmişin önemli yazarlarını ve eserlerini yayın programlarına alması sayesinde artık unutulan değerleri yeniden hatırlıyoruz. Bugünkü örneğimiz Müfide Ferit Tek işte bu isimlerden birisi. Müfide Ferit Tek, II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’in ilk yıllarına dek makaleleri ve edebi metinleriyle hem milliyetçi-muhafazakar ideolojinin hem de sınırları bu ideolojiyle çizilen o dönem feminizmin etkili isimlerinden biriydi. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın 2022’de ‘Ay Demir’ ile başladığı edisyonun ikinci kitabı ‘Pervaneler’ geçenlerde yayımlandı.
Müfide Ferit Tek, 29 Nisan 1892 yılında Kastamonu’da dünyaya gelmişti. Kemahlı Mazhar Paşa’nın oğlu Şevket Bey’in kızıydı. Babasının görevli olduğu Trablusgarp’ta İtalyan Kız Lisesi’nde öğrenime başladı. Fransa’ya giderek Versailles Lisesi’nde okudu. Türk Ocağı’nın ilk reisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk İçişleri Bakanı ve sonraları büyükelçilik de yapmış olan Ahmet Ferit Bey ile evlendi.
Müfide Hanım baba dostu Yusuf Akçura’nın teşvikiyle ilk eseri ‘Ay Demir’ adlı romanı yazdı (1918). İstiklâl Savaşı sırasında kaleme aldığı makaleleri nedeniyle İngilizler tarafından aranınca Anadolu’ya geçti. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yazmaya başladı. Bu yazıları Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da köy köy, şehir şehir dolaştırılmış, halkın aydınlanmasına katkıda bulunmuş, ‘Ay Demir’ romanı savaş sırasında Yedigün dergisinde tefrika edildiğinde dergi heyecan ve ilgiyle izlenmişti.
İkinci romanı ‘Pervaneler’i Cumhuriyet’in ilanından sonra biraz da yeni dönemde karşılaşılacak sorunları işaret etmek için kaleme aldı. 1925 yılında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen ‘Leyla’ romanı kitap haline getirilmedi. Almanca yayımlanan ‘Die unuerzeihliche Sünde / Affolunmayan Günah’ (1933) romanı ise henüz Türkçeye çevrilmedi. 1943 yılında Türkiye’ye dönen yazar edebiyat dünyasından uzak durdu. 1971 tarihinde 77 yaşındayken İstanbul’da hayata veda etti.
Müfide Ferit’i anlayabilmek için önce ‘Ay Demir’ romanına ve bu romanın yazıldığı siyasi ve düşünsel konjonktüre bakmak gerekir:
Fransız Devrimi’nin Avrupa’yı kaplayan özgürlük dalgasının Osmanlı devleti sınırları içinde yaşayan azınlıklara milli kimliklerini hatırlatmasının ardından Balkan milletleri arasında bağımsızlık mücadelelerinin giderek yayıldığını biliyoruz. Başka coğrafyalarda da görülen ulusal hareketlerin edebiyata yansıması eş zamanlıdır, ancak geç uluslaşma dönemindeki edebiyatlarda -Avrupa romanında işlenen- birey ve toplum tarihinin yerini kurtuluşçu ve kurucu bir tarih ideolojisi kaplar. Roman sanatı da millileşme sürecinin asli faillerinden biridir. İmparatorluk sınırlarındaki azınlıkların ‘uluslaşma’ mücadelesinden etkilenen ve bir tepki olarak gelişen Türkçülük/milliyetçilik akımı da yine edebiyat içinde filizlenmiştir.
Genç Kalemler dergisinde Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem tarafından 1911 yılında başlatılan Milli Edebiyat akımı, “Türklük bilinci, Türk gelenekleri, vatan, fedakarlık, yardımseverlik, evlilik, savaşlar, marazi olmayan tabii aşk duyguları” gibi motiflere yer vermiş, tarih ve siyasal Osmanlıcılığa bir tepki olarak eski Türk tarihi de ilgi alanına girmiştir. Turan ideallerinin romana ilk yansıması olan ‘Yeni Turan’ı (1912) yazarken Ziya Gökalp’in Genç Kalemler dergisinde yayımlanan ‘Turan’ makalesinden etkilendiğini söyleyen Halide Edib, Osmanlıcılık düşüncesinin iflası üzerine kurduğu hikayesinin bir ütopya olduğunu da kabullenir.
Müfide Ferit Tek’in ‘Ay Demir’i (1918) de Turancı fikriyatın izlerini taşır ve Anadolu dışındaki Türkleri kucaklamak arzusuyla yazılmıştır. O dönemde -edebi anlamda- eksiklikleri dile getirilse bile Osmanlı aydınları tarafından -barındırdığı idealist kahraman tipi ile- heyecanla karşılanan roman, Halide Edib’in ‘Yeni Turan’ından farklı olarak Rus esareti altında bulunan Doğu Türklerinin siyasi ve sosyal sorunlarını ele alır.
İstanbul’daki yozlaşmanın, Anadolu’daki yoksulluğun ve Osmanlı’daki kadın sorunlarının da dile getirildiği hikayede Demir Bey’le Hazin’in Türkçülük ideali çevresinde filizlenen aşkını anlatır Müfide Ferit. Osmanlı edebiyatının geleneksel teması olan Doğu-Batı çatışması bu romanda da çıkar karşımıza. Ne var ki karşı karşıya getirilen Hristiyanlıkla İslamiyet değil Hristiyanlıkla eski Türk dinleridir.
Burada ciddi bir tarih bilgisine dayanmayan bir tarih tahayyülü görüyoruz. Daha sonra Cumhuriyet’in resmi tarih yazımında tekrarlanacağı gibi, sadece Moğol tarihine el almakla kalmıyor, pek çok milletin mitolojisini Türklüğe mal ediyor Müfide Ferit:
“Mesela Odin! O, Karadeniz sahillerinden Fin iline akın etmiş bir Türk Bey’i idi… Sonra el’an yaşayan bir dinin ölümsüz mucidine gelelim. Cesaret medeniyeti münevverlere küçük gelmeye başlayınca onun yerini tutan ve bugüne kadar kuvvetini kaybetmedikten maada günden güne büyüyen bir hakikati ilk evvel anlayıp gösteren Buda, evet Buda… O da Türk idi…”
Müfide Ferit’in toplumsal meselelere yaklaşımı tarihe göre çok daha sağlam. Anadolu’nun yoksulluğunu açık bir biçimde ortaya koyarken, çözüm olarak Tanzimat aydınından daha gerçekçi bir perspektif taşıyor… Ona göre yoksulluğun çözümü yalnız bir cehalet, bir maarif meselesi değil, ekonomiktir… Burada sözü yine Demir Bey’e verir yazar:
“Ben, bütün bu milli sefaletlerin kökünü, kaynağını fakirlikte buluyorum; cehalet de ondan geliyor, hastalık da, ziraatin iptidai bir şekilde kalışı da ve bunun neticesi olarak köylünün borçlanması, faiz altında ezilmesi de! Hatta memurların rüşvet alması, küçük sınıfların ölmesi, büyük sanatın doğmaması, ticaretin bakkallıktan ibaret kalması… Bütün bunlar öyle bir silsile ki fakirlikle başlar, fakirlikle biter!..”
‘Ay Demir’de dönemin düşünce tarzlarını ele veren pek çok ipucu var. Mesela Demir Bey’in “Biliyorum, kirlenmiş ve eskimiş Bizans’ta milliyet tohumu kolay yetişmeyecek. İstanbul’a o kadar milletler temallük etmişler ki Istanbullu olup da bir milletin evladı olmak kabil olmuyor. İşte sizi ona bekçi bırakıyorum. İstanbul’u uyandırınız. Anadolu meselesini ortaya koyunuz ve Türkleri seviniz” tiradı, İstanbul’un kozmopolit yapısını da, bu yapı içerisinde ‘Türklerin ne ölçüde muteber addedildiğini’ de çok iyi sergiliyor.
Hazin’in kişiliğinde kadınların toplumdaki yerine ilişkin ipuçları vermesine rağmen ‘Ay Demir’de Türkçülük ideali öne çıkar. Oysa 4 Nisan 1919 tarihinde Türk Kadını mecmuası dershanesinde verdiği ‘Feminizm’ isimli konferansta feminizmi “kadınların medeni, içtimai ve siyasi haklarda erkeklere müsavi olmalarını istemek mesleği” olarak tanımlayan Müfide Ferit’in asıl mücadelesi kadınların medeni hakka, çalışma hakkına ve siyasi hakka kavuşması üzerine odaklanmış; ilk yazılarından milli mücadele yıllarına kadar toplumsal gelişme ile kadınların toplum içindeki gelişmesini paralellik içinde ele almıştır.
Ne var ki ikinci romanı ‘Pervaneler’ (1924), merkezine kadınları almakla birlikte çok faklı bir sorun etrafında gelişir ve Müfide Ferit muhafazakar bir tavır takınır. Bir Amerikan kolejinde eğitim gören genç Türk kızlarının milli benliklerinden nasıl uzaklaştıklarını ve kolejin nasıl bir misyoner faaliyeti yürüttüğünü işlediği romanında Türk erkeklerin yabancı kadınlarla yaptıkları evlilikler de yargılanır. Müfide Ferit Tanzimat edebiyatından miras kalan bu meseleyi yine o edebiyatın ahlakçı tutumuyla işlemiş, kimliğine yabancılaşan genç kızları, yozlaşma ve mutsuzlukla cezalandırmıştır…
Cemal Demircioğlu’nun ‘Müfide Ferit’in Feminizmi, Hikayeleri ve Romanlarında Kadın Kimliği’ makalesinde de belirttiği gibi “Müfide Ferit, kadının modernleşmesini, eğitimini, kamusal alana çıkışını cinsiyet eşitsizliğine karşı bir bilinç geliştirme yönüyle değil genel olarak milli ve toplumsal çıkarlar açısından ele almıştır. Bir yandan erkeğin karşısında, ‘itaat yerine müsavat’ fikriyle kadının ‘terakkisini’ savunurken, ‘vatan, vazife, terbiye’ gibi milliyetçiliğinden gelen kavramlarla da Tanzimat’tan itibaren gelişen kadın kimliğinin özgürleşmesini durgunlaştırmış görünüyor… Yazarın kadın söyleminde, yerli ve etik normlarla kuşatılan, ev ve çocuk bakımını üstlenen, meslek sahibi kadın kimliklerinin yanı sıra karşımıza genellikle hikaye ve romanlarında gördüğümüz ‘milliyetçi tahayyülün’ değerlerini taşıyan bir kadın kimliği de çıkıyor.”
‘Pervaneler’de ailede ve eğitimde Batılılaşmanın kötü etkilerini vurgulayan Müfide Ferit 1948 yılında Türkiye’de ilk Soroptimist kulübü olan İstanbul Kulübü’nün kuruculuğunu üstlenecek ve hem Batı kültürüne olan sevgisini hem de muhafazakarlığının modernist yanını bir kez daha sergileyecektir…