Tutku suçları (Crimes of Passion) daima edebiyatın, kaliteli filmlerin konusu olmuştur ve de olmayı sürdürüyor. Tennessee Williams tutkunun insanı nelere itebileceği konusunu tiyatroda ve oradan beyaz perdeye adapte edilen eserlerinde ele almıştır.
Adin Howe tarafından yazılmış olan ‘Crimes of Passion since Shakespeare’ adlı kitapta tutkunun insanı nasıl pençesine alabildiğinin ve cinayet dahil onu ne tür işlere itebildiğinin edebiyatta nasıl ele alınıp yüzyıllar içinde nasıl işlendiği ele alınıyor.
tutku suçları insana dair her duygunun, davranışın derinlemesine incelenmesine fırsat verdiği için usta yönetmenlerin hep favori konusu olmuştur.
bu konuyu bugüne kadar pek düşünmemiş olan insanlara konuya giriş için 1984 yılında yapılmış olan Crimes of Passion filmini tavsiye ediyorum.
Bu filmde Kathleen Turner, Anthony Perkins ve John Laughlin oynuyor ve yönetmeni de Ken Russell.
benim en sevdiğim tutku filmi Josef von Stenberg tarafından yönetilmiş 1930 yapımı The Blue Angel’dır. gerçi bu filmde tutku nedeniyle işlenen bir suç direkt olarak yok ama kabare şarkıcısı kadına (Marlene Dietrich) tutkusu nedeniyle daha önce toplumda saygınlığı olan bir profesörün kadının etrafında olabilmek için tüm yaşamından vazgeçip sonunda sadece kadının ipek çoraplarını çıkartmak ve giydirmekten ibaret olan bir yaşamı seçmesi anlatılıyor.
tutku suçlarının sanat dünyasında nasıl ele alınabileceğini biraz düşünebilmeniz için Artforum dergisinde yer alan Peggy Phelan’ın ‘Joyce Kozloff’s Crimes of Passion’ makesini okuyarak işe başlamak gerekiyor bence.
Gerçi bizlerin Türkiye’de tutku suçlarının ne olduğunu anlamak ve tutkunun bir erkeği ne tür istenmeyen yaşamlara itebileceğini görmek için öyle fazla film seyretmeye veya okumaya ihtiyacımız pek yok.
bu konuda aslında çok şanslıyız çünkü tutku denince neredeyse ulusal onurumuz olacak düzeyde bir acıklı vaka var elimizde. Ertuğrul Özkök’ün Sharon Stone ile ilgili yaşadıkları hepimizin gözü önünde bir film gibi gerçekleşiyor.
Özkök’ün Sharon Stone’a olan tutkusunu ve bunun onu nasıl teslim almış olduğunu net olarak biiyoruz, çünkü bunları yıllar içinde yazdı, fotoğraflarla anlattı bize.
Her şey Temel İçgüdü fimindeki o malum sahneyi seyretmesiyle başladı ve kendini birdenbire bir tutku kısır döngüsü içinde buldu Özkök.
O andan itibaren her şey Tarkovsky’nin ‘Stalker’ filmindeki gibi neredeyse gerçeküstü boyutta oldu.
Özkök global düzeyde kadını arzuyla takip etmeye başlayarak ona yaklaşmaya çalıştı.
ilk temas birbirlerine bir partide teğet geçmeleriyle oldu. Daha sonra ne yaptı ne etti bilmem ama kadının otel odasına bile girdi ve Sharon bornozuyla otururken bile onunla sohbet etti ve bunun fotoğrafını yayınladı. Sanki bu umutsuz tutkunun yaratacağı doğal sonuçlara dair bir suç dosyasının delillerini kendi eliyle oluşturmaya girişmiş gibiydi.
kadının adamdaki tutku ateşinin üzerine gaz dökmek, sanki düşeceği durumu görmek istercesine, bence tutkuyla takip edilen bir kadının intiharı demek olanı yapıp tutkulu adamın memleketi diyebileceğimiz Bodrum’a geldiğini öğrendiğimde ilk tepkim, ‘eyvah filmin son sahnesine şimdi yaklaşıyoruz işte’ olmuştu.
Sharon Stone’un neden geldiğini ve Bodrum’da ne yapacağını yine tutkulu takipçisinin yazısından öğrendim. Bir ödül alacağını yazdı kadının ve ödül törenine kendisi de davetli olmasına rağmen orada bulunamayacağını da açıkladı.
Bu da onun suç dosyasına giren son bir itiraf gibi bir şeydi aslında. suç işlendiğinde kendisinin orada olmayacağını anlatmak ister gibiydi.
sonunda tutku suçlarının genelde yaşanan doğal sonucu Bodrum’da da gerçekleşti. Şen şakrak gelmiş olan Sharon Stone birden bir gözü tamamen morarmış olarak karşımıza çıktı.
Gerçi kadın bunun kaza olduğunu açıkladı ve zaten Özkök yumruk filan atmayı beceremez, yumruk atmaya kalkışsa kendini yaralar ama, böyle olsa da bu hikaye her erkeğin umutsuz bir tutkunun pençesine düştüğünde neler olabileceğini görmek isteyen herkesin ibretle okumasını gerektiren bir trajik olay aslında.
Morarmış gözüyle Sharon Stone’un beşiktaş formasıyla verdiği o görüntü de asıl suçlunun kim olduğuna bence işaret ediyordu. eğer Adorno’nun negatif diyalektik yöntemini kullanırsak o Beşiktaş forması aslında fanatik Fenerbahçeli olan Ertuğrul Özkök’ü ima etmekteydi.
pek fazla prensibim olmadığından prensip nasıl tutulur ona pek alışık değilim. daha önce kendime nedense koymuş olduğum manasız bir prensip gereği pazar günleri sanat yazıları yazmam gerekiyordu. Yani bugün aslında bir sanat yazısı günüydü bana göre. Ama Bodrum’da yaşanan olay hala sıcak olduğundan bu prensibimi değiştirmek zorunda kaldım. Sanat yazımı bu defa yarın (pazartesi) yayınlayacağım.
bu açıklamayı heyecanla beklemekte olan halka saygım gereği yazdım bu son notu.